Suriye’de emperyalizm nasıl yok oldu?
Fotoğraf: Minene Hindevi/AA
Belki 20 sene önce olsa bu kadar kafa karışıklığı olmazdı.
Mesela ABD, 2003 yılında Irak’ı işgal ettiğinde solun en liberal kesimleri bile işgale karşı çıkmıştı. Emperyalizm, siyasal analizin dışına bu kadar atılmamıştı. O yıllarda da Irak işgalini ABD emperyalizmiyle değil Başkan Bush’un temsil ettiği Cumhuriyetçi sağ ile başlatıp bitirenler vardı. Başkaları daha sonra “anti-emperyalizm utangaç milliyetçiliktir” deyip AKP’ye “demokratik devrim” yaptırmıştı. Ama yine de emperyalizm akılların bir köşesinde duruyordu.
“Küreselleşme”, “imparatorluk”, “ulus devletin sönümlenmesi”, “sınırların ortadan kalkması” gibi varsayımlarla ya emperyalizmin aklandı ya da “emperyalizm kalmadı”. Çeyrek yüzyıllık liberal aşınma ve düşünsel kasırga devrimci demokratları ve en genel anlamda sol entelektüelleri gevşetti, yumuşattı.
Sonuçta Suriye’de ABD, İsrail, Rusya, İran, Katar ve Türkiye’nin bizzat ya da dolaylı olarak sahada olduğu bir süreç yaşanıyor, her şey konuşuluyor ama akıllara bir türlü emperyalizm gelmiyor. Bölgesel güçler var, yerel güçler var, hatta küresel güçler var ama emperyalizm yok.
Maalesef bunda, emperyalizmi iktisadi temelinden koparıp onu bir tür siyasal komploculuğa ve istihbari faaliyete indirgeyen, tek tek ülkelerdeki sermaye ve siyasi aygıtları özne olarak görmeyip her olayı “emperyalist plan” ile açıklama kolaycılığına düşen, histerik bir tür milliyetçi geleneğin tersten etkisi de var. Yine, bu kafa karışıklığının bir nedeni de Suriye’nin kuzey ve doğusunda, Rojava bölgesinde Kürt ulusal hareketi ile ABD’nin ittifakı ve buradaki çelişkiler.
Hayat karışık ve çok boyutlu. Gerçek hayatın bu karmaşasını basitçe çözmek isteyenler için her şey ya “emperyalizmin oyunu” ya da “halk güçlerinin zaferi”.
TERSTEN KOMPLOCULUK
Dünyada, özellikle Ortadoğu gibi stratejik bölgelerde, emperyalist güçler arasındaki çekişme ve mücadeleyi görmemek mümkün değil. Çin ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist kamplaşma ile ABD ve Batının öncülük ettiği, özellikle Çin yükselişi ve “Rus saldırganlığı”na karşı yeniden şekillenen emperyalist kamplaşmanın her ciddi bölgesel sorunda kendini göstermesi kaçınılmaz. Tam da bu nedenle, Ukrayna’da, Tayvan’da, Venezuela’da, Gürcistan’da, Ermenistan’da, Irak’ta olduğu pek de tabi Suriye’de bu iki, henüz blok olmayan bloklaşmanın karşı karşıya gelmesi de kaçınılmazdı. Çünkü emperyalizm, dünya ekonomisinin içsel işleyişiyle birlikte politik bir dünya düzenini de tanımlar. Her emperyalist ülke dünya piyasalarında ekonomik egemenlik kadar, bunu güvence altına almak üzere politik egemenlik mücadelesinin de içindedir. Dönemsel değişimler, geri çekilmeler, güç yetersizliği, ülke içi siyasal gerilimlerin sonucu farklı politikalar olabilir ancak tekelci kapitalist mekanizma bunu sürekli koşullar, rekabeti ve mücadeleyi teşvik eder.
Sadece 27 Kasım’dan bu yana Suriye’de HTŞ’nin ilerleyişine bakmak bile, “yerel” güçlerin dışındaki bu emperyalist olguları görmek için yeterli.
İlk olarak, HTŞ’nin Halep’ten Şam’a uzanan ilerleyişinin, İsrail’in Lübnan Hizbullah’ının iki liderini öldürdüğü ve adeta onu kıpırdayamaz hale getirdiği, Hizbullah’ın da Suriye’deki birliklerini Lübnan’a çektiği bir sürecin sonunda başlaması bir rastlantı olmasa gerek.
Rusya’nın, henüz tam olarak bilinmeyen nedenlerle, belki Ukrayna’daki bazı kazanımlar belki de Suriye’deki üslerin korunması biçiminde bir anlaşma ile Suriye’ye desteğini çekmesinin HTŞ’nin ilerleyişini kolaylaştıran bir faktör olduğu açık olsa gerek.
