07 Aralık 2024 06:25

Karar üzerine tartışma

Görsel: Pixabay

Paylaş

İnsan, dönem dönem kendi hayatıyla ilgili kararlar alır. Her şeyin kendi dışında gelişip hiçbir karar alamaz hale getirilmesi bile şiddetin bir türlüsü sayılabilir.

Biz artık karar alamıyoruz. Günlük hayatımıza, kendi yaşamımıza dair karar alamıyoruz.

İstediğimiz değil bütçemizin yettiği semtte ve koşulda yaşıyoruz. Hatta barınmak için kavimler halinde kırsala göçüyoruz ve kentlerimizi sonradan olma zenginlere ya da memleketimize yeni göçenlere bırakıyoruz. Seyahat planı yapamıyoruz, ekonomi malum. Yurt dışına çıkamıyoruz, vize vermiyorlar. Hayat kısa ve döviz kurları da uçuyor.

Biraz bu hayatı yaşayayım diyemiyoruz, konserdir, tiyatrodur, sinemadır bir ayda kaç bilet alabilirsin? Yürüyüş yapamıyorsun, bisiklete binemiyorsun, şehirler buna çok uygun değil, kadınsan güvenli değil. Artık hatta kim olursan ol hiçbir yer çok güvenli değil.

İş değiştireyim desen, herkes bütçe kısıntısında, emekli olayım desen nasıl geçineceksin, hobilerime zaman ayırmak istiyorum desen maliyeti nasıl kaldıracaksın? Sağlığıma bundan sonra dikkat edeceğim desen kontrolleri nasıl yaptıracaksın, buyur aile sağlığı merkezlerini de bozdular, uğraş dur, hastanelerden randevu alabilirsen al.

Jack London’ın yazdığı gibi: İnsan cehennem ateşinin ortasındaysa hangi yolu seçeceğine kendisi karar vermez ki.

Sosyal medyaya bakıyorum da yükselen moda dolap kapağı boyamak. Herkes harıl harıl mutfak dolaplarını, gardıroplarını boyuyor. Ekseriyetle de beyaza. Kendimizi rehabilite etmeye çalışmanın, bir şekil beyaz bir sayfa açmaya çalışmanın nişanesi gibi. İnsan nasıl karar veriyor acaba bir anda tüm evi beyaza boyamaya? Karanlığa bir inat mı?

Artık eskisi gibi “Nasılsın? İyiyim, sen?​” hal hatır sormalar bile yok. Kimsenin iyiyim diyesi yok. 

Nasıl “Çok da kafaya takmama” kararı alacağız? Her güne bin türlü belaya uyanıyoruz. “Gazetelere, televizyonlara bakmıyorum artık” kararı alınmaz, sosyal çevrede aptal durumuna düşer insan. Hem de bir günde.

Hiçbir şey için karar alamayınca etrafımızdaki insanlar üzerinden karar almaya çalışıyoruz. Bunun da sonu yalnızlaşma oluyor zamanla. Kimi görsem birileriyle görüşmeyi kesmiş bu sıralar. Her şeye olan öfkemizi hiçbir yere yansıtamayınca, hıncımızı insandan çıkarıyoruz. Ona gücümüz yetiyor bir tek. İyice üçer beşerli gruplara düştü sosyal çevreler.

Günde yaklaşık 35 bin farklı karar veriyormuşuz oysa, biliyor muydunuz?

Karşıdan karşıya şuradan mı geçeyim buradan mı, akşama ne yemek yapayım, ne giyeyim, kimi arayayım hatta çalan telefonu açıp açmamak bile karar. Böyle böyle 35 bin karar. 

Biri bile fark yaratamayınca hayatımızda, biri bile konu olarak ortaya atılıp üzerine uzun düşünülmüş bir şeyin sonucu olmayınca, bir işi günde 35 bin kere yapan beyne safi yorgunluk. 

Alınan karar üzerine konuşulmaya değer olmayınca kararlı kelimesi de azalarak bitiyor. Nerede kararlı olacaksın ki çat diye yeni bir yasa çıkar, bir kapı daha kapanır, ekonomide nas, kararlar nadas, kararı aldığınla kalırsın kararlılık iptal.

Matt Haig, Zamanı Durdurmanın Yolları’da “İnsanlar yalnızca görmeye karar verdikleri şeyleri görürler” diyor. “Herkes kendi görüş mesafesini dünyanın sınırları zanneder” de.

Görüş mesafemizin dışına çıkıp başka şeyleri görmeye karar vermeyi mi denesek?

Birbirimizi ve ne kadar kalabalık olduğumuzu mesela? Tamam çok ayrıştırıldık ama ne bileyim aynı toprağın insanıyız bir yandan da.

35 bin sıradan, önemsiz karar dışında da başımıza gelenler hakkında karara varmak için değil bir merakla dinliyoruz. Merakımız gidince ya da konu çok telaffuz edilip kanıksatıldığından ya da sonu belli olduğunda, bunun üzerine bir şey yapma kararlılığından çıkıp kaldığımız yerden devam ediyoruz. 

John Stuart Mill, Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine kitabında “İnsanların yaptığı hataların yarısının nedeni, bir şey artık kuşkulu değilse onun hakkında düşünmeyi bırakmalarıdır” demişti.

Bu 20 senelik iktidarın, memleketin başına gelen en kötü şey olduğu artık kuşku götürmediğinden mi bıraktık ne olacağımız üzerine düşünmeyi yoksa bu iktidarın değişmeyeceğine dair kuşkumuz kalmadığından mı?

Yine Mill diyor ki: “Umut vadeden bir yığın beynin ürkek karakterlerle birleşmesinden dolayı dünyanın neler kaybettiğini kim hesaplayabilir?​”

Bu hesaba girersek, kaybettiklerimize bakınca ya ürkek çıkıyoruz ya umut vadetmiyor beynimiz. O zaman da Çehov’un Martı’sındaki gibi olur halimiz:

“Ne kadar harika bir gün.

Çay mı demlesem, kendimi mi assam karar veremiyorum...”

Shakespeare’e de kulak verelim: “Ne olduğumuzu biliyoruz ama ne olabileceğimizi bilmiyoruz.”

Madem kendi hayatımıza dair kararlar elimizden alınıyor bir bir, ne olacağımıza dair kararları birlikte almanın yoluna baksak mı?

Bu sıralar kim karar alabiliyor bir düşünelim: İşçilerin grev kararı geliyor akla, köylülerin madenlere karşı mücadele kararlılığı mesela, kadınların hakları için hem hukuku hem sokağı zorlama kararı...

Örgütlü bir güç olunca karar alınabiliyor hâlâ. Örgütlü olmayan her alanda karar kapıları kapanıyor bir bir.

Bu alanların hepsini birleştiren topyekûn bir kuvvet oluşturamaz mıyız? Çatısı “İnsanca bir yaşam” olan? Bölünmeden tek güç olarak alınabilecek büyük bir karar mesela, iyi gelmez miydi topumuza?

Bu hafta ne yazacağıma karar veremeyince karar üzerine düşündüm uzun süre. Vahametler ve felaketler arasında kararsız kalınca dürttü karar kavramı. Böyle acı kararsızlık olmaz olsundu.

Bu yazı bir tartışma yazısı olsun dilerim.

Nasıl karar alabiliriz üzerine, hep birlikte tartışabilmeyi çok isterim

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa