09 Ekim 2024 04:15

Narin artık dönmeyecek

Narin Güran

Narin Güran

Paylaş

Asıl başlık “Güvercin Artık Dönmeyecek” olmalıydı.

Güvercin, çocukluğunun ilkbaharını yeni yaşamaya başlayan -dünyadaki bütün emsalleri gibi- tatlı bir kız çocuğudur Narin gibi. Hikâyeyi sağlıkla, huzurla yaşayası büyük üstat, Kibar Feyzo’nun babası Osman Şahin yazmıştır; Selam Ateşleri adlı kitabında yer alır. 

Güvercin ve Narin… İsimler bile uyaklı. Edebiyatla hayat bu kadar mı iç içe olur?.. Sanatçının gösterdiği ve gösterdiğinden ders alınması gereken “aynada görünen olmuş bitmiş” hâlâ sürüyorsa burada bir sorun yok mudur?..

Narin vahşetini eğrisiyle doğrusuyla hepimiz takip ettik; üzüldük, kahrolduk, yorumladık, sinirlendik, cezalandırdık, toplumu sorguladık, verdik veriştirdik…  Çoğumuz buz dağımızın derinliklerinden su yüzüne çıkmaması için beyin hücrelerimize elimizden geldiğince baskı yapıp ona söz geçiremeyince şu kahreden soru gırtlağımıza bir düğüm gibi çöktü: Ülkemizde benzer akıbete uğramış kaç çocuğumuz var acaba?

O çocuklar artık dönmeyecek!.. 

Ve bebeklerden katil yaratan toplumlar hiç mi iyiye doğru adım atmayacaklar?

Çukurova’nın bir yerlerinde Cebel köyü ve onun yakınındaki Kurudere vardır hikâyenin göbeğinde… Kavun karpuz yetiştirir köylüler… Bostan tarlasının da bir bekçisi vardır uyumsuz, kaba, “Gece gibi karanlık, az konuşan, kaygısız, gizlerle dolu, hırçın, yalnız biridir..”  Meço Memet, “… biraz ablasının zoru, biraz da köy sandığından azıcık para kazanabilmek için bostan bekçiliğini üstlenmiştir.” Öyle tembeldir ki azığını almaya bile gelmez köye çoğu zaman, ablası küçük kızı ile yollar.

O gün de benzeri olur; yeğeni Ayşe, arkadaşı Güvercin’le birlikte bostana gelirler; dayının güler yüzü ile karşılaşırlar:

“Yeğeninin elinden azık sepetini alıverdi. ‘Of! Kolum koptu!’ diye söylenen Ayşe’yi sevdi, okşadı bir süre.”

Hiç denk geldiniz mi ilköğretim çağında bir kız çocuğunun –kendince- zor bir işi yaptıktan sonra veya bir isteği gerçekleşmediğinde annesine, babasına, emsali bir arkadaşına “Off!”, “Of yaa!” hatta “Off, kolum koptu!” diye serzenişini? Öyle sevimlilerdir ki…

“Meço, çardağın ön üst çatmasında asılı duran keklik kafesini indirdi. Oynamaları için Ayşe ile Güvercin’in önlerine koyuverdi. Kırmızı, kınalı ayakları, gagaları kafeslerinin içinde tıpır tıpır gezinen kekliklere çocuklar yem attılar.”

Sonrasında çocuklar, oyunlarına katılan sevimli köpek Miniş’le birlikte Kurudere’nin kıyısına inerler, su içinde oynarlar, kurbağa ve balık yavrularına bakarlar… Gelen azıkla karnını iyice doyurmuş olan Meço çocukları izlemeye başlar ve üstleri başları oynamaktan ıslanmış çocuklardan yeğeni olmayana karşı “Beyninin tavanını döven o gümbürtülü istek…” harekete geçer. Sonrasındaki vahşeti de sulandırmadan, bulandırmadan, dolandırmadan ustaca anlatır bu hikâyesinin de içinde yer aldığı Selam Ateşleri ile 1994 Sait Faik Öykü Ödülü’nü de kazanan bol ödüllü yazarımız; kitap bir yerlerde bekliyor olmalı sizleri.  

Ama cinayet gerçekleştikten sonrası da vardır paniklerle,  pişmanlıklarla, kendini nasıl koruyacaklarla, kurnazlıklarla, keşkelerle, intihar düşünceleriyle dopdolu… 

Yazarlık, yarattığın tüm kahramanların kimliğine bürünmektir aynı zamanda; bu, toplumun –veya sizin- bir kaşık suda boğmak isteyeceği, lime lime etse de yüreğinin bir türlü soğumayacağı azılı bir katil olsa da. Yazar yalnızca insanı yazar.

“Yatağında bıraktığı körpe kurbanının üstünü yorganla sıkıca örttü. Çıktı dışarı.”

“Yaptıklarına bir türlü inanamıyor, içi durmadan soru üretiyor, kendi kendine konuşuyor, ‘Kötü ettim, çok kötü!’ diyordu.” O anları hiç yaşamamış olmak istiyor ama işin işten geçmiş olduğunun da farkına varıyordu Meço. Dönüyor dolaşıyor sonunda kendisini nasıl koruyacağını kara kara düşünüyordu. 

Gecenin bir vakti köye iner, havayı koklar, durum nedir ne değildir? Biraz rahatlar gibi olur sonra gelir ne yapacağını yeniden düşünür ve karar verir:

“O içeride suçunu parçalara ayırarak böylesine küçültürken, çardağın girişinde, kan kokusunu alan Miniş köpek, kıçüstü oturmuş, ışıltılı, oynak, sevecen gözleri ve daha önceki av etlerinden pay isteyen alışkanlığıyla sahibine bakıyordu.”

Ve yağmur yağıyordu parçaları bostanın değişik yerlerine gömerken. Sonrasında rahatladığını sanma duygusu: “Cesedin parçalarını gömüp sakladığından iyice emin olunca, bir cigara yakıp tüttürdü. Dumanını içine çekerek biraz olsun rahatladı.”

Ama olmaz. Bu kez Miniş huzursuzdur, huysuzlaşmıştır; kaybolur. Ardına düşer Meço Miniş’in. Miniş Güvercin kızın parçalanmış uzuvlarının gömüldüğü kumluğu patileriyle kazmaya başlamıştır. Paniği tavan yapar Meço’nun. Epeyce peşinden koşar Miniş’in. Sonunda: “Çöktü tetiğe. Kurşunu yiyen köpek, çarpılmış gibi karnının üstüne dürülüverdi. İniltiler, mızıklanmalar çıkararak öldü. (…) Vurduğu yerin kumluğuna Miniş’i gömdükten sonra, derin bir soluk aldı. ‘Bundan böyle kimse benden kuşku duyamaz artık!’ diyerek gezindi bir süre.”

Karanlığın en yoğun olduğu zaman aydınlığın en yakın olduğu zamandır.  

Köylerindeki karanlığı aydınlatmak için küçük bir ipucundan yola çıkar ertesi sabah o zamanın aslan ve ceylan yürekli köylüleri; orası senindi burası benimdi diye diye önce köyü, sonra bostan tarlasını karış karış tararlar. İzler Meço’yu gösterir. 

Ve bu yazı burada biter.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa