Yenidoğan çetesinin gizlemeyi başardığı gerçek
Fotoğraf: @emrullaherdinc'in X hesabından alınmıştır
Hayatın doğal akışında milyonlarca kez tekrar eden olgu ve ilişkiler bir süre sonra yaşamın doğal bir parçası gibi görülür. Günlük hayatın ve rutinin koşulladığı kendiliğindenliğin ideolojisi, farkında olmaksızın hepimizi esir alma kabiliyetine sahiptir. Gerçekte, müthiş derecede politik olan olguları doğallaştırıp depolitize ettiğimizde, geriye en fazla öznel bir iyilik ya da kötülük nosyonu kalır.
İşte o zaman, Yenidoğan Çetesine yönelik öfke, “Bu insanlar nasıl bu kadar kötü, nasıl bu kadar cani olabiliyor?” düşüncesinde ifadesini bulur.
Biraz şaşırıp, biraz lanetleyip, az da denetim isteyip hayatımıza devam edebiliriz.
Ancak sorun şu ki, Yenidoğan Çetesini, saf bir olağanüstülük olarak yaftaladığımızda, günlük yaşamın sıradan ilişkileri içinde onu yaratan, vicdanlar engelledikçe yeniden üreten, duyarlılık çağrısı yapan sağlık çalışanını bebek öldürmeye vardıran mekanizmayı göz ardı etmiş ya da aklamış oluruz. Çünkü olağanüstülük olağanın içinde şekillendi. Yenidoğan Çetesi, adım adım kurulan ve normalleştirilen, “para karşılığı sağlık” ile formüle edebileceğimiz bir “suç” mekanizmasının nispeten uç bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Peki, buraya nasıl geldik?
ÖZEL HASTANE SİSTEMİ
Dünyadaki eğilime uygun olarak Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren giderek yayılan ve kamusal bir sağlık sistemi inşa edildi. Ta ki 1980’lere kadar. 12 Eylül darbesinin ardından neoliberal düstur ve sermayeye yatırım alanı açma misyonuyla özel sağlık kuruluşları teşvik edildi. Ancak, halkın gelir seviyesi ortadaydı ve parayla sağlık anlayışı sınırlı kaldı.
2002 kasımında tek başına iktidar olan AKP bu sorunu sermaye lehine çözdü. İki temel yöntemle:
Birincisi, kamu hastanelerini ticari bir mantıkla işletti. Döner sermaye sistemi, katkı payı, muayene ücreti, 3 dakikada muayene, aylar sonraya randevu ile insanları yıldırdı. Azıcık geliri olanı bile özel hastanelere yönlendirdi.
İkincisi, Sağlık Bakanlığı özel hastanelerden sağlık hizmeti satın almaya başladı. Böylece dar ve orta gelirli emekçiler de devlet desteğiyle özel hastanelere itildi.
Her gelir grubuna ayrı ayrı hitap eden kapsamlı bir özel hastane sistemi kuruldu.
Kamu hastaneleri yetersiz bırakıldıkça, özel hastaneler boşluğu doldurdu.
Böylece yoksul da konu sağlık oldu mu, varını yokunu elden çıkartıp borç-harç özel hastane kapısına gidebildi.
2008 yılındaki bir yasayla özel hastanelerin hastalardan “ilave ücret” alması yasallaştı. 2009, 2010 ve 2013 yıllarında çeşitli düzenlemelerle ilave ücretin sınırı fiilen kalktı.
Böylece, parayla sağlık hizmeti mantığı, olağan hale getirildi. Doğallaştı.
2002 yılında özel hastanelerin yatakları, toplam yatakların yüzde 7.5’i iken 2023’te yüzde 20.5’ine kadar çıktı.
Bugün yenidoğan yoğun bakım yataklarının yüzde 52.3’ü özel hastanelerde. MR’ın yüzde 47’si, bilgisayarlı tomografinin yüzde 47.8’i, ultrason cihazlarının yüzde 39.6’sı, hemodiyaliz cihazlarının yüzde 56.4’ü (2022 yılı) özel hastaneler bünyesinde kullanılıyor. Ağız ve diş sağlığı hizmeti veren kurumların yüzde 79.4’ü özel.
İşte bütün bu çabanın sonucunda 2002’de özel hastanelere yapılan başvuru sayısı toplam müracaatların yüzde 4.5’i iken 2022 yılında bu oran yüzde 15.1’e kadar çıkartıldı.
SAĞLIK PİYASASI
Yeni ve devasa bir alan açıldı: Sağlık piyasası…
Yakın zamana kadar kârın söz konusu olmadığı ya da çok az etkili olduğu bir alana kâr mantığı girdi.
