Orhan Kemal’den Rahmi Koç’a kültürel değer üretimi
Fotoğraf: Alper Şen
Hayli açık bir sınıfsal emek-sermaye çatışması nedeniyle, esasen karşı karşıya konumlanan bu iki ismi, Orhan Kemal ve Rahmi Koç’u, biraraya getiren bu başlık, İstanbul’un güncel kültürel gelişmeleri nedeniyle oldu.
Birazdan açacağım içerikle bu başlığı Orhan Kemal’den Kadir Has’a veya Necati Bereket’ten Rahmi Koç’a olarak çeşitlemek de mümkün. Toplumsal bağlamda daha geniş ölçekte bilinen Orhan Kemal, Rahmi Koç vb. isimler arasında, onlar kadar bilinmeyen Necati Bereket de kim derseniz, tersane işçisi Bereket’in adını anmam, tam da bu yazının mesele ettiği kültürel değer üretimi mevzusuyla ilgili…
Önce beni bu başlığa getiren ve adı geçen isimleri yan yana ifade etmemi sağlayan olayları açayım. CHP’den seçilen Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, 27 Kasım 2024 tarihinde X hesabından şu paylaşımı yaptı; “Beyoğlu'muzun hafıza mekânlarından olan Rahmi Koç Müzesi'nin 30. yılına özel düzenlenen serginin tanıtım gecesine katılmaktan onur duydum. Etkinlikte bulunan İBB Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu'nun duyurduğu üzere, Rahmi Koç Müzesi'nin bulunduğu Hasköy Caddesi'nin adının Rahmi Koç Caddesi olarak değiştirilmiş olması da ayrıca mutluluk verici. Koç Holding Şeref Başkanı ve Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekili, iş insanımız Sayın Mustafa Rahmi Koç'a kentimize on yıllardır kattığı değer için teşekkür ederim”.
Günay’ın söz ettiği Koç’un kente kattığı değerlerden Rahmi Koç Müzesi, Haliç’in kuzey kıyısında 1991 ve 1996 yıllarında sırasıyla dönüştürülen Lengerhane ve Hasköy Tersanesi üzerine kurulu. Fenerbahçe Vapuru da Müze’ye devredilen tarihi değerler arasında. Bu devrin arka planını ve nelere mâl olduğunu açmazsak, sadece eski-yeni işlev bilgisi olarak eksik kalır. Nasıl oluyor da kamuya ait ve tarihi değeri olan yapı/alanlar sermayedarlara devrediliyor derseniz; nasıl diğer işletmeler, kıyılar, orman alanları vb. oluyorsa kültürel değerler de özelleştiriliyor. Politik-ekonomik ilişkiler kültürel sermaye ile de güçleniyor.
Koç sermayesinin söz konusu alanlara, daha üretim sürerken el attığını sözlü tanıklıklardan biliyoruz. Haliç kıyılarındaki dönüşümü tanıklıklar üzerinden aktardığımız “Yaşayan Üreten Dönüşen Haliç (YÜD Haliç)” görsel belgeleme çalışmamızda Necati Bereket, Ali Çınar gibi tersane işçileri süreci yaşayan tanıkları olarak gayet detaylı anlatıyorlar (1).
Bu alanlar üretim bağlamında gözden çıkarılıp, işlevsizleştirilince, Koç sermayesi yeniden devreye giriyor ve bu kez kişisel koleksiyonlarını, oyuncak ve gerçek arabalarını vb. sergileyecek bir alan tesis ediyor. Sadece burası da yetmiyor; Koç’un Ankara ve Cunda’da da müzeleri var. Hepsi de kentlerin en keyifli yerlerinde, en güzel yapılarında.
Hasköy’deki yerleşke, bir endüstri müzesi oldu. Diğer bir deyişle buradaki endüstriyel birikimi var edenlerin emeğinin üstüne çöken bir müze. Şimdi de caddenin ismi kendisine sunuluyor. Belediye Başkanı İmamoğlu da buna karar veren kişi.
YÜD Haliç belgeselinde Necati Bereket, özelleştirmeler karşısında, “…kimin malını kime veriyorsunuz” diyordu.
Yerel yönetim gibi, merkezi yönetim de Koç’a imkân vermeye devam ediyor. Camialtı ve Taşkızak Tersanelerini, önce Haliç Port, ardından Tersane İstanbul adıyla dönüştürmek üzere Fettah Tamince ortaklığına devreden hükümet, buradaki bir fabrika yapısını Sadberk Hanım Müzesi için Koç’a verdi. Yapının sadece cephelerinin/kabuğunun tutulduğu, içine-etrafına müzenin inşa edildiği bu yapı, endüstri mirasına saygı olarak tarif ediliyor. Oysa belgeselde tersane işçisi Kamile Çiftçi diyor ki; “…tamam müze yaptınız, ama bari bize biraz saygı gösterseydiniz”…
Bu sözleri tersanelerdeki direnişlerden müzeleştirme sürecine dek, bu değeri üretenlere yönelik muamele karşısında söylüyor. Öte yandan 30. yılı kutlanan Müze’de kültürel ideoloji üretimi süregidiyor. Bu yazının görseli de olan ve YÜD belgeselinde yer alan Alper Şen’e ait fotoğraf, söz ettiğim ideolojinin sanırım en etkileyici tezahürü; Trabant Otomobili önündeki Berlin Duvarından taş parçalar, izleyenlere “Komünizmin Çöküşünün Sembolleri” olarak sunuluyor…
Orhan Kemal’e gelirsek, 1954-1966 yılları arasında Cibali’de yaşadığı evin satışa çıkarılması gündeme düştü. Çok uzun süredir başta oğlu Işık Öğütçü ve Türkiye Yazarlar Sendikası olmak üzere, yereldeki insanlar yapının yaşatılması için mücadele veriyor. Sadece evi için değil, Cibali otobüs ve tramvay duraklarına Orhan Kemal’in adı verilsin diye de kampanya yapıldı -bu kampanya da Cibali Tütün Fabrikası’nı kendi adını vererek üniversiteye dönüştüren sermayedar Kadir Has ile çarpıştı. Cibali’deki caddenin adı da Kadir Has-. Orhan Kemal isim önerisi için yerel yönetim ile görüşüldü. “Cibali’deki Umudun Yazarı: Orhan Kemal” isimli bir belgesel hazırlığı yapıldı (2).
Yine Lefebvre’e referansla kent çelişkilerin ortamı olmanın ötesinde üreticisidir de. Zira kent; sınıfsal, etnik, cinsiyet türlü çatışmaların da üretim yeridir. Bu bağlamda Orhan Kemal’in evi üzerinden ortaya çıkan çelişkilere de dikkat çekmek isterim.
Çok sayıdaki eserinin yanında “Yoksul Evler”in de yazarı olan Kemal’in evi, aynı maddi yoklukla sınanıyor. Evi kullanım değeri üzerinden yaşatmak mümkün olamıyor. Evin yaşaması için, “yaşayanı-öldüren” müzeleştirme akla geliyor, ya da miras olarak kayda geçirip “kapma aygıtına” sunma riski doğuyor veya Kadir Has’a, Rahmi Koç’a tesisler, isim hakları veren yönetimlerin “popülist-seçmeci-değer-üretimi zihnine” yüz dönülüyor.
Başlığa dönersek, Orhan Kemal’den Rahmi Koç’a kültürel değer üretimi emek-sermaye çatışması bağlamında süregidiyor. Sistem-içi kentleşme, sürdürülebilirliğini, sermaye ile kurduğu işte bu organik bağlarla sağlıyor. Bu organik bağlar, yukarıdaki iki örnekte görüldüğü üzere, kültürel değer üretimi için de geçerli oluyor. Kültür-sanat sermayenin gücüne güç katarken, sermayenin/sermayedarın suçlarının üstünü örtüyor, görünmezleştiriyor ve hatta Günay’ın deyimiyle “kente değer kattığı” için -kendileri gibi- minnet duymamız bekleniyor…
Burada kısaca açtığım koruma politikası 21. yüzyılda “anaakım/resmi -yetkili- miras söylemi” olarak tarifleniyor ve hayli eleştiri alıyor. Daha önce de bu sayfalarda söz ettiğim “eleştirel miras çalışmaları”, Türkiye’de okullarda okutulan, sahada uygulanan kültürel değer üretiminin kök sorunlarıyla yüzleşiyor. Benim de parçası olduğum bu çalışmaların yaygınlaşması, daha da çok önem kazanıyor…
1. https://x.com/yudhalic; https://www.instagram.com/yasayanuretendonusenhalic/
- Kent suçu nedir? Antakya örneği… 23 Kasım 2024 05:06
- Kent hakkı bağlamında kent konseyleri: Hopa 16 Kasım 2024 04:35
- Endüstri mirasını “koruma”: Haydarpaşa/Sirkeci Garları 09 Kasım 2024 04:58
- Sağlık sisteminde “koruma”: Heybeliada Sanatoryumu 02 Kasım 2024 05:30
- Mimarlığın simgesel gücünü sorunsallaştırmak! 26 Ekim 2024 04:00
- İşçi sınıfı mekânlarında süregiden soylulaştırma 19 Ekim 2024 04:12
- Kent-soylulaştırma-tetikçisi: Sanat mekânları 12 Ekim 2024 04:44
- Kent-soylulaştırma-tetikçisi: Kahve mekânları 05 Ekim 2024 04:58
- Kent hakkı bağlamında ulaşım: Vapurlar 28 Eylül 2024 05:12
- ÇED ne işe yarar? 21 Eylül 2024 04:46
- Kent hakkı bağlamında spor 14 Eylül 2024 04:49
- Kent hakkı ne değildir? 07 Eylül 2024 06:20