Haberin telifi meselesi
Görsel: DALL-E
Haber derlenen, yeniden kullanılan, yayılması, konuşulması arzulanan bir şeydir. Başından beri böyle, o nedenle telif ve haber kavramının yan yana gelmesi hep tartışmalı olmuş. Will Slauter “Who owns the news?” [Haberin sahibi kim?] başlıklı telif haklarının tarihini anlatan kitabının* girişinde 1733 yılında yayınlanan Grub-Street Journal’a yönelik “korsanlık” suçlamalarını anlatmış. Gazete o hafta Londra’da yayınlanan bütün gazeteleri tarayıp kaynak göstererek, aynı hikâyeyi hangi gazete nasıl görmüş, yan yana getirip biraz da hicvediyormuş. Kendisini “yöntemimiz yalan haberlere son vermek için son derece yararlı ve hatta gereklidir” diye savunmuş. Ne güzel, keşke bugün de birileri bu işe soyunsa.
Teliften bahsettiğimizde otomatik olarak mülkiyetten bahsediyoruz aslında. Ve tarih bize gösterdi ki haber ve mülkiyet bir araya geldiğinde, bu kamu yararına olmuyor. Bir gazeteci haberini ya da fotoğrafını bir gazeteye sattığında aldığı üç kuruşun karşılığında aslında emeğini ve yaratıcılığını da satıyor. Gazetecilerin işlerini yaparken özgürlüklerini kısmen de olsa koruyabilmeleri için, bizdeki düzenlemelerde dahi, farklı basın kuruluşlarına haber yapabilme özgürlüğü tanınmış. Ancak elbette emek mülkün sahibi karşısında çaresiz.
Türkiye’de haberde telif hakları deyince en yakın örnek olarak aklıma Doğan Grubu’nu aldıktan sonra Demirören Grubu’nun ilk yaptığı işin Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin manşetlerinin eleştirilmesini önlemek için telif haklarını bahane ederek her yere ihtarname çekmesi geliyor.
Bir gazetecinin sahaya inip uğraşıp didinip yaptığı bir haberin bir başka gazete tarafından aynen alınması ya da sonuna uyduruk bir görüş alınıp kendi haberi gibi sunulması elbette çok çirkin. Ancak bu mülkiyetin konusu mudur, etiğin mi? Bence ikincisi. Çünkü işler bazen “hani bunun ilk sahibi?”ne kadar karmaşık olabiliyor. Bunun yanı sıra yasalar gazeteciyi, gazeteciliği değil ‘mülk’ün sahibini koruyor. Marx’ın gazetecilerin onurlu bir yaşam sürmesi gerektiği ancak gazeteciliğin para için yapılmaması gerektiği tespitini hatırlamakta fayda var, biz haberin sahibi değiliz.
Gelelim bugün neden haberde telifi konuşmaya başladığımıza. Haberden kaynak göstererek makul oranda alıntı yapılması, habere ulaşma hakkı ve kamu yararı gerekçesiyle uzun bir süre gazeteciliği telif düzenlemelerinden muaf tuttu. Ancak internet ve sosyal medyanın hayatımıza girmesinin ardından kapitalist mantık gereği pazarı birkaç büyük platformun ele geçirmesi, haberin bilgisayar ya da telefondan bedava ulaşılabilecek bir metaya dönüşmesi basını gelirsiz bıraktı. Burada bir parantez açarak medyanın, özellikle de yazılı basının, tüm dünyada düşen gelirlerinin yalnızca internete bağlanmasına küçük bir şerh düşeyim. Elbette internet oyunu değiştirdi ancak haberciliğin de medya sahipleri ve iktidarların çıkarlarıyla bütünleşmesi ona olan güveni ve ihtiyacı azalttı.
Habercilikle beraber reklamlar da internete kaydı ama ne var ki pazarın hâkimi Google ve Facebook (Meta) hemen her ülkede reklam gelirlerinin yüzde 50’sinden fazlasını aldı. Bu iki dev temelde pazardaki diğer şirketlerle aynı amacı taşıyor: Trafiği kendisine çekmek. Bu sayede hem bir mecra gibi davranıp kendi alanlarını reklam verene satıyor, hem de kullanıcıların verilerini (hangi sitelere girdiklerini) izleyerek mecra ve reklam vereni buluşturuyor, komisyon alıyor, mecralara da tıklanma oranına bağlı olarak ufak paralar dağıtıyor. Haber siteleri de buradan aldıkları payla ayakta durmaya çalışıyor. Kolay olmadığı için de çoğunlukla “YKS sınavı ne zaman, saat kaçta?” gibi SEO haberciliği adı verilen yönteme ya da “Kan donduran ifade!” gibi tık haberciliğine yöneliyor. ‘Yönelmesin’ demek kolay, ama gerçekçi değil. Hafta sonu Yunanistan ve Türkiye gazetecilerinin katıldığı bir toplantıdaydım, orada da aynı sorun var. Okuyucu habere para vermediği ya da veremediği gibi iliklerine kadar hissettiği ekonomik kriz haberleri yerine Bahar dizinin fragmanını daha fazla tıklıyor. Sonuçta Google trafiğini artırmak için algoritmasını değiştirdiğinde haber sitelerinin trafiği yüzde 60/80 oranında düşebiliyor. Bu Google’ın belirli haber kuruluşlarına uyguladığı bir sansür değil. Ahmet Sabancı’nın çok haklı bir şekilde ifade ettiği gibi haber siteleri kendi bağımsız alanlarını terk edip bütün okur kitlelerini platformlara teslim ettiler.
Dahası 2022’de çok tartışılan dezenformasyon yasasının ‘havucu’ olan, haber sitelerinin Basın İlan Kurumu’ndan (BİK) ilan alabilmesini bir kurtuluş olarak gördüler. BİK’in haber sitelerinin gazetecileri basın iş kanununa göre çalıştırması, maaşların zamanında yatması gibi kriterleri önemli ve değerli, lakin koşulların kalanını tıklamaya ve girilen haber sayısına bağlamasının ve Google’ın altyapısını kullanmasının yaratacağı sakıncalar konuşulmadı, hatta konuşulmak dahi istenmedi. Google algoritmayı değiştirince BİK koşulları da riske girdi. Şimdi Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu’ndan sorunu çözmesini bekleyenler var. Hani Instagram’ı yukarıdan gelen bir emirle engelleyip, Meta yetkilileriyle haftalarca ne görüştüğünü açıklamadan bir süre sonra açan Uraloğlu’ndan…
Bugünlerde Anadolu Ajansı’nın öncülüğünde platformları telife bağlayacak düzenlemenin tartışmaları yapılıyor. AA’nın başı çekmesinin bir anlamı var şüphesiz, ülkenin en yaygın haber ağı olarak masada olmak istiyor. Hükümetin hakem olduğu, platformlarla medyanın karşılıklı masaya oturduğu Avustralya modelindense, platformlardan kazançları oranında bir meblağ talep edilip bunu BİK ya da RTÜK üzerinden dağıtılmasına dayanan düzenleme biçimleri daha ağır basıyor. BİK’in 2019’dan beri Evrensel’e uyguladığı ilan cezası düşünülürse bu iktidar döneminde dağıtımın ne kadar adil olacağı malum. Lakin iktidar değişince sadece derenin yatağı değişecekse sorun çözülmeyecek demektir. Dahası kriterler yine Google altyapısına bağımlı olacaksa niye çıkıyoruz bu yola? Mevzubahis telif pazarlığıysa tıpkı 2005’te AFP örneğinde olduğu gibi ister Google’la masaya oturulsun ister devlet eliyle dağıtılsın AA’nın bu işten kârlı çıkacağı açık. Kalanlara iktidarı rahatsız etmediği sürece bir pay düşebilir ya da Google tarafından “ocak dışısın” denebilir. 1855'te Reynolds’s Weekly Newspaper şöyle isyan etmiş "Eğer haberlerin bir gazeteden diğerine aktarılması korsanlıksa, korsanlık tüm basınının üzerine inşa edildiği temeldir." Haberin sahibi değiliz, mücadelenin temeli mülkiyet olmadığı gibi, her gün eleştirdiğimiz iktidarı safımıza dahil etmek de olmamalı.
Sırada haberleri kaynaklarını dahi silip veri tabanına dahil eden yapay zekâ şirketleri var. OpenAI, New York Times’ın açtığı telif davasında gazetenin kanıt gösterdiği yüzlerce haberi “yanlışlıkla” silip ‘pardon ya, siz yedeklememiş miydiniz?’ diye dalga geçti. The Intercept’in açtığı davada en büyük hissedar Microsoft’un sorumlu tutulmasını yargıç reddetti. Tiranlarla mülkiyet pazarlığı yapmakla onlara dava açmaktan başka çözümümüz yok mu? İsmail Gökhan Bayram Google'ın tekelinin nasıl kırılabileceğinin yanı sıra, kamu kaynaklarının adil dağıtımı ve alternatif gelir modellerinin nasıl oluşturulabileceğine dair sorularla tartışmayı başlatmıştı.
* Will Slauter, Who Owns the News: A History of Copyright, Stanford University Press, 2019.
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50
- "Net olarak" sansür 04 Ağustos 2024 05:21