Artık 85 milyon “müşteri” idi. Kâr kokusunu alan sermayedarlar ve üçkağıtçılar yeterli müşterinin olduğu her köşe başına bir özel hastane açtı. Mesleği doktor olan da kabzımal olan da hastane sahibi oldu. Asgari ücretle sağlık işçilerini çalıştırdı. Devletten bol bol ödeme aldı. Hastaları soydu. Önemli bir kısmı köşeyi döndü.
Ama her piyasada olduğu gibi yığınak artıkça, bir kısmı için ayakta kalmak zorlaştı. Hem zorda kalanlar hem de zaten tekelleşip daha fazla kâr peşinde koşanlar hastalara ve bakanlık ödemelerine yüklendi.
Gereksiz MR’lar, tomografiler, testler, ilaçlar ve ameliyatlar…
Yenidoğan soruşturmasında sadece dört hastanenin SGK’den 200 milyon dolar usulsüz ödeme aldığı oraya çıktı.
Sadece bir hastanede 16 bin gereksiz göz ameliyatı yapıldığı ifşa oldu.
Peki beş yüzün üzerindeki özel hastanede kaç gereksiz ameliyat yapıldı?
Halkın cebinden kaç milyar dolar çalındı?
Özel hastaneye gitmek zorunda kalan her emekçi, kapıdan içeriye adımını atar atmaz, ne kadar fatura çıkacağını, hangi işlemin gerekli hangisinin gereksiz olduğunu kara kara düşünür. Soyulacağını bilir. Azaltmaya çalışır.
Sağlık paraya tahvil edildikçe hasta ile doktor arasındaki güven ilişkisi yerini güvensizliğe, kâr hesabına, baskı ve strese bıraktı.
DOĞRU İLE GERÇEĞİ ÖRTMEK
Sermayenin ve liberallerin “Piyasa zenginlik ve demokrasi getirir”, “Bürokrasiyi azaltır” diye diye kamusal sağlık sistemini yok edişinin sonucunda bu noktaya geldik.
Gözünü para ve kan bürüyen sağlık sistemi halka sağlık ve ölüm sattı.
Normalleştirdik.
Sermayenin kazandığı, emekçinin kaybettiği “sağlık reformu” ve “devrim”in sonuçları bize adım adım kabul ettirilen, hayati bir hakkın ortadan kaldırılması anlamına gelen politik bir saldırıydı.
Sağlığı satmak politiktir.
Hükümet icraatıdır.
Sermaye kazanır.
Özel hastaneler politiktir.
AKP yandaşı da, seküler olanı da. Dua okuyanı da üniversitesi olanı da.
Sağlığın halka satılması, neoliberal politikanın vücut bulmuş halidir.
Şimdi, Yenidoğan Çetesi karşısında, bize olağanüstü bir caniliği gösterip bunu mümkün kılan “parayla sağlık” sistemini aklamak istiyorlar.
Neymiş? Yeterli denetim yokmuş.
Neymiş? AKP tüm denetim araçlarını etkisiz kılmış.
Hepsi doğru. Ama “doğru”yla üzeri örtülen gerçeklik en iyi denetim sisteminin bile “sağlık piyasa”sındaki “içsel” olan halk düşmanlığını çözemeyecek olmasıdır.
Denetim için her polikliniğin başına bir devlet memuru, hem de hekim olması gereken bir tıbbi uzman mı konulacak?
Hekimlik bir uzmanlık alanıdır. Hasta ile hekim arasındaki güven ilişkisi parayla bozulduğunda, sağlık sermayenin bir yatırım ve kâr alanına çevrildiğinde, bu “içsel sorun” denetim ile çözülemez. Ancak ağrı kesici ile acı azaltılabilir.
İşte bu nedenle, Yenidoğan Çetesi, buz dağının görünen yüzüdür.
Büyük canilikle, sıradan soygunun ve kabul edilebilir caniliğin üstünün örtülmesidir.
- Aile sağlığı merkezi ticaret merkezi olmasın grevi 11 Kasım 2024 04:57
- Acemoğlu ve arkadaşlarını neden kutlamamalıyız? 16 Ekim 2024 14:59
- Liberallerin emekli düşmanlığı 16 Eylül 2024 05:10
- Cevdet Yılmaz harçlık değil hesap vermeli: İşgücü uyum programı hikayesi 02 Eylül 2024 06:38
- Üç yumruk: Şimşek, Alpay ve Şık 19 Ağustos 2024 04:50
- Vergi değil soygun düzeni 05 Ağustos 2024 04:25
- Çok çalışıyoruz 21 Temmuz 2024 04:18
- Kaynak yok yalanı, vergi soygunu 24 Haziran 2024 05:11
- Özgür Demirtaş ve asgari ücret 10 Haziran 2024 04:48
- Proleterlerin Gündüzü 27 Mayıs 2024 04:50
- Merkez Bankası, yoksulluk ve yağmur: Bir regresyon analizi 13 Mayıs 2024 05:40
- Marjinalleştirme hatası: Kim yoksul, kim işçi? 29 Nisan 2024 04:55