Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar
Fotoğraf: Abdulfettah Hüseyin/AA
El Kaideci Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve Özgür Suriye Ordusu, yeni adıyla Suriye Milli Ordusuna (ÖSO/SMO) bağlı cihatçı grupların Halep’e başlattıkları saldırı, Hama ve Kürt yerleşim birimi Şehba bölgesine yayılarak devam ediyor. ABD, İsrail ve Türkiye’deki Erdoğan yönetimi olağan şüpheliler olarak öne çıkmalarına rağmen bu saldırılarla ilgilerinin bulunmadığı yönünde açıklamalar yapıyorlar. Oysa HTŞ’nin başını çektiği güçlerin Halep’i ele geçirmesi, Gazze ve Lübnan savaşları sürecinde görece sessiz kalan Suriye’yi yeniden bölgedeki (Ortadoğu) egemenlik mücadelesinin merkezi haline getirdi. Dolayısıyla ABD ve Rusya’dan Türkiye, İsrail, İran ve Körfez’deki Arap rejimlerine kadar bölgedeki egemenlik mücadelesinin içinde yer alan hiçbir aktörün bu gelişmelere seyirci kalmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Kuşkusuz sahadaki bütün aktörler gelişmeleri kendi cephelerinden değerlendiriyor. Bunun bir sonucu olarak birbiriyle çelişen birçok açıklama, değerlendirme ve komplo teorisinin ortalıkta dolaşması, gerçeklerin görülmesini ve doğru sonuçlar çıkartılmasını oldukça zorlaştırıyor.
Bu nedenle tartışmaya gelişmelerin yönünü anlayabilmek bakımından birer yol işareti işlevi görebilecek bazı tespitlerle katılmak önem taşıyor.
Bir: HTŞ ve ÖSO/SMO’nun son saldırısının İsrail’in Gazze ve Lübnan’da İran’ın başını çektiği ‘direniş ekseni’ içindeki güçlere darbe vurmasından güç aldığına ve siyonist saldırganlık üzerinden bölgenin yeniden dizayn edilmesi politikasının bir devamı olarak işlev gördüğüne şüphe yoktur.
İki: Saldırının başını çeken HTŞ’nin oldukça donanımlı ve eğitimli olduğunun görülmesi, geçtiğimiz dönemde Ukrayna istihbaratı ve subaylarının HTŞ ile görüşüp eğitim verdikleri iddialarını doğruluyor. HTŞ’ye verilen destek konusunda özellikle İHA-SİHA üretimi ve kullanımı konusu öne çıkıyor. Böylece son saldırıların bir ucu da arkasında ABD ve NATO’nun yer aldığı Suriye’de Rusya’yı yıpratacak yeni bir cephenin açılması planına çıkıyor.
Üç: HTŞ ile, önceli el Nusra döneminden başlayan ilişki ve iş birliği bir tarafa son saldırıda maaşa bağladığı ÖSO/SMO gruplarının katılmış olmasına rağmen Erdoğan iktidarı cephesinden bu saldırı ile bir ilişkilerinin olmadığı açıklamaları yapılıyor. Ancak Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli’nin açıklamasının satır aralarında söyledikleri, Türkiye’deki yönetimin gerçek pozisyonunu gözler önüne seriyor: Keçeli, HTŞ’nin başını çektiği güçlerin saldırısını “Rusya’nın İdlib’e yönelik ‘Astana ruhuna zarar veren’ bombardımanları”na bağlıyor ve devamında da “Tel Rıfat ve Münbiç’teki terör gruplarının sivil halkı ve Türkiye’yi hedef alan saldırıları”na dikkat çekiyor. Sözcü Keçeli’ye göre, halkların yaşam alanlarına saldıran el Kaideci HTŞ değil, kendi yaşam alanlarını savunan Kürt güçleri “terör tehdidi” yaratıyor!
Bu açıklama Fidan’ın “ilgimiz yok” açıklamasının aksine Erdoğan iktidarının HTŞ ve ÖSO/SMO’nun bu saldırganlığını Astana formatını kendi lehine güncelleyip Esad’ı bunu kabule zorlamak ve öte yandan uzun zamandır fırsat kolladığı Kürt güçlerine karşı yeni bir saldırı/operasyon için kullanmak istediğini açıkça ortaya koyuyor.
Dört: Erdoğan iktidarının kuklası “Suriye Geçici Hükümeti”nin Başkanı Abdurrahman Mustafa’nın Halep’te oluşan durumu ‘uluslararası muhatap’ olarak alınmak için bir fırsata dönüştürmek istemesi ve dahası Kürt yerleşim birimi Tel Rıfat’ı “özgürleştirmek”ten söz etmesi, Erdoğan iktidarının bu süreçteki yerini ve rolünü ortaya koyan bir başka yol işareti olarak öne çıkıyor.
Beş: Son saldırıların başını Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terör örgütü olarak tanımlanan HTŞ’nin çekmesi; ABD, İsrail ve Türkiye’nin bir yandan bu saldırılar ile ilişkilerini reddetmelerini ama öte yandan da bu saldırganlığı kendi bölgesel çıkarları için kullanmalarını kolaylaştırıyor. Başka bir deyişle HTŞ, bu emperyalist ve bölge gericilikleri için herhangi bir vekil güçten daha kullanışlı bir araç olarak duruyor.
Altı: Şam’dan sonra Suriye’nin en önemli kenti konumunda bulunan Halep’in ciddi bir direniş olmadan cihatçılara teslim edilmesi; Rusya, İran ve Hizbullah güçlerinin desteğinin olmadığı koşullarda Suriye ordusunun ne kadar kırılgan bir pozisyonda olduğunu gözler önüne serdi. Dolayısıyla bu saldırıların İran ve bağlı milislerin Suriye’deki varlığının sınırlandırılması tartışmaları bakımından da sonuçları olacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Yedi: Suriye savaşının başlarından bu yana savaşta aldıkları tutum/pozisyon nedeniyle cihatçı grupların saldırılarına hedef olan Kürt güçlerinin Demokratik Birlik Partisi/Suriye Demokratik Güçleri, (PYD-SDG) son saldırıların da hedeflerinden biri olduğu açıktır. HTŞ’nin SDG’yi Halep’teki Kürt mahalleleri Eşrefiye ve Şeyh Maksud’dan çıkmaya zorlaması ve ÖSO/SMO’nun Tel Rıfat ve Menbic hattındaki saldırıları, hem bu cihatçı grupların Kürtler için yarattığı tehdidi ve hem de bu tehdidin Türkiye’nin bölgesel hedefleriyle ilişkisinin görülmesi bakımından açıklayıcıdır. Rojava’daki SDG’nin yanı sıra KCK cephesinden yapılan açıklamalarda bu saldırıların Türkiye ile bağlantısına dair özel vurgular yapılması, Kürt güçlerinin de bu gerçeğe göre tutum almaya çalıştıklarını gösteriyor.
Öte yandan Fırat’ın doğusunda Kürtlerle (SDG) iş birliği yapan ABD’nin, geçmişte olduğu gibi bugün de Fırat’ın batısında Kürtlere karşı saldırganlığa sessiz kalması şaşırtıcı olmayacaktır.
Sekiz: Rejim güçlerinin cihatçı grupların son saldırı ve işgalleri karşısında SDG’den destek talep etmesi, saldırıları gerçekleştiren ve arkasında yer alan güçlerin hedeflerinin aksine bir sonuç doğurabilir ve SDG ve Suriye yönetimi arasında yeni bir iş birliğinin önünü açabilir. Suriye savaşının Rojava’daki özerk yönetimin ortaya çıkmasından İran etkisinin artmasına saldırıları gerçekleştiren güçlerin öngörmediği sonuçlar doğurduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Dokuz: Oldukça donanımlı ve düzenli ordu görünümünde olmaları, geçmişte olduğu gibi HTŞ’nin başını çektiği cihatçı grupların Halep’in yönetilmesi ya da kaynakların paylaşılması konusunda kendi aralarında çatışmalara girişmesi ihtimalini ortadan kaldırmıyor.
On: Bütün bu gelişmeler Ukrayna, Gazze, Lübnan savaşları ile Erdoğan iktidarının bölgesel emellerinin Halep’te kesiştiğini ve her ne kadar bugün HTŞ adı öne çıkmış olsa da yaşanan gelişmelerin emperyalistler ve bölgesel gericilikler arasındaki egemenlik/paylaşım mücadelesinden bağımsız anlaşılamayacağını ortaya koyuyor.
Başını HTŞ’nin çektiği on binlerce cihatçı militanın bölgenin yeniden dizayn edilmesi politikası bağlamında harekete geçmesi/geçirilmesi, sadece Suriye için değil; Türkiye ve bütün bölge ülkeleri için emperyalistler ve aralarında Erdoğan iktidarının yer aldığı bölgesel gericilikler eliyle yaratılan tehdidin ne kadar canlı ve güncel olduğunu bir kez daha gösterdi. Bölge halkları, emperyalistler ile iş birlikçi gericiliklere ve onların yarattığı HTŞ gibi canavarlara karşı demokratik, barışçıl ve seküler bir gelecek için ortak mücadeleye yönelip dayanışmayı büyütmedikçe bu tehdidin ve karanlık tablonun değişmesi de maalesef olanaklı görünmüyor.
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34