Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır!
Fotoğraf: Evrensel
Kapitalizmin çok ilginç bir soğurma mekanizması vardır. Söz konusu ideolojik soğurma mekanizması AKP örgütü tarafından çok ustaca kullanılmaktadır ya da AKP’ye kullandırmaktadır. Bu yazıda AKP işini bir tarafa bırakıp, acil konumuz olan asgarî ücret meselesine dönelim. Ancak, önce şu sözünü ettiğimiz ideolojik soğurma mekanizmasına da kısaca bir göz atalım. Bu yöntemde, bir konu ilgili taraflara detayları ile tartıştırılarak, konunun bütünsel içindeki yeri ve konumu perdelendiği gibi, konunun farklı boyutları da gözlerden uzak tutularak, toplumsal alandaki tartışmalar istenen alana kilitlenir. Böylece, tartışılıyor perdelemesi altında mücadeleci ve demokratik bir have yaratılarak habis amaca ulaşılır. Günümüz koşullarında da bu yöntemle yoksulluk konusu da, asgari ücret konusu da ele alınıyor ve tartışılıyor görüntüsü altında, sistem mantığına hapsedilmektedir.
Örneğin, yoksulluk tartışılırken detaylı olarak tanımlanmakta, göreli yoksulluk ya da mutlak yoksulluk gibi farklı kategorilerde tasnif edilmekte ve yoksulluğun kamu politikaları ile hafifletilebileceği vurgulanmaktadır. Açıktır ki, bu stilde sürdürülen bir tartışmanın amacı, yoksulluğun sistemdeki yeri ve işlevinin gösterilerek reddi yerine, sistem içinde yumuşatılmasıdır. Çünkü meselenin bu şekilde tartışılması kamuoyunda sistemi geri plana atıp, yoksulluk sorununu hükümetin yanlış politikalarının sonucu olarak sergilenmesine sebep olur. Oysa toplumsal bilincin oluşması açısından yoksulluk konusunun tartışılmasında bir sistem ideolojisi olarak kapitalizmin öne çıkarılması kaçınılmaz olmalıdır.
Bugünkü konumuz olan asgari ücret meselesine geldiğimizde de aynı durum karşımıza çıkmaktadır, hem de eleştirel yönüyle değil, adeta örtülü şekilde onaylayıcı yönüyle. Aynen yoksulluk konusunda olduğu gibi, asgari ücret konusu da, açlık sınırı ya da yoksulluk sınırı gibi ölçütlerle ele alınarak normalleştirilmekte, sistemin işleyişinden soyutlanarak meşrulaştırılmaktadır. Asgari ücret meselesi emeği satın alınan emekçinin salt beslenme maliyetiyle sınırlandırılarak, bu sınırın boyutunun piyasa ölçeğinde ve müsaadesi oranında yükseltilmesine çalışılarak, mücadeleci bir yöntem izlenimi yaratılmaktadır.
Asgari ücret konusunda uygulanan bu sistem-uyumlu ve demokratik görünümlü yaklaşımda amaçlanan adil bir ücret ve kâr bölüşümü değil, sahte bir pazarlık görüntüsü altında gerçekleştirilen ücret ve kâr bölünümünü dayatan sermaye iradesi yatar. Nitekim Asgari ÜcretTespit Komisyonunda yer alan emekçi sermaye ve devlet temsilcileri olarak topluma yansıtılan üçlü komisyon gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçekte olan ise, komisyonda, sermaye ve devlet birlikteliğinde emek üzerinde uygulanan baskıdır. Bu baskı ortamındaki sınırlı tartışmalarda ne emperyalist sermaye ile birleşerek girişilen yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklıkları vurgununun halkımızı ve emekçileri sürüklediği borç batağının sorumluluğu, ne de sermayeye getirilen vergi afları gündeme gelir. Bu görüşmelerde orta ve alt gelir gruplarının gelir düzeyi ve harcamalarının enflasyonun sebebi olmadığı da gündeme getirilemez. Çünkü çok kurnaz yöntemlerle, böylesi meseleler konu dışı olduğu gerekçesiyle tartışma dışı tutulur. Zira sermaye yanlı hükümet, asgari ücret ve emekli gelir ve harcamalarını enflasyonun temel sebebi olarak göstererek hem kârlar lehine asgari ücreti baskılamakta, hem de emekli maaşlarını düşük tutarak kamu harcamaları içinde sermaye yanlı harcamalara alan açmaktadır. İşin daha da ağır boyutu, asgari ücret baskılaması sonucunda günlük geçimini sağlamada zora düşen/düşürülen emekçilerin ve halkın büyük bölümünün finans kesimine yönlendirilmesidir. Bu durum, halkın büyük bölümü ve emekçilerin üretim aşamasına ilaveten finans alanında da sömürü altına itilmesi anlamına gelir ki, sonuçta gelir dağılımının daha da bozulması yanında, finansal şişkinliklerle enflasyona da dolaylı yoldan katkı yapılmış olur. Görülüyor ki, adil olan asgarî ücret aldatmacası değil, ücret konusunun katma değerden adil hisse olarak ele alınması, sermaye ve yandaşı olan hükümet çevresine bu görüşün kabul ettirilmesidir. Asgari ücret masasına getirilmesi gereken önemli bir konunun da, ücret baskılamasının üretim ile doğrudan bir ilişkisi olmayıp, siyasal güç dengeleri açısından verimsiz sanayi kesiminde kârların yükselmesine olduğu kadar, müsrif kamu yöneticilerin konforunun bozulmamasına yönelik olduğudur. Asgari Ücret Tespit Komisyonunda yer alan emekçi kesim taraftarlarının pazarlıklarda idrak etmesi gereken konular bunlardır.
Yoksulluk ve asgari ücret gibi sosyoekonomik sorunlar ve konuların gerek ilgili komisyon görüşmelerinde, gerekse kamuoyu önündeki tartışmalarda devamlı gündemde tutulmalıdır ki, kamuoyu sistemin mantığı ve işleyişi hakkında bir fikir geliştirebilsin ve siyasi kanaatini ona göre kurgulayabilsin. Meseleye bu bağlamda bakarsak, asgari ücret ve yükselen yoksulluk gibi sosyoekonomik sorunları bir arada ele aldığımızda, böylesi sorunları toplumsal gelişme açısından birer şans olarak görmemiz olasıdır. Şöyle ki, böylesi sorunlar toplumlara sistem hakkında ciddi uyarılar sağlar. Yoksulluk ve düşük ücret ya da işsizlik ortamında sürüklenen toplumun büyük kesimi hem sistemin işleyişini algılar, hem de içine düştükleri sıkıntılardan kurtulma çareleri üzerinde düşünce geliştirir, eylemlere yönelir. Toplum derin işsizlik ya da yoksulluk dönemlerinde siyasallaşabilir. Halkların siyasallaşması doğal olarak tek bir kriz döneminde oluşmaz, ancak her kriz dönemi halklar için bir tür manevra ve proje geliştirme olanağı sağlar.
Halklar anonim ve atomize olduğu için kolektif davranışa yönelmede zorlanabilir. Bunun tipik örneğini Gezi olayı oluşturur. Zira Gezi olayında görüldüğü üzere, organize olmayan halk hareketi sönmeye ya da devletin baskı örgütü tarafından baskılanmaya mahkum olur. Bu tür örgütsüz ortaya çıkan anonim olaylar toplumda önemli bir deneyim olarak anılmakla beraber fazla bir iz bırakamaz. Bununla beraber, her olay ya da oluşum toplumsal açıdan bir ders olduğu gibi, kuşkusuz Gezi olayı da çok önemli toplumsal ders oluşturmuştur. O kadar ki, Gezi olayından alınan ders, her ne kadar örgütlü gruplar ya da kesimler tarafından desteklenmemiş olsa da, halk hareketlerinin siyaseti sarsabildiği anlaşılmıştır. Gezi olayının uğradığı akıbete rağmen, sosyal olayların halklar için fevkalade yararlı deneyimler olarak toplumsal gelişmede çok önemli yeri olduğu olduğu bilinmelidir. Başka bir deyişle, krizlerin halk hareketlenmesini tetiklemesi açısından önemi büyüktür.
Ne var ki, toplumsal hareketleri sistem karşıtı organize konuma sokmak sendikaların sınırını aştığından, sendikal alanın dışına taşıp, siyasi partilerin faaliyet alanına girmektedir. Bugün dış sermaye ile birleşmiş iç sermaye ve hükümet birlikteliği toplumun üzerinde emperyalist baskı uygulayarak halkı yoksulluğa sürükleyebiliyorsa, bunun sorumlusu olarak organize olamayan halkları değil, organize şekilde halka yol göstermekle kendilerini sorumlu tutmayan siyasi örgütler görülmelidir. Derin krizde sürüklenen Türkiye’nin derdi kimin cumhurbaşkanı ya da kaçıncı kez cumhurbaşkanı olacağı değildir. Hatta ülkenin kurtuluşu cumhurbaşkanlığı tiyatrosunu adeta resmi sözcü olarak dillendirmeye tenezzül ederek hukuk adına utanmazca savunan geçmişin solcularının makam-mevki hırsları da hiç değildir. Halkımızın bugünkü mücadelesi, emperyalizme teslim olmuş tüm bu tuluat yapılanmalarına yönelik olmalıdır. Bu mücadelede ön saflarda topluma liderlik yapabilecek sol örgütler olmalıdır.
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07