Irak’taki, İran yanlısı Haşdi Şabi milislerinin, Esad rejimini desteklemek üzere Suriye’ye giriş çabasının ABD bombalamaları ve engellemesi ile karşılaması, HTŞ için herhalde kolay kolay reddedilemeyecek bir iyilik olsa gerek.
İsrail’in İran’dan sonraki en büyük düşmanı olan Esad rejiminin devrilmesi, yani aşırı sağcı, siyonist Başbakan Netenyahu’nın ifadesiyle bu “tarihi gün” İsrail’in sadece televizyondan seyrettiği bir süreç olmasa gerek. HTŞ’nin harekâtı öncesinde bilgisi ve onayının olmadığını söylemek, günümüz dünyasında gerçek bir komploculuk olacaktır.
Dünyadaki kamplaşmada Rusya ve dolaylı olarak Çin yanlısı bir rejimin yıkılması, elbette ABD ve Avrupalı emperyalist devletlerin orta vadeli stratejilerinin bir bileşeniydi. Bütün bunları görmeyen ve ortaya çıkan sonucun emperyalist kutuplaşmadaki yeri ve anlamını göz önünde bulundurmayan her analiz ister istemez eksik kalacağı gibi doğru da olmayacaktır.
İDLİB’DEN ŞAM’A
Elbette bütün bunlar, HTŞ’nin ABD emperyalizminin basit bir aparatı olduğu anlamına gelmiyor. ABD ve İsrail’in stratejisine uyumlu davranıp ılımlı İslamcı gömleği giymeye çalışan HTŞ’nin elbette kendi hesap ve çıkarları var. Bu nedenle yarın ABD ve İsrail karşısında Rusya’ya yakınlaşabilir, bölgesel güçlerle yeni ittifak arayışlarına girebilir. Anlaşılan o ki, HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Colani cihatçı olduğu kadar rasyonel ve mevcut güç ilişkilerini dikkate alan bir pragmatist. Ancak, bütün bu arayışların bir biçimde emperyalistler arasındaki mücadele ve çatışmalar bağlamında gerçekleşeceği söylenebilir. Dolayısıyla HTŞ de emperyalistler açısından yeterince güvenilir ve istikrarlı bir güç değil.
Zira HTŞ, İhvancı bir portre çizmeye çalışsa da, tüm motivasyonu ve şekillenmesinin temelinde selefi cihatçılık yatıyor. HTŞ’nin kuruluşu ve İdlib’deki yönetimi de bunu gösteriyor. 2011’de başlayan isyanın ardından Suriye hızla uluslararası cihatçıların toplandığı bir merkez haline gelmişti. IŞİD’in hızla ilerleyen Suriye kolu önce El-Kaide’ye biat edip Nusra Cephesi adını aldı, daha sonra başka gruplarla birlikte yeni bir selefi cihatçı örgüt olan Heyet Tahrir eş-Şam’ı (HTŞ) kurdu.
HTŞ, 2020’de sağlanan anlaşma sonrası İdlib’de nispeten istikrarlı bir şerait yönetimi inşa etmeye başladı. Cihatçıların yönettiği bir bölgede halktan beklenen şeriat kurallara uyması ve uymayanların cezalandırılmasıdır. Farklı kimlik ve inançların kendilerini ifade etmesi anlamında dahi “demokrasi” elbette söz konusu değildi. Cezaevlerindeki uygulamalar Esad hapishanelerinden farksızdı. Farklı din ve mezheplere yönelik baskı ve cinayetler vaka-ı adiye idi. Kadınların elbette giysisini bile seçme hakkı yoktu, örtünme zorunluydu. HTŞ karşıtı gösteriler şiddetle bastırılıyordu. Çocukların eğitimi şeriata tabiydi.
HTŞ, demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan şeriatçı bir siyasal baskı rejimi kurdu. Dini yayma dernekleri olarak Mekatib-ül De’ava adındaki “davet” büroları ağını İdlib’e yaydı. “Kutsal vahiy evi” isimli merkezi kurulun kontrolünde Kuran kursları ve medreselerde, cihat ruhunu “ümmete” yaymak ve buna uygun askeri-siyasal kadrolar yetiştirmek üzere yoğun bir eğitim süreci işletildi. Küçük çocukların, “namazım, hayatımdır” programına katılmaları şart koşuldu. Sağlık tesisleri ve hastaneler inşa edildi. Parasız gıda ve çeşitli tüketim ürünleri dağıtıldı, çok sayıda aileye nakit para desteği sağlandı. Altyapı ve üst yapı yatırımları yapıldı. İnsani hizmetler genel idaresi altında ailelerin bir arada yaşadığı siteler, kentlerde ve köylerde şeriat merkezleri kuruldu. Böylece baskıyla birlikte şerait yönetiminin ihtiyaç duyduğu rıza, halk “desteği” ve “istikrar” adım adım inşa edildi.
