30 Kasım 2024 06:10

İçimdeki taziye çadırı

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Kahvede oturmuş birini bekliyorum. Masalar dip dibe. Kulağımda onlarca insanın uğultusu ve tekil tekil cümleler. Okuldan yakınan ebeveynler, fiyatı yüzünden deterjanı almadan kasada bırakanlar, o istifayı yarın vermeye kesin niyetli olanlar, işte burada bardağı 20 lira olan çaya geçen gün başka yerde 110 istendi diye hınçlananlar...

Yan masamda iki kadın var. Biri ya boşandı ya sevgilisinden ayrıldı. Bir adam, o leke tutmaz polyester masa örtüsünde, üzerine işaret parmakları vurula vurula gömüldü.

İyi arkadaşlar, biten ilişkide diğer tarafın olumsuz yönlerini hatırlatır, duygusal boşlukları gerçeklikle doldururlar. İnsan da böylece bir kez daha kıymetini anlar dostunun, onca zaman içine atmış, öfkesini dizginlemiş, bir ilişkiye saygı duyup kendisinden destek isteyene, fikri sorulana kadar sabır taşı olmuş, beklemiştir.

İşte taraflardan biri o arkadaş. Açıldı baraj kapakları, tutabilene aşk olsun.

“Masaya oturuşunda hayır yoktu adamın, bam diye araba anahtarını masaya vurmalar falan, bir dar paça pantolonu eksik, o da kesin koca kıçına sığmadığından. Havası kimeyse artık.”

“Öyle miydi?​” diyor karşısındaki.

“Öyleydi ya, estetik yoksunu, ayaklı toksik erkek, homur homur, gözü başı etrafta sanki herkes seni kesiyor, adam gözleriyle duvar örüyordu etrafına.”

“Kıskançtı evet.”

“Kıskanç denmez öylesine, her şey benim olacak hırsı onunki. Bütün bakışlar onda olacak, herkes ona minnet edecek, soru sormayacak ama teşekkürü eksik etmeyecek. Adam nimet ya, herkes ona şükredecek.”

“Kızım ekimde cenazeye gittiğimizde bile çelenge adının yanına abi yazdırmış adam. Bak kendi yazdırmış. Kendi kendine abi dedirtmiş herif rezalet ya.”

“Fark etmemişim, parasını da ben vermiştim oysa.”

“Oha! Bak yine kadının adı yok, senin adın yoktu çelenkte.”

Buradan alınan haklılık motivasyonuyla açıldı defterler. “Hatırlar mısın?​” ile başlayan anılarda nasıl da ikinci plana atıldığının, insan yerine konmadığının, fark etmeden verilen tavizlerle adamın nasıl tepeye çıkarıldığının, şımartıldığının, bir taraf mazlumlaştıkça diğer tarafın zalimliğin önünü alamadığı üzerine burada yazarsam kişi kendini tanır kaygısıyla anlatamadığım bir sürü örnek saçıldı.

Hırsını alana, hıncını çıkarana kadar gidene saydırdı kadın. Karşısındakini iyice işlediğine emin olana kadar uzun yıllar sürdüğünü tahmin ettiğim bu ilişkinin en berbat anlarını masaya yığdı. 

“Adam senin hayat enerjini öldürdü, gözünün ferini öldürdü, neşeni öldürdü, heyecanını öldürdü, öz güvenini öldürdü, üç kuruş birikim bırakmadı sende, elindeki avucundakini sömürdü, yalnızlaştırdı, arkadaşsız bıraktı, eskiden ne kalabalıktık bak bir ben kaldım, o da benim inadımdan. Beni de aramadın sormadın ben aramadıkça, hiç sen teklif etmedin görüşelim, buluşalım diye, zor zamanlarımda aradın o ayrı ama salmadı, kalkıp gelemedin...”

“Üzerime gelme bu kadar, içimde bir taziye çadırıyla geziyorum zaten yıllardır. Hatırlamak istemiyorum ama bu unuttuğum anlamına gelmiyor. Tamam anladım, bundan sonra hayatımı yaşayacağım ama sen de bir izin ver.”

Beklediğim kişi geldi, oturmayalım burada dedim, her konuşulanın nasıl da ortada konuşulduğunu tecrübe etmiş olarak. Tam orada onların da bir tanıdığı denk geldi, merhaba-merhaba bir tanışlık sanırım ki sustular. 

