10 Aralık 2024

Sermaye karşısında direnen emekçilerin romanı: Çıkrıklar Durunca

Sanatsal yönü haklı olarak çok tartışılsa da kendisinden önce yazılan yaklaşık 2 bin roman arasından sıyrılıp günümüze kadar gelen ender romanlardandır Sadri Ertem’in Çıkrıklar Durunca’sı. 1930’da önce Vatan gazetesinde tefrika edilmiş, sonra bazı kaynaklarda aynı yıl, bazılarında ise 1931 yılında kitap olarak yayımlanmıştır.  

*

Çıkrık küçük atölyelerde veya evin bir bölümünde koyun ya da keçi yününü, pamuğu, keten bitkisini ipe çeviren araçtır. Daha ilkeline “iğ”, “kirmen” gibi adlar da verilir. Elde edilen iplik daha sonra dokunarak kumaş haline de getirilir; halat, kalın ip haline de. Yani çıkrık bir üretim aracıdır. Üretim durunca, geçimini bu işten sağlayanlar işsiz kalacaklardır. Sadri Ertem’in Osmanlı döneminde Batı’nın fabrika kumaşları ülkeye girince onlarla rekabet edemeyen, ürününü satamayınca borçlarından dolayı üretim araçları olan çıkrıklarına el konulan insanların dramlarını dile getiren Çıkrıklar Durunca romanı, büyük sermaye karşısında direnen emekçi kesimini ele alan ilk romanlardan biri olması açısından edebiyat tarihindeki yerini almıştır. 

Aslında karmaşık bir romandır Çıkrıklar Durunca; bu yönüyle bakıldığında birkaç ciltte veya romanda anlatılması gereken “malzemeyi” yazarın heba ettiği söylenebilir ama romanın yazıldığı dönemin koşullarını, zihniyetini, ülkedeki roman sanatının geldiği düzeyi de bilmek gerektiği kanısındayız. Yaklaşık 100 yıl önce yazılmış bir romanı günümüz koşullarına getirip acımasızca eleştirmek, öyle olmamalıydı, böyle olsa daha iyi olurdu, nasıl bir teknik kullanmış vs. diye ahkam kesmek, yerden yere vurmak en basitinden seviyesizlik sayılsa da bu durum onun eleştirilemeyeceği anlamına gelmemeli. Her olgu kendi koşulları içerisinde değerlendirilmeli.    

*

 Bolu, Kastamonu, Kütahya; Gerede, Devrek, Mengen gibi gerçek yerleşim yerlerinin adı geçmekle birlikte romanın asıl mekanı Adaköy’dür. Adaköylüler çevrelerindeki diğer köyler gibi tiftik keçisi yetiştirmekte ve bunların yününü eğirip iplik yaptıktan sonra gerek bu şekilde gerekse dokuyup kumaş yaparak satıp geçimlerini sağlamaktadırlar. Bu malların fiyat belirleyicisi ve alıcısı da emperyalizmin ülke içindeki iş birlikçi tipi olan Sıddıkzade’dir. Hiç iyi bir yönü olmadığı için toplumcu gerçekçi bir roman içinde romantik bir tip diye nitelenecek Sıddıkzade, köylüleri borçlandırıp ellerindeki ürünleri yok pahasına alıp İstanbul’a sevk eden; vali, zaptiye reisi, müftü gibi devlet görevlileriyle arası oldukça iyi, dört karısı olmasına rağmen hovardalığı da ihmal etmeyen biridir; babası da Erol Toy’un Fehmi Çok’u gibi devlet eliyle zenginleştirilmiş, eşraf sınıfına sokulmuştur. 

Tiftik keçisini önemli bir ham madde sayarsak bunun yurt dışına, aralarında Sıddıkzade ve devlet görevlilerinin de bulunduğu yerli iş birlikçiler aracılığıyla götürülmesi/kaçırılması ve sonrasında dönüp dolaşıp kaçırıldığı yerin üreticilerine zorlu bir rakip olması da romanda trajik bir biçimde anlatılmaktadır. Bir başka trajiklik de şudur: Sorunlarını devlete anlatmak üzere başşehir İstanbul’a giden köylüler “Koskoca devlet tiftik keçisiyle mi uğraşır” denilerek azarlanır, kapıdan kovulur. Bu durum bir karara zorlar üreticiyi: Sonuna kadar mücadele. 

*

Romanda dikkat çeken bir başka yön de bir Alevi yerleşim yerinin merkez olarak alınmasıdır; belki bu da Türk edebiyatında ilklerden biridir.

*

Sıddıkzade’nin karşısında Dudu Hatun ile Esma Bacı vardır. Roman, Dudu’nun rüyasında Hz. Ali’yi gördükten sonra evini ve yanındaki evi yıktırıp yarısını türbe, yarısını da tekke yaptırmasıyla başlar; köy şenlenir. Yaşadığı hayattan memnun olmayıp doğa ötesi güçlerden medet umanlar akın akın gelirler. Onlarla daha çok muhatap olan Esma’dır, Dudu kapalı alandadır daha çok, gaipten haberler vermektedir. Bir de, sevgilisi Hatice ile çeşme başında yakalanınca köyden kaçmak zorunda kalmış Hasan vardır ki geniş bir coğrafyayı dolaştıktan sonra köyüne geri dönmüştür. Sıddıkzade’den gördüğü şiddet üzerine Hatice ölür ve Hasan’ın kini artar. Tam bu sıralarda yün alımı durur, çıkrıklara el konur, üreticiler açlıkla baş başa kalır. Çözümler aranır, herkes Dudu’nun iki dudağından çıkacak sözü bekler. Başkent İstanbul’a gidilir, üretime devam edilmeye çalışılır, vilayete getirilmeye çalışılan kumaş kervanlarına saldırılır, kumaşlar depodan kaçırılır… Derken peygamberlik atfedilen Dudu ile onun en yakını Esma’nın önderliğinde bir isyan başlar yavaş yavaş…

*

1800’lü yılların ikinci yarısında o yörelerde böyle iki kadının peygamberlik iddiasında bulundukları, çevrelerine de epeyce adam topladıkları, yol kesip eşkıyalık yaptıkları hakkında bazı rivayetler vardır; ancak bunlar üzerinde ciddi bir çalışma yapılıp yapılmadığı bilgimiz dışındadır. Üstelik “peygamberlik” ve “kadın” kavramının Anadolu’da yan yana gelmesi bile başlı başına bir inceleme alanı olsa gerek.        

*

İsyanın merkezi Adaköy’dür. Civarda -daha çok Yemen’e askere gitmek istemeyenlerin oluşturduğu- kanun kaçakları vardır; onlar da harekete katılırlar. Halka, onların hoşlarına gidecek vaatlerde bulunurlar. İsyan birkaç yerleşim yerinin ele geçirilmesiyle gittikçe büyür ve içinden çıkılamayacak bir hale bürünür: Dudu bu kadar ilerlemeye karşıdır, Gerede’ye girmeyi bile fazla bulur. “Halbuki Esma, mavi Zülfikârlı bayrağın ismi bilinmeyen meçhul iklimlerde dalgalanmasını bile kafi görmeyecek bir haletiruhiye içindeydi. Esma, eğer ömründe bir dünya haritası görmüş olsaydı, bu dişi, koca bıyıklı imparatora dar görünen dünyanın üzerinde adım atılmayacak daracık geçit olduğunu söylerdi.”  Asilerin içlerinde de husumetler baş gösterir. Bunlardan güçlü olan biri sonrasında hükümetle anlaşır, isyan kanlı biçimde bastırılır, türbe ve tekke, hatta köy yerle bir edilir:

“Ay, o gün, kanlı bir derenin kenarında yüzünü yıkadı. Ufuk mosmor, topraklar kıpkızıldı. (…) 

“Bir an geldi ki; artık dergâhtan ses gelmez, silah atılmaz oldu. Zaptiyeler, cenazelere basa basa içeri girdiler.

“Hâlâ Bolulu at sürücüleri Adaköy yollarından geçerken, emniyet ettikleri (güvendikleri) insanlara düz bir tarlanın kenarındaki hafif tümseği gösterirler:

-Burası, Peygamber Kadınların mezarıdır. Buraya nur iner.”

*

Son sözler sağlıkla yaşayası, yazdıkça bizi aydınlıktan aydınlığa ulaştırası, (romanın Kor Kitap 2018 basımına inceleme mahiyetinde bir “giriş” yazan) Usta Yazar Adnan Özyalçıner’in olsun:

“Adaköylülerin zorbalığa, emperyalizme ve iş birlikçilerine karşı ayaklanmaları, paylaşımcı, eşitçi bir düzen kurmaya kalkışmaları Anadolu’daki halk ayaklanmalarının bir benzeridir. (…) Güncel yanına gelince, bugün Türkiye’nin çeşitli yollarla içine düşürüldüğü, ülkemizi yıkıma sürükleyen emperyalist ve kapitalist kuşatmanın köklerinin nerelere kadar uzandığı Çıkrıklar Durunca dikkatle okunduğunda, açıkça ortaya çıkacaktır.” 

Evrensel'i Takip Et