Peki, bu mini devlet yönetiminin ihtiyaç duyduğu ekonomik kaynak nereden geliyordu? HTŞ çökmüş bir ekonomide sınırlı da olsa vergi topluyordu ancak asıl kaynak özellikle Katar’dan akan petro-dolarlardı. Ayrıca askeri desteğinin yanı sıra Türkiye ekonomik olarak İdlib’deki yönetimi destekliyordu. Bölgede Türk Lirası uzun bir süre fiili-resmi para birimi idi. Daha sonra Türkiye’de yükselen enflasyonla dolar yaygınlık kazandı. HTŞ’nin eğitiminde İngiliz ve Ukraynalı askeri yetkililerin görev aldığı çokça ileri sürüldü.
İşte bu dışa bağımlı ama görece -ve geçici- istikrarlı sürecin esas kaynağı Katar’dan akan petro-dolarlar ve Türkiye’nin ekonomik-askeri desteği idi. Bu destekle sadece cihatçılar beslenmedi, eğitimden sağlığa, iaşeden altyapıya, hatta halka para dağıtmaya kadar rıza üreten, cihatçılıkla İhvancılığı (Müslüman Kardeşler) pragmatistçe birleştiren bir siyasal rejim kuruldu. HTŞ’nin askeri kanadı bu destekle sadece milisler toplamı olmaktan çıkıp ağır silahlara ve insansız hava araçlarına sahip bir ordu haline geldi. ABD ve İsrail de kendi stratejilerine denk düştüğü ölçüde bu sürece doğrudan ya da dolaylı destek verdi.
Dolayısıyla Katar ve Türkiye tarafından ekonomik, askeri ve siyasal olarak açıkça desteklenen, ABD’nin Rus karşıtı stratejisiyle tam bir uyum içinde olan, İsrail’in en azından yol verdiği HTŞ ilerleyişinde, şu ya da bu ölçüde halk desteğinin ya da rızasının olması Esad’ın düşmesini ve HTŞ’nin iktidarı almasını bir halk devrimi haline getirmez.
Dış destekle ekonomik kaynakların kesildiği koşullarda HTŞ’nin çağdışı, şeriatçı yönetim anlayışının rıza üretme olanağı hızla ortadan kalkacağı gibi geriye kadınlar, çocuklar, laikler, muhalifler, Nusayriler ve Hıristiyanlar için bir cehennem rejimi kalacak gibi gözüküyor.
Emperyalizm ve bölgesel güçlerin işbirliği ve uzlaşması ile İdlib’te kol kanat gerilip Şam’a yollanan selefi cihatçı çetelerin iktidarını Suriye halklarının özgürleşmesi olarak tanımlamak ve kutlamak ancak “emperyalizm”in unutulduğu bir düşünsel dünyada söz konusu olabilir. Ki, ilk kutlama mesajlarını yayınlayanlar da o emperyalistler olmuştur. Emperyalizmin güç devşirdiği mezhepçi ve ulusal çatışmaların içine sürüklenen Suriye’de, HTŞ’nin iktidarı demokrasi getirmeyeceği gibi istikrar dahi getiremeyecek gibi gözüküyor.
- Yenidoğan çetesinin gizlemeyi başardığı gerçek 25 Kasım 2024 04:55
- Aile sağlığı merkezi ticaret merkezi olmasın grevi 11 Kasım 2024 04:57
- Acemoğlu ve arkadaşlarını neden kutlamamalıyız? 16 Ekim 2024 14:59
- Liberallerin emekli düşmanlığı 16 Eylül 2024 05:10
- Cevdet Yılmaz harçlık değil hesap vermeli: İşgücü uyum programı hikayesi 02 Eylül 2024 06:38
- Üç yumruk: Şimşek, Alpay ve Şık 19 Ağustos 2024 04:50
- Vergi değil soygun düzeni 05 Ağustos 2024 04:25
- Çok çalışıyoruz 21 Temmuz 2024 04:18
- Kaynak yok yalanı, vergi soygunu 24 Haziran 2024 05:11
- Özgür Demirtaş ve asgari ücret 10 Haziran 2024 04:48
- Proleterlerin Gündüzü 27 Mayıs 2024 04:50
- Merkez Bankası, yoksulluk ve yağmur: Bir regresyon analizi 13 Mayıs 2024 05:40