29 Kasım 2024 06:20

Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor?

Devlet Bahçeli

Fotoğraf: TBMM

Paylaş

İktidar ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, partisinin son Meclis grup toplantısında adı konulmamış “süreç”le ilgili olarak yeniden Öcalan’ı işaret ederek DEM Parti ile Öcalan arasındaki en kısa sürede görüşme gerçekleştirilmesi çağrısını yaptı. Bahçeli’nin çağrısının ardından DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğlulları, Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu. İktidara yakın medya organları, DEM Parti (Abdülkadir Selvi, iktidarın Bakırhan ve Hatimoğlulları dışındaki isimleri tercih edebileceğini yazdı) ile Öcalan arasındaki görüşmenin önümüzdeki günlerde gerçekleşebileceğini yazıyor.

Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde önemli aktörlerden biri olduğuna şüphe yok. Nitekim PKK’den Rojava’daki Kürt özerk yönetimine ve DEM Parti’ye kadar Kürt siyasal hareketinin farklı alanlardaki temsilcileri de Öcalan’ın alacağı tutumun yeni sürecin gidişatı bakımından belirleyici olacağını söylüyorlar.

Peki, Devlet Bahçeli’nin “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” sözleriyle gerekçelendirdiği bu yeni “süreç”te Öcalan’ın Mecliste konuşmasına gelinceye kadar ülkede barışı sağlamak için atılması gereken adımlar yok mu?

Bahçeli gerçekten barışı sağlamak için mi ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor?

Bu soruların yanıtını vermek bakımından Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un geçtiğimiz günlerde yaptığı “Türkiye’nin bir ‘iç Kürt sorunu’ kalmadığı” ve “emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı bir ‘dış Kürt sorunu’ üretildiği” açıklaması önem taşıyor.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta binlerce siyasetçi iktidarın siyasi talimatlarıyla yıllardır cezaevlerinde tutuluyor, Kürt belediyelere kayyımlar atanıyor, devletin Anayasa’sında “Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu” yazıyor ve Kürtçe ana dilinde eğitim önündeki engeller devam ediyorken “Türkiye’nin bir ‘iç Kürt sorunu’nun kalmadığı”nı söylemek, aslında iktidarın çözümden ne anladığını da açıkça ortaya koyuyor.

Öte yandan Bahçeli, ülkede barışı sağlamaktan söz ederken Esenyurt’tan başlayıp Mardin Büyükşehir, Batman ve Halfeti Belediyeleri ile devam eden kayyım atamalarına Dersim ve Ovacık Belediyeleri de eklendi. Aynı günlerde aralarında gazetecilerin de yer aldığı yüzlerce Kürt siyasetçiye karşı gözaltı ve tutuklama operasyonları başlatıldı. Demek ki iktidar; halkın seçtiği belediye başkanlarının yerine kayyımlar atayarak, demokratik siyasette ısrar edenleri cezaevlerine doldurarak Bahçeli’nin sözünü ettiği iç barışı sağlamaya devam ediyor!

İçeride durum buyken Uçum’un Türkiye’nin emperyalistlerin ürettiği bir ‘dış Kürt sorunu’ ile karşı karşıya olduğu açıklaması ile Bahçeli’nin ısrarla Öcalan’ı işaret etmesi birbirini tamamlıyor ve aslında iktidar blokunun asıl derdinin ne olduğunun anlaşılmasını sağlıyor.

Burada Uçum, emperyalistlerin ürettiği dış Kürt sorunu derken, elbette Suriye’deki Kürt özerk yönetiminden ve burada ABD ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında devam eden iş birliğinden söz ediyor. Ancak daha ağustos ayında Doğu Akdeniz’de ABD ile ortak deniz tatbikatı yapması, her fırsatta ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin savaş örgütü NATO’ya bağlılığını ortaya koyması ve ABD’nin yeni seçilen Başkanı Trump ile iş birliğini geliştirmeye hazır olduğunu söylemesi, Erdoğan iktidarının emperyalizm “eleştirisinin” Kürtlerle sınırlı olduğunu görmeye/göstermeye yetiyor.

Bu “eleştirinin” arka planında bölgede (Ortadoğu) son dönemde yaşanan gelişmeler yer alıyor.

ABD emperyalizmi Ortadoğu’daki egemenliğini sürdürebilmek için İsrail ve Körfez’deki Arap rejimleri arasındaki iş birliğini geliştirmeye dayalı bir ‘yeniden dizayn’ politikasını uygulamaya çalışıyor. Geçen yılın 7 Ekim’inden bu yana geçen süreçte ‘direniş ekseni’ içindeki Hamas ve Hizbullah’a önemli darbeler vuran İsrail, İran’ın bölgesel gücünü sınırlamayı amaçlayan bu yeniden dizayn politikasında mızrağın sivri ucunu oluşturuyor. ABD ve İsrail için Irak ve Suriye’de Kürtlerle sürdürülen iş birliği de bu yeniden dizayn politikası bakımından önem taşıyor. Başka bir yazı konusu olmakla birlikte son günlerde Halep kırsalında el Kaide’nin devamcısı HTŞ ve Suriye devlet güçleri arasında yaşanan çatışmaların da bu dizayn politikasının yeni halkası olduğu anlaşılıyor.

İşte zamanında kendini “BOP’un eş başkanı” ilan eden ve 2011’de “bölgesel liderlik” hevesiyle Suriye müdahalesinin öncülüğüne soyunan Erdoğan ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericilik, bölgedeki son gelişmelerin Türkiye’yi ikincil önemdeki bir aktör pozisyonuna düşürmesinden büyük bir kaygı duyuyor. Çünkü iktidar ve devlet, bölgedeki gelişmelerin Türkiye’yi bölgedeki paylaşım ve egemenlik mücadelesinde geri plana itme ve dahası Suriye Kürtlerinin statüsünün kalıcılaşmasının Kürt sorununda ülke içindeki politikayı sürdürülemez hale getirme potansiyelini görüyor ve bunun önünü almaya çalışıyor.

Bu yüzden Bahçeli, Irak’ta PKK ve Suriye’de Kürt özerk yönetimi ve SDG üzerinde etkili olabilecek bir aktör olarak ısrarla Öcalan’ın devreye girmesini istiyor. Böylece Öcalan’ın devreye girmesi halinde Irak ve Suriye’de devreye girecek bu ‘ön alma’ siyaseti üzerinden Türkiye egemen sınıfları bölgede karşı karşıya bulundukları riskleri bir avantaja çevirmeyi hesaplıyor.

Yoksa Bahçeli ve iktidar blokunun derdi, söylendiği gibi ülkede barışı sağlamak olsaydı en kolayı herhalde hakkındaki AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları uygulanarak Demirtaş’ın serbest bırakılması olurdu. CHP Lideri Özgür Özel’in “Samimiyet olsa, Demirtaş'tan katkı istenir” açıklaması gerçeğin bu yönüne işaret ediyor.

Ancak iktidarın asıl derdi ülkede barışı sağlamak değil, bölgede PKK ve SDG üzerinde etkili bir aktörün devreye girmesi ve bu temelde bölgede olası risklere karşı bir ‘ön alma’ siyasetini devreye sokmak olunca, bu konuda Öcalan’ın rolünü oynayabilecek başka bir aktör bulunmuyor. Bu nedenle de Bahçeli açıklamalarında ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor.

Yanlış anlaşılmasın, burada iktidar blokunun Öcalan’ı işaret etmesinin arkasındaki nedenlere ve gelişmelere dikkat çekilmeye çalışılıyor. Yoksa burada söylenenlerden 2013-2015’teki “çözüm süreci”nin aktörlerinden biri olan Öcalan’ın ülkedeki Kürt sorununun çözümünde etkili olmadığı/olamayacağı gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır.

Ülkedeki iktidar yıllardır “terör” parantezine aldığı Kürt sorununu her türlü demokratik hakkı askıya almanın dayanağı ve milliyetçi-şoven kışkırtmalarla halklar arasında düşmanlığı körükleyip sınıf çelişkisinin de üstünü örtmenin aracı olarak kullanıyor. O yüzden içeride bir Kürt sorunu olmadığını söyleyip bölgede Kürt sorunundan kaynaklı olası risklerin önünü almaya yönelik bir politika geliştirmenin yolunu arıyorlar.

Başka bir deyişle Kürt sorununun içi bizi; bu ülkenin halkları ve her milliyetten işçi-emekçilerini ve dışı da ülkedeki iktidarı ve bölgedeki paylaşım mücadelesinden pay almak isteyen tekelci burjuva gericiliği yakıyor. Dolayısıyla bu ülkenin halkları ve her milliyetten işçi-emekçileri için asıl tehdit dışarıda değil, içeride iktidarın, burjuva gericiliğin çıkarları temelinde sürdürdüğü politikadır. Bu tehdidi ortadan kaldırmanın yolu da Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözümü, ülkede demokrasi ve bölgede barış için mücadeleyi büyütmekten geçiyor.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa