Değişim; nasıl ve hangi yönde?
Fotoğraf: Pexels
Son iki aylık süreçteki hakim tartışma konularıyla tartışan taraflara bakıldığında, en çok duyulan ya da akla getirilen düşüncelerden biri de ülkeyi yönetenlerin, başka türlü yönetemeyecekleri bir sürece sürüklenmemek için yol arayışında olduklarıdır. Ülke zaten yönetilemiyor lafazanlığının yanı sıra ama deniyor hem uzlaşıya çağrı çıkarılıyor hem de saldırılar genişletilerek sürdürülüyor, bu bir çelişki değil mi? Bahçeli’nin elinde havuç ve sopanın bir arada tutulduğunu söyleyenler de az değil.
Çelişki, oluşturulan veya kendiliğinden beklenti ile karşıtlık gösteren politikaları bağdaştıramama nedeniyledir. Tehditler arttı, saldırılar giderek yaygınlaşıyor ve buna, ‘Bizim platformumuzda uzlaşıya gelin, yoksa sizin için daha kötü günler kapıdadır’ söylemi eklidir. Şaşırtıcı değil ya da olmaması gerekir. İzlenen politikaların neden olduğu tepki birikimiyle birlikte bölgesel ve uluslararası gelişmelerin içerdiği tehditler ve yanı sıra olası gelişmelerden bölgesel etki gücü kazanma yönünde yararlanma olanağı yaratma çabası. Bunlar başlıca iç ve dış etkenler ve egemenler açısından çıkarılan sonuç muhalif güçlerin etkisizleştirilerek tabi kılınması. Atılan adımlar buna yönelik. Bir değişim göstergesi evet ama asıl önemli olan değişimin kapsamı, boyutları ve hedefleri, bağlandığı amaçtır.
Hareket ve değişim çünkü maddesel gerçekliğin, öyleyse toplumsal yaşamın karakteristik temel özelliğidir. “Kader planı” lafazanlığını sürdürenler dahi bunun farkındadır. Ancak onlar, halk kitlelerini başlarına gelene -daha açık deyişle sermaye sahipleriyle devlet yöneticileri tarafından izlenen ekonomi politikaların ürünü olan dayatmalara- rıza göstermeye ikna etmek için bu söylemi sürdürürler. Bir tür şeriatçı düzen dayatmasının görüldüğü Erdoğan yönetimi dönemi bunu sergileyen örneklerle doludur.
Sadece Erdoğan iktidarı döneminde uygulanmakla kalmayan, onun daha önceki burjuva yönetimlerinden devralarak daha pervasız şekilde uyguladığı ekonomi politikalara yönelik tepkilerin günlük insan ilişkilerinde ve seçimler dahil politik göstergeler üzerindeki etkisinin daha açık şekilde görüldüğü bir dönemde, belirli sınırlar dahilinde değişim ihtiyacı burjuva yönetimi ve parti fraksiyonları yönünden de kaçınılmazdır. Ancak onlar için önemli olan halk kitlelerinin devrimci sosyalist düşünce alanına girmesini önleyecek bir değişim sınırlarındaki değişimi, olası ve ancak olabilir gösteren bir mantık yürütme ve kabullenmenin hakim olmasını sağlamaktır. Böylece sistem biçimsel bazı değiştirilmiş yasal ve fiili uygulamalarla devam edip gidecektir.
Uzlaşıya yönelik çağrı ve buna aykırı düşer görünen saldırı yoğunluğu, mevcut durumu ve olası gelişmeleri veri alarak “planlanmakta”dır! Sermaye cephesi yönünden, kitlelerin dikkatinin sermaye politikalarına, politik taktiklerine yoğunlaştırma gibi bir hedefe de sahiptir.
Toplumsal mevcut durumun ‘emek cephesi’ yönünden öne çıkan özellik ise onlara bu manevra alanında oynama olanağını halihazırda sunacak platformdadır. Sınıf hareketinin parçalı-bölünmüş durumu, tekil direnişleri birleştirme pratiğinin zayıf oluşu, bu durumun da ileri-aktif ve mücadeleci kesimlerin saflarında moral bozucu etkide bulunması dönemimizin gerçeklikleri arasındadır ve devrimci-sosyalist hareketin de başlıca sorun ve zorluklarından biridir.
İşçi sınıfı ve kent-kır emekçi hareketinin bölünmüşlüğü ve kendi taleplerini savunmada geriye düşmüş olmasının yanı sıra, son yıllarda çok daha belirgin biçimde görüldüğü üzere, ABD’den Almanya, Fransa ve Türkiye’ye çeşitli ülkelerde, sömürülen ve ezilenlerin küçümsenemez kesimleri düzen partilerine ve onların denebilir ki en gerici olanlarına destek verdiler. Sebepleri ve kitleleri buna sürükleyen beklentiler hayli çeşitli olmakla birlikte işçi sınıfı devrimcileri ve devrimci demokratlar açısından diğerlerinden de önemli olanı, güven verici birleşik bir mücadele alternatifinin somut şekilde ortaya konmasını başaramamış olmalarıdır. Bu hem tekil devrimci parti ve örgütlerin kitlelerle bağının zayıflığı hem de bir araya gelip eylemde birlik perspektifiyle asgari talepler etrafında bir güç olarak sermaye, devleti ve hükümetlerinin karşısına dikilememiş olmalarıyla da bağlıdır.
Bu genel durumun günümüzdeki önemli bir özelliği de kapitalistlerin çıkarlarına işleyen düzeni değiştirme yönündeki uğraşıların başarı “şansının olmadığı” düşüncesinin yaygın bir etki gücü kazanmış olmasına görünürde maddi dayanak oluşturmasıdır. Her gün ve neredeyse her saat göz önünde yaşanan değişimin çok büyük oranda tek yanlı ve sadece egemen güçler yönünde sonuçlar doğurduğu yanılgısına dayanan bu kaderci anlayış, “Yapılacak bir şey yok” düşüncesinin yaygın etki göstermesine de yol açmaktadır.
Oysa günlük yaşamını sürdürme-temin etme derdinde ve ‘kendi halindeki’ her yurttaş, kendisini de çevreleyen yeme-içme-barınma ve bunlar için gerekli maddelerin üretimini içeren, en basitinden ve fakat en zorunlu olan bir yaşam kavgasının doğrudan içindedir. Gün yok ki geçim zorlukları nedeniyle yakınanların öfkeli konuşmalarıyla karşılaşılmasın. Sokaklarında dilencilerin arttığı, kentlerinin devlet organlarıyla iç içe geçmiş çetelerin savaş alanına döndüğü, iş yerleri, fabrika ve atölyelerinde patronlarla ücretli emekçilerin farklı çıkarları nedeniyle karşı karşıya geldiği; önceki yüzyılı bir yana son kırk yıldır ülke gündeminden eksik olmayan Kürt sorunu nedeniyle kavga, tartışma, çözüm vs. eylem ve tartışmalarının sürüp gittiği bir yaşam pratiğidir söz konusu olan. Sermaye çıkarlarını savunan burjuva partileri, bu koşulları gözeterek ve işçilerin ve halkın diğer kesimlerinin dağınıklığı ve sermaye politikalarına karşı birleşememiş olmalarından yararlanarak oyalayıcı-yanıltıcı söylemleriyle durumu idare etme çabasındalar.
Dünün en zalimane faşistlerinin saflarından çıkanlardan bazısının, örneğin Kürtlerin de hakları olduğunu, eşit yurttaşlık koşullarında birlikte yaşamanın yararlarını işaret edip söylemesi de insan kaderine rıza gösterip sabırla beklemelidir diye vaaz verip buna inananların sırtından milyarder olan din istismarcılarının onca zorbaca dayatmasına rağmen hayatın çelişkileri ve katı gerçekleriyle yüz yüze gelen yeni kuşaklardan insanların farklı düşüncelere ve politik tutumlara yönelmeleri de değişen dünya ve koşulların ürünüdür. Değişim, beklenti, uzlaşı çağrıları ve saldırılar bir aradadır ve tarafların amaç ve hedefleriyle bağlı olarak gündeme gelmektedirler.
Ve bizim açımızdan ya da daha temelli olmak üzere toplumsal hareket açısından “gün”ün başlıca en önemli sorunu, yukarıda da belirtildiği üzere işçilerin, sömürülen bir sınıfın unsurları-mensupları olma bilinciyle sermaye karşıtı harekette birleşmeyi henüz yeterince ya da hatta asıl olarak başaramamış; işçi sınıfı devrimcileriyle devrimci demokrat parti ve örgütlerinse bu alanda, dar sınırları aşamamış olmalarıdır.
Örneğin, bir dönem Tariş işçilerinin ve sonra bazı maden işçilerinin yaptıklarına benzer biçimde, Çayırhan madencileri yerin derinlerine kendilerini kapatarak sermaye ve devletine karşı ekmek kavgasının ‘Ekmeğini taştan çıkarma’dan da daha zor olduğunu göstermeye çalışıyorken, henüz yeterli bir sınıf desteğini görmememiş olmaları bunun göstergeleri arasındadır. Onlar yerin altından üstüne seslenerek mücadelenin büyümesi ve genişlemesi çağrısında bulunur, mevcut durum değişsin, kendi eylemlerinin sınırları da aşılsın isterken, destek henüz oldukça eksikli ve zayıftır.
Bu durum sadece doğru düşünce savunusunda ısrarla -ki bu gerekli koşullardan biridir- aşılamaz. Siyasal pratik mücadelede, tıkanıklıkların aşılması ancak yığınların taleplerinin sahiplenilmesi zemin alınarak en geniş kitlelerle iç içe bir faaliyetle başarılabilir. Genel bir görüş açısından söylenecek olursa her eylem belirli bir hedefe ulaşma amacıyla bağlıdır ve insanı belirli bir düşünce ve eylem yönünde güdüleyen etkenlerle bağlı olarak mevcut durumu değiştirme işlevi görür. Bu işlevin yerine gelmesi/gerçekleşmesi ise koşullara ve güç ilişkilerine bağlıdır. Ama koşulların ve güç ilişkilerinin değişimi de toplumsal ilişkiler içindeki insanın ve kolektif örgütlü güçlerin eyleminden bağımsız olarak kendi kendine gerçekleşmiyor.
- Erol kardeşe 26 Ocak 2025 00:40
- Burjuva devletleri halklar için mi savaşıyorlar? 16 Ocak 2025 04:59
- Bölgesel gelişmeler ve devrimci yayıncılıkta ‘tekrar’ın yeri 09 Ocak 2025 05:31
- 2025’e ilk yazı: Kim av kim avcı? 03 Ocak 2025 07:20
- 2025’e ilk yazı: Kim av, kim avcı? 03 Ocak 2025 04:00
- Yıkım, yoksullaşma ve savaşlar yılı 26 Aralık 2024 06:32
- Emperyalistlerin maşaları ! 19 Aralık 2024 05:58
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54