Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi?
Görsel: Canva
Türkiye’nin hem maddi hem de moral olarak ciddi çöküş aşamasında olduğunu düşünüyorum. İfademe kesin yargı koymadan, düşünüyorum demem, sanıyorum, sadece duygusal sebeplere dayanmaktadır. Zira cumhuriyetin birinci yüzyılını devirmiş olan milletimin bu hale gelmesinden hem ıstırap duyuyorum hem de değerli okurlarımı aşırı bedbin görüşlere sürüklemek istemiyorum. Belki de toplumsal kurtuluşun tek yolunun tüm toplumun bedbinliğe sürüklenerek, siyasi alanda kişisel ve ülkesel olarak daha isabetli kararlar alması olduğu düşünülebilir. Şimdi, beraberce hangi bağlamda ne demek istediğimi adım adım kısaca tartışalım.
Açmamız gereken birinci konumuz toplumsal çöküş meselesidir. Siyasetin sertleşmesi ve çok temel klasik demokrasi kurallarından dahi giderek uzaklaşması toplumsal kurumların çöküşünün çok vahim sinyalidir. İşte bu noktada kurumlar mı ekonomiyi ve toplumu oluşturur, yoksa ekonomik koşullar ve ona uyumlu davranan toplum mu maşeri vicdanı ile toplumsal kurumları oluşturur meselesi öne çıkıyor. Daron Acemoğlu’nun anlatımında temel olan ‘araçsal değişken’ (instrumental variable) yöntemine eleştirel bakarak, Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi, toplumsal kuralların oluşumunda asıl olan insan davranışlarını belirleyen ekonomik koşullardır. Bu tartışmayı başka bir yazıya bırakarak, Türkiye’deki koşullara bakacak olursak, küresel krizin derin yansıması ve emperyalist sermaye ile birleşen içte yandaş sermayenin devleti de yanına alarak toplum üzerinde ekonomik baskı kurup ulusal birikimin aksine kişisel servet yığma çabalarına girişmesi ve servet birikiminde siyasileri de yandaş olarak kullanarak toplumun önemli bir kesimi için açlık sınırı altında yaşam standardı oluşturması yağmacı ekonomi uygulamasının sonucudur. Kurumların çıkarlara göre oluşturulmasının ekonomiyi daha da olumsuz aşamalara sürüklemesinin kurum-ekonomi ilişkisi olarak değil, ekonomi-kurum ilişkisi olarak görülmesinin daha doğru olduğu, kanaatindeyim.
Açmamız gereken ikinci konumuz, ekonomi-kurum çöküşü ivmesinin durdurulması ve sürecin geriye döndürülmesinin nasıl ve hangi süreçlerle gerçekleştirileceği meselesidir. Bu meseleye yaklaşımda, sistem mantığı gereği, bir sürecin olgunluk aşamasına gelmeden geri döndürülemeyeceği varsayımının geçerliliğinin testi söz konusudur. Bu varsayımı geçerli kılan nedensellik ilişkisinde, bir sürecin her aşamasında ve işleyişinde oluşan belirli çıkar gruplarının sistemin geri döndürülmesini engelleme, hatta değişim zorlamalarını sabote etmeye yeltenme mantığı başattır. Örneğin, günümüzde fevkalade çirkin şekilde yaşadığımız eğitim ve hukuk sistemlerinin geri döndürülmesi durumunda, bugünkü işleyişten çıkar sağlayan kesimlerin ciddi dirençleri, hatta zaman zaman karşı koyuşları ile karşılaşabilme olasılığının söz konusu olabileceğidir. Nitekim yaşanan diz boyu hukuksuzluk ve usulsüzlüklere rağmen, hiçbir medeni ülkede görülmeyecek derecede iktidar partisinin tüm elemanlarıyla sergilediği kenetlenmiş görüntünün herhalde demokrasi aşkına değil, usullü veya usulsüz ihraz edilmiş mevki veya makam avantajlarından uzaklaşmama amacından kaynaklandığı düşünülebilir. 22 yılda ülkeyi bu hale sürüklemiş olan bir siyasi partinin ancak Afrika kabilelerinde görülen örtülü despotik ve/veya yönlendirilmiş seçim benzeri manevralarla iktidara tutunması, yandaşlarının parti dağıldığında menfaat havuzlarının da yok olacağı ya da hesaplaşmalarla karşı karşıya kalınacağı endişesinden kaynaklandığı açıktır. Bu nedenle kişisel kanaatim odur ki bugünkü koşullarda ciddi bir sosyal kalkış olmadan seçim you ile parti ve yönetim değişikliğinin ya da var olan yapılarda gerçekleştirilebilecek yüzeysel makyajlarla bazı ufak sorunlara el atabilmesinin olabilirliğine karşın, ciddi ters dönüşün gerçekleştirilmesi fazla olası görülemez.
Peki, hal bu iken, Türkiye aynı olumsuzluk çizgisinde devamlı olarak olumsuz aşamalara sürüklenmeye mahkum mudur? Umarım yanlış düşünüyorumdur, ancak sosyal dinamikleri ve oluşmuş çıkar havuzlarını dikkate aldığımızda kısa sürede başka bir çözüm gözükmemektedir. Bu durumda, ya çok derin bir sosyal çöküş ya da maalesef silahlı bir çatışma ancak bu kör düğümü çözebilir. Bu iki çözüm olasılığını dikkate almadan önce söz konusu olumsuzluklardan yarar sağlayarak Türkiye’yi içten sömüren, doğrudan ya da dolaylı yollardan Türkiye’yi buralara iten iç ve dış güçleri de mercek altına almalıyız. Türkiye’nin çöküşü uzun vadede gaflet içindeki iç güçlerin de aleyhine olduğu halde, felsefi ve uzak görüşten yoksun batıl sağ görüşlü tarikat yandaşlarının çıkar alanının genişlemesine neden olarak beslenmektedir. Siyasi alanda anlık hakimiyet kurarak gerek eğitim gerek hukuk alanındaki yozlaşmalar söz konusu gerici kesimin kısa vadeli menfaatinedir. Ne var ki nihai çöküşte tüm kesimler gibi gericiler ve bağnaz görüşlüler de nasibini alacaktır. Eğitimcilerin çok veciz ifadelerine dayanarak ileri sürebiliriz ki cahiller cahilliklerinin farkında olmayacağı gibi, felsefi görüşten yoksun olanlar da geleceği algılayamadan günün parıltısıyla iman ederler. Nitekim partinin geçmişi, dünya ekonomisinin ve Türkiye’nin durumunu bir an için olsun dikkate almayan AKP taraftarlarının “Yetmez ama evet” aymazlığında birleşmesi, AKP’ye bir nebze de olsa halkın bir kesiminden onay almasını sağlamıştır. Ne var ki bu günlerin geleceğini göremeyecek kadar kifayetsiz olan bu cahil kesim bu günlerden zerre kadar utanç duymamakta olmalı ki günümüzde sesleri duyulmamaktadır. Şimdi, hal böyle olunca, insan sormadan edemiyor, Türkiye içinde bu denli ehli cahil varken yabancının çomak sokmasına ne hacet var ki! Mesele şudur ki halkımızın Batı karşısındaki aşağılık duygusunun yarı cahil okumuş aydın yobazlarındaki yansıması da böyle cahil cesareti şeklinde tezahür ediyor olsa gerek! Osmanlı’nın sonlarına doğru yenilgilerden bezen ve aşağılık kompleksine sürüklenen yığınlar içindeki farklı kesimlerin Batıya besledikleri duygular ve ülkelerine yabancılaşarak bakışları farklı ve birbirine çok zıt olabilmiştir. Batı etkileşimi karşısında sinen birinci kesime karşın, ikinci kesim Batıcılığı bilinçsizce benimseyip özüne yabancılaşarak Batının görüşlerini ülke halkına uygulaması, toplumu AKP’nin dahi beceremeyeceği kadar güçlü şekilde bölebilmiştir. Dış ve iş güç karmaşasının profili böylesi içiçe geçmiş ve karmaşıktır; bu iki akım biri diğerine fazla gereksinme duymadan adeta simbiyotik yaşam formatında toplumsal yapıyı oluşturmaktadır. Ne var ki her iki güç de toplumsal ilerlemede güç ve yetki sahibi olamamaktadır. Toplumsal savrulmaya yol açan ve yabancı güçlerin yararlandıkları sosyal alan budur. Bu oluşumun ve sürgit devamının ekonomik altyapısının başka bir yazıda irdelenmesi kaçınılmazdır.
Ekonomik krizler avantacılara yeni ufuklar açarken, halklar lehine iki açıdan değerlidir. Birincisi, krizler sistemlerin en net şekilde anlaşılabilir halleridir. Sistemler anlaşıldıkça sitem karşıtı direniş ya da kalkışların provalarının yapılması toplumların dinamik güçlerinin önünü açar. Krizlerin halk adına ikinci yararları ise yürüyüşün en zayıf halkasını oluşturması sebebiyle, sistem karşıtı kalkışlara prova olanağı sağlamasıdır. 2014 Lenin’in yüzüncü ölüm yıl dönümüdür. Sistem krizlerinin sistem dönüşlerine yol açma provaları açısından büyük ustadan öğrenebileceğimiz çok şey olduğu kesindir.
Tüm bu karmaşalar arasında, halkımızın mutluluğu için en uygun yolların açılması dileğimle!
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56