“N’aber, nasılsınız?​” dedi geçerken selam veren, “Memleket gibi” dedi ikisi birden.

Çok doğru dedim içimden. İçimizde bir taziye çadırıyla geziyoruz yıllardır, gerçekten.

Birbirimizi unutmakla suçluyoruz, hatırlamak istememekle unutmak arasındaki farkı gözetmeden. Hatırladığında, yaşayamıyorsun bazen. Aklının bir yerinde akıp duruyor tahta çakılmış taze kabarık toprak ve koğuş numarasına kadar cezaevi adresleri. Sanki gece gündüz ayırt etmeden seri hırsız giriyor eve, hangisi neyi aldı aklında tutmaya çalışırken bir bakıyorsun kulağındaki küpe de gidiyor. 

Yaşanan adaletsizliği, sıkışmışlığı, baskıyı, hukuksuzluğu, usulsüzlüğü, mantıksızlığı sıralarken, bakıyorsun bir hayat kalmamış geride. Bizim de vardı hayallerimiz ama neydi, bir başka alem mümkündü ama nasıldı?

Somut koşulların somut tahlili öngörülü kabule dönüşüyor. “Yaptırmazlar, ettirmezler, dedirtmezler, toplum öyle, halkımız böyle” ve maaleseflerin geçit töreni...

Her şey kötü, yalan, yanlış, yasak olduğundan, bunları konuşmaktan zaman kalmıyor iyiye, güzele, doğruya.

Her gün yeniden yeni bir kötülük, eskileri de hatırlatırcasına. Kanuni’ye, Fatih Sultan Mehmet’e, Abdülhamit’e kadar bir tarihsel düzeltme, doğrulama, hatırlatma çabası. 

İleride ne var göremiyoruz, geleceği çizemiyoruz. Bagaj yüklerimiz çok ağır, yokuşu çıkamıyoruz.

İçimizde biteviye taziye çadırı, biz aydınlığa bakamıyoruz.

Bir gün belki de yalnızca bir an, hiç yenilmemiş, hiç yıkılmamış, hayat olması gerektiğince akarmış gibi, eksilmemişçesine, yüreğimiz ağzımızda değilmişçesine, aldığımız nefes yerini bulurmuşçasına bir durabilsek ve bakabilsek, sanki kuşbakışı göreceğiz neyiz ve nerelerdeyiz.

Işığı görmeden çıkışı bulmaya çalışıyoruz, karanlığın adını zikrettikçe karanlık çekiyor paçamızdan.

Elimde olsa, bir kürsüm olsa, onu neyi kaybettiklerimizi saymakta kullanmazdım. Eminim milyonlarca insan artık devam edebilmek için hatırlamamayı tercih ediyor. Ve bu unutmakla aynı şey değil.

O kürsüden hatırla! diye başlamazdım cümlelerime, “Düşün, hayal et” derdim.

İki kapı var önümüzde, birinin ardı kan, revan, dehşet, korku, baskı, felaket. Onun kapısında durmaktan diğerine hiç sıra gelmiyor. Tüm çiçekli bahçeler orada belki ama elimiz gitmiyor.

Cehennemin kapısını kapatmak diyordu ya Lula, o kapıyı kapatmak için belki de diğerini aralamak lazım.

İçimizdeki taziye çadırı hep bizimle gezecek nasılsa, hatta bizden sonra da nesillerce sürecek bir travmalar silsilesi yaşadık zira.

Acımızı unutmadan ama her an hatırlatmak zorunda hissetmeden, bu iktidarın yirmi yılı yetmişken, kırkını da çıkarmaya çalışmadan, hemen yaşamaya çalışsak mı?

Olmaz denilenler konusunda ellerine su dökemiyoruz, mantık zemininden çıkamadığımızdan. Mantık zemininde en iyi kozumuz, insanca bir yaşamı biliyor oluşumuz. Oyunu, güçlü olduğumuz yere çeksek mi?

İnsanız, insanca bir muameleye, bir güzel söze, bir iyi güne muhtacız. Kendimize hep acılar üzerinden “hatırla!” diyeceğimize biraz da göstere göstere iyi bir yaşamı hatırlatsak mı? Hiç bilmeyenlere.

Işığı görünce çıkışa yürümek isteyen belki daha çok olur. 

Özür dilerim yan masa, kulak misafiri olmaktan öte, bayağı dinlediğim için.

Teşekkür ederim yan masa, durumu yüzüme çarptığın için.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa