24 Eylül 2024 04:43

Refik Halit’in ‘Fotika’ ve ‘Hasip Efendi’si

Bursa'da İpek Fabrikası

Bursa'da İpek Fabrikası | Fotoğraf: Sébah&Joaillier, 1875

Paylaş

“Tanım
Sermayeye karşılık emek
Eşit paylaşım
İşte solculuk
Zor yolculuk”

Sonuç: Emek sermaye çatışması; biri der “vermem”, öteki der “alırım”. Bu mücadele emeğin, yönetimi ele almasına değin sürecek sonsuz koşudur, der emekçiler ve onlardan yana olanlar; diğerleri tankını, topunu birilerine omuzlatıp sürmüşlerdir sahaya.

Konumuz edebiyat ya!..

İnsanı insana insan aracılığıyla anlatan bu, sanatın yazı ile ifade edileni; toplumsallaşan insanı, toplum içinde bir köşeye büzüşmüş insanı… Hırsının kölesi olanı da köleliğin zincirini kırmaya çalışanı da… Hayata küsmüşü de ondan zevk alanı da… Hepsi yazarın anlatımıyla beyninden ve dahi yüreğinden süzülüp önce okurlarına sonra tarihin acımasız kollarına bırakmışlardır kendilerini.

Türk edebiyatında köy ve köylü olabildiğince yer bulmuş olmasına karşın sanayileşen dünyanın görünmeyen ama en önemli figürü “işçi”, yani fabrika işçisi, tarım işçisi kadar edebiyatımızda yer bulamamıştır kendine. (Heyecanlı bir inceleme alanı!)

“Fotika” ve “Hasip Efendi” edebiyatımızın ilk fabrika işçileridir.    

Fotika, ilk kadın fabrika işçisidir edebiyatımızın. Köylü değil şehirlidir. Osmanlı Bursa’sında ninesiyle birlikte yaşarlar. -Nişanyan’ın Fotini / Fotika isimleri için dediğini esas alırsak- Rum’dur. Ve aynı zamanda Karacaoğlan’ın bütünüyle başka duygularla söylediği şu dize gibidir: “Henüz girmiş on üç on dört yaşına”. Orhan Veli: “Yoksuldu, biliyorum / - Ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya -“

İki mavi boncukla süslenmiş ayakkabısı, taşları düşmüş tarağı vardır ince endamlı Fotika’nın. Kendisine aşık olunduğunun bilincindedir ki kendisinden en az elli yaş büyük olan Hasip Efendi onunla evlenme düşleri kurduğu için haftalık ödemeleri yaparken “dört çil çeyreği” Fotika’nın avucuna sıkıştırdığında: “Kız, baştan bunu bekliyormuş gibi almış, kuşkusuz pek iyi anladığını, bu aşktan nefret etmediğini göstermek için gözlerini kaldırarak ona bakmıştı. Hasip Efendi bu teşekkür karşısında anlayamadığı bir sebeple kızarmış, utanmış; ertesi gün Fotika'nın yanından geçerken onun koluyla kendisine süründüğünü sezince sevinçli bir gece geçirmişti.”

Şen, şakrak; “Onca Yoksulluk Varken” yaşadığı anlardan mutluluk çıkarmaya çalışan bir ergendir Fotika. Hasip Efendi onun hastalandığını öğrendiğinde, olası ki öleceğini hissettiğinde fabrikanın en berbat yeri olan kozahaneden daha iyi olan iplikhaneye alınca şımarmıştır sevdalısı: “Kız artık yüzgöz olmuş, hiçten sebeplerle işini bırakarak onunla konuşmaya, yüzüne gülmeğe başlamıştı. Hatta bir sabah pek erken, karanlık odada, onun neş'esinden, şakalarından pek çok hoşlanarak, şımararak kendisini zorla öptürmüştü.”

İşte ilk kadın fabrika işçimiz realist yazarımızın gözüyle göründüğü gibi olmuş, olduğu gibi görünmüştür.

Hasip Efendi asıl karakteridir hikayenin, arafta yaşar: “Bir yanı yaprak döker, bir yanı bahar bahçe.” Acır daha çok dal gibi, fidan gibi, her sene birkaçı ölen emekçi genç kızlara ve kendisini de sorumlu tutar göstere göstere gelen ölümlerden. Aşık olduğu, ölen karısına benzettiği Fotika’sı da uzun süren “meslek hastalığından” ötürü toprağa verilince isyan edesi olur fabrika sahibine.

Saatçızade Hidâyet Bey, insan psikolojisini de sistemi de çok iyi bilmektedir: Demek ki bir gerilim çıkmak üzere ve o kıvılcımın çakmasına izin verirse ortalığı tutuşturması hatta infilak ettirmesi işten bile değildir. Yapılacak tek şey var: -Hikayeye de adını veren- Hakkı Sükût, yani sus payı; işçileri düzene koyan, sürekli sahada bulunan ve kendisi de işçi olan Hasip Efendi’yi satın almak: 

“(…) Hasip'i kolundan tutup bir işçi kızı gibi sokağa atmak kolay değildi; çünkü iş zamanı fabrika ustasız kalacaktı; çünkü bu fikirlerle, bu isyan fikirleriyle kovulan adamlardan daima çekinmek lazımdı. Şimdi yapılacak muamele uysallık, durmak ve beklemekti. (…):

 Çok hiddetlenmişsin, Hasip Efendi, (…); ben sana, maaşına dair iyi bir haber getirecektim...”

Ve o artış kabul edilir, Fotika ile onun yazgısını yaşayanlar / yaşayacaklar yüreğe gömülür:

            “Hasip Efendi kırlarda dolaşmaya çıktı; (…) Papaz, galiba bir ölü evine yetişiyordu. Hasip Efendi birden Fotika'sını düşündü, onu daima sevdiğini anlayarak, geçmiş günleri hatırladı; sonra kendisini bu aşka rağmen fabrikaya bağlayan kuvveti, artan maaşının ağırlığını düşündü. Bu bir Hakk-ı Sükût idi. İşte susturuyordu; hâlbuki onun acımasız ve kuvvetli etkisi altında değil yalnız kendisi, asıl daha yüksektekiler susmuşlardı; daha yükseklerde bile etkisini gösteren bu tedbir; sermaye sahiplerine altın, mezarlara ölü yetiştiriyordu.”

Yazınsal yönü kadar öğretici yönü de vardır hikayenin: Refik Nevzat’ın hikayenin yayımlanmasından bir yıl sonra Paris’te kuracağı Osmanlı Sosyalist Fırkasının esin kaynaklarından biri gibidir. Okuyucuyu çalışma hayatı hakkında aydınlatmaya çalışır: “(…) Papaz şimdi Avrupa fabrikalarını anlatıyor (…) çalışma saatleri, ücretleri, bütün bu yoldaki kanunları, kavgaları, isyanları hepsini birer birer (…) izah ediyordu.”

Bu ayrıntıyı verdikten sonra okuyucuyu “Oğlum Osman, yan gel yaslan” havasına sokmaz, dürter: (Parantez içindekiler benim, my.) “Hasip Efendi bugüne kadar zannederdi ki hükûmetin bu işe müdahaleye hakkı yoktur (demek ki varmış). Bunlar yalnız fabrika sahiplerinin takdirine, merhametine; halkın ricasına, niyazına bağlıdır (Demek ki el etek öpmekle olmazmış); amele hâmisizdir (Demek ki işçi kendi kendini korumak zorunda), ölüme mahkûmdur (Demek ki işçiler ölüme mahkûm değildir), âmir daima zenginlerdir (demek ki yöneticilerin zenginlerden olması gerekmiyor).”

Refik Halit 21 yaşındayken ve henüz sürgün turlarına çıkmadan önce yayımlamıştır bu hikayeyi: 1909.  Edebiyatın dilini ve konusunu halka indiren, o muhteşem “Eskici” öyküsünün müellifinin Refik Nevzat’çı veya ikinci meşrutiyet sonrası pıtrak gibi biten siyasal partilerden solcu/sosyalist olanlardan birine yakın olduğuna ilişkin bir belge yoktur elimizde. Solcu filan da değildir. Ama ortamın kokusunu aldığı da ortadadır: Avrupa ve Rus edebiyatlarında da emek-sömürü ekseninde yazılmış ilk yapıtlardan biri olduğunu düşündüğümüz hikaye, edebiyatımızda o güne kadar hiç işlenmemiş bir konuyu başarıyla anlatmıştır ki bu yönüyle de yüzyıl sonra bile kendinden söz ettirebilmektedir. Tabii sürgün turlarında ve sonrasında böyle -açık ve net- işçi / işveren eksenli yapıtlarına denk gelmemekteyiz Refik Halit’in.

Neyse!

Karıştıralım hele edebiyatı, bu yönüyle neler varmış biz bu dünyada yoğ iken, çıkarıp buzluktan, üzerindeki toz kristalcikleri silkeleyip gün ışığına sunalım hele!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa