05 Aralık 2024 06:50

‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak!

Kentin merkezi konumundaki Sadallah El-Cabiri Meydanı'na ulaşan gruplar, ilerleyerek kentin büyük bir kısmını ele geçirdi.

Fotoğraf: Minene Hindevi/AA

Paylaş

Erdoğan yönetiminin “dış tehdit-iç cephe” söylem ve çağrısının yoğunlaştığı günlerde Suriye yönetimini yıkma hedefli cihatçı orduların saldırısı yeniden yoğunlaştırıldı. Bahçeli-Erdoğan yönetiminin aktüel stratejik gelişmelerle bağlı kazanç yolları ve araçları oluşturma, açıklamaları veri kabul edilirse, acil ihtiyaç durumuna gelmişti. Bölgedeki gelişmelere tümüyle habersiz yakalandıkları söylenemez. Erdoğan’ın bir dönemler Şam’ı alıp Emevî Camisi’nde cuma namazı kılma günlerinin geldiğini ilan ettiği ancak Rusya-İran müdahalesiyle bunun gerçekleşmediği, buna rağmen “emel”den vazgeçilmediği biliniyor. Suriye’ye karşı şeriatçı terör orduları bu hedef doğrultusunda el altında tutuluyordu. Esat’a “Benim senin ülkendeki askeri-idari varlığımı kabul et, aldığım topraklar bende kalsın ve Suriye Kürtlerinin devletleşmelerine birlikte olanak tanımayalım” çağrısının reddi üzerine, HTŞ-SMO saldırısının (Bunun Türk askeri stratejisince desteklendiği yönündeki açıklamalar iktidar yanlısı basın tarafından Şam düştü-düşecek naralarıyla teyit ediliyor) başlaması kanıt niteliğindedir. Sadece o da değil: Halep Kalesi’ne Türk bayrağı çekildi. Tel Abyad düştü. İktidar beslemesi Türk sermaye basını “erken zafer” naraları atıyor. İktidar tabyalarının bu zafer eşliğinde takviye edilmesi ve içeride yönetim tahtında kalma süresinin uzatılması hesaplar arasında. Ama hepsi bu değil: Bölge ateş hattında değil içinde!

Türk devlet iktidarı, HTŞ-Nusra ve ÖSO cihatçılarıyla irtibatlı değil sadece, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanıma iddialı Astana anlaşmasına, onları “Kontrol altında tutmak” üzere imza atmış bir güç olarak bu güçlerin Suriye yönetimine karşı saldırıya geçmelerinin istihbaratına sahip güçler arasındadır. İdlib yıllardır Türk askeri üsleri, MİT ve TSK’nin kontrolü ve koruması altındadır. Çetelere yol verildiğini H. Akar’dan Ayhan Ogan’a, Yeni Şafak-Sabah şeflerinden iktidarın rant havuzundan yiyenlere sözcüler, doğrudan değilse de dolaylı olarak dile getirdiler. “Esat dediğimizi yapsaydı böyle olmazdı”, “Bölgede artık Türkiye’ye rağmen kimsenin adım atma şansı yok”, “Çıkış yolu Türkiye ile iş birliği yapmaktır” diyorlar. Bunlar güya tehlikeyi savuşturmaya yönelik sözler. Ama yayılmacı hedeflerle düşülen yolda, önümüzdeki dönemin kendi politikaları sınırlarında kalabileceği varsayımı-istemi ve hayaliyle sürdürülen bu söylem, Türkiye yönetenlerini, bölge ülkeleri halklarına büyük yıkımlar getirmesi kesin olan bu savaş ve karmaşanın sorumluları arasında olmaktan çıkarmıyor.

Suriye ve bölge üzerine rekabet ve pay kapma kavgasında kimin kazanacağı ve kimin kaybedeceği ise ilk hamle yapanların vahşeti ve gücüyle bağlı olmayacak denli çok sayıda büyük ve nispeten küçük güçlerin bir biçimde kapıştığı zamana yayılmış gelişmelere bağlıdır. Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesinde büyük güçler arası rekabet ve kavga, daha karmaşık ilişikleri ve gelişmeleri tetikleyecek şekilde devam ediyor. Bölgedeki gelişmelerin Ukrayna’daki savaşın bugünü ve geleceğiyle de bağlantısı var. Batılı emperyalistlerin savaş kurmayları, uyduları, para ve yıkıcı silah gücüyle Ukrayna’daki savaşta Rusya karşıtı cephede yer aldıklarını, Rusya’nın ise bu savaş nedeniyle Ortadoğu politikalarına yoğunlaşamadığını ve rakipleriyle bazı iş birlikçi güçlerin bu durumdan yararlandıklarını gösterir veriler bulunuyor. Ne ki bu henüz bir sonuç değil.

ABD’nin “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” adıyla ilan ettiği bölge stratejisinin tarihe karıştığı yönündeki spekülasyon dayanaksızdır ve ancak emperyalist-kapitalist dünya gerçekliğinin karakteristik temel özellikleri göz ardı edilerek ileri sürülebilir. Güçler ilişkisinin seyrine bağlı olarak bu bölge emperyalistlerin paylaşım kavgalarının sahnesi olmaya devam ediyor. ABD’nin yanı sıra İngiliz-Fransız emperyalistleri eski sömürge topraklarıyla ilgilenmeyi sürdürüyorlar. Alman emperyalizmi dünyanın yeni bir büyük savaşa sürüklenmesine hizmet edecek şekilde durmaksızın silahlanmakta, askeri sorumluları ve CIA yetiştirmesi politikacıları savaş propagandası yürütmektedirler.

Amerikan emperyalizmi Asya Pasifik’te Çin’e karşı Japon-Avustralya-Yeni Zelanda-Güney Kore ve hatta Hindistan çevirme siyasetiyle ve Tayvan üzerinden ‘vurma’ya çalışmakta; Rusya’yı, Ukrayna ile sınırlı kalmayacak geniş bir kuşatmayla etkisizleştirme politikası izlemektedir. Çin-Rusya ittifakı askeri strateji kapsamında henüz şu ya da bu sahada fiile dönüşmemiştir. Çin’in örneğin Suriye’nin düşürülmesine yönelik askeri saldırılara karşı ne HTŞ-Nusra-Suriye Milli Ordusu denen büyük terör organizasyonlarına ne de onları çıkarları için kullanma politikası izleyen ABD-İsrail-Türkiye gibi devlet yönetimlerine karşı bir tutum içinde olduğunu gösterir veriler ya yoktur ya da açık değildir.

Batılı emperyalist şefler, İsrail’i koruyup desteklemenin kendi çıkarlarıyla bağını yüzlerce kez açıkladılar. Bu politika Irak’tan sonra Suriye ve İran’ın düşürülmesini bir hedef olarak içeriyor. Suriye ve İran’ı düşürme, parçalama ve yeni küçük ve kolay yönetilebilir (Buna yedeklenebilir demek gerekir) devletçikler haline getirme de bu stratejiye hizmet edecektir. İsrail’in Filistin, Lübnan ve Suriye’de sürdürdüğü saldırı ve bombalamalarla İran bağlantılı güçleri bulundukları neredeyse her yerde imha eylemlerine baş vurmasına karşın İran’ın etkisiz kalması, onu bu politikayı sürdürmeye daha fazla cesaretlendirmiştir. Türkiye yönetenleri ise fırsat ve endişe labirentinde ilerlemeye çalışıyorlar.

Türkiye ve İsrail görünürde karşıt konumdadır; ne ki Suriye yönetimine karşı izlenen askeri politika kapsamında -farklı öncelikleri olmakla birlikte- biri güneyden öteki kuzeyden harekat halindedir. HTŞ’nin “kazanması” durumunda Kürtlerle ilişkisinin nasıl olacağına bir güvence yoktur. ABD ve Rusya, her ikisi de Kürt özerk yönetimiyle ilişki içindedir ve ABD Rojava’daki özerk yönetimi askeri olarak da korumaktadır. Bu durumun İsrail bağlantısı yönünden nasıl bir rol oynadığını veya oynayacağı net değildir. Şam yönetiminin Kürt özerk yönetimiyle anlaşarak savaşı ülkenin savunulması ve eşit haklara dayalı yeniden kuruluşu politikası izleme eğilimini gösterir bazı veriler bulunuyor. Rusya ve İran Suriye’nin toprak bütünlüğüyle korunması politikasında ısrarlı olacaklarını açıkladılar. Türkiye yönetimi bu kaotik durumdan yararlanmaya çalışmakta hem Kürt oluşumunu etkisizleştirme hem de Esad yönetimini iş birliğine zorlama politikası izlemektedir.

Net olan ise bu kaotik durumun her haliyle bölge ülkeleri halklarının aleyhine olduğudur. Kendi duvarlarının içine kapanarak günlük rutin içinde hareket ederek büyümekte olan ve giderek tehdit edici hale gelen bu gelişmelerin yol açacağı yıkım engellenemez. Her ülke halkının emperyalist-kapitalist, siyonist ve HTŞ türü vahşi sürülere karşı mücadele tutumunda birleşmesine ihtiyaç acil hale gelmiştir. Dış tehditler ve ülkenin çıkarları adına burjuva devlet yönetimleri ilk kez ülkelerinin halklarını ateşe sürecek politika izlemiyorlar. Durdurulmaları ise halkların birleşik büyük barikatlarıyla ancak mümkün olabilir. Bir başka halkın yıkımı, yıkıma ortak olanlara huzur getirmez. Ülke içinde ekonomik-sosyal ve politik sorunlar nedeniyle büyümekte olan tepki, bölgeyi ateşe daha fazla verecek gelişmelere karşı tepkiyle birleştirilip somut biçimler aracıyla dışa vurulmadığında, sonrası daha büyük kayıplara yol açmaya aday ve açıktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa