16 Aralık 2024 04:52

Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin

Diyarbakır Ulu Cami

Fotoğraf: Fatih Polat

Paylaş

Diyarbakır havaalanından 11 Aralık akşamı kentin merkezine gelmek için bindiğim otobüste yanına oturduğum 60’lı yaşlardaki kişi ile sohbete başlamak uzun sürmüyor. İzmir’de yaşadığını ve doğup büyüdüğü Diyarbakır’a 40 yıl sonra ilk kez geldiğini söylüyor. Torun sahibi ve görmüş geçirmiş bir insan edasıyla anlatıyor. Geçtiğimiz caddenin kenarında bazıları son 10 yıl bazıları da en fazla son 20 yıl içinde yapılmış olan çok katlı büyük apartmanları eliyle gösterirken, “Buralar 40 yıl önce hep pamuk tarlalarıydı. 40 yılda 40 Diyarbakır daha olmuş” diyor. Sohbet ederken gazeteci olduğumu söyleyip, adını da sormadığım için daha rahat konuşarak devam ediyor. Kayyımlardan yakınıyor ve “Ben beş vakit namazında biriyim. Orucumu da tutarım. Ama mezhepçilikle işim olmaz. İslam’ın şefkat ve merhamet dini olduğuna inanırım. Sen gidip Rojava’yı niye bombalıyorsun? Ne işin var orada?​” diyor.

Uzun yıllardır kente gelmediğinden ineceği yeri atlamamak için arkamızda oturan Diyarbakırlıya soruyor. İneceği yere vardığımızda kalkıp valizini tutarken dönüp tebessüm ederek, “Hadi Allah’a emanet” diyor.

Diyarbakır, son 40 yıl içinde hem çatışmalardan kaynaklı olarak ülkenin özellikle batısına çok göç verdi hem de zaman içinde çevre illerden göç aldı. Bu göçe Suriye’deki savaşın etkisiyle yaşanan göç de eklendi. Kapitalist ilişkilerin öne çıkmaya başlamasına paralel olarak bunun etkisi sınıf ilişkilerinde kendini gösterdi. Kent değişimi, Kürt meselesi etrafındaki büyük sancı ve acılarla birlikte yaşadı.

Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezinin (SAMER) 2-6 Kasım 2018 tarihleri arasında bölgedeki 16 ilde 2 bin 400 kişi ile yüz yüze görüşerek yapılan araştırmada, “Sizce Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?​” sorusuna yüzde 46.3’ünün ekonomi ve işsizlik, yüzde 16.4’ünün Kürt sorunu, yüzde 10.4’ünün demokrasi, yüzde 10.3’ünün çatışma ve şiddet ortamı” yanıtını vermesi bu değişimin bir sonucuydu.

2005 yılında Diyarbakır’da faaliyet göstermeye başlayan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurulduğunda, yine bir grup gazeteciyle birlikte Diyarbakır’a gelmiş ve Dr. Selim Ölçer eşliğinde derneği gezmiş, amaçları hakkında bilgilendirilmiştik. Dernek, 22 Kasım 2016’da 677 sayılı KHK ile kapatılınca yaklaşık 32 bin yoksul yardımlardan mahrum bırakılmış oldu. 11 Ekim 2021 tarihinde Sarmaşık Yoksullukla Mücadele Derneği kurucularından Dr. Selim Ölçer, Diyarbakır’da yargılandığı davada 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Son yerel seçimde Diyarbakırlılar, kayyıma sandıkta son verdikten sonra yeni yönetimin gündemleri arasında, boş kasa ve türlü merkezi engellere rağmen yoksulluğa dair sosyal adımlar önemli bir yer tutuyor.

DÖRDÜNCÜ HALK LOKANTASI YOLDA

1990’lı yılların ortalarından itibaren değişen aralıklarla geldiğim Diyarbakır’da, kentteki gözlem ve görüşmelerimden hareketle yazdığım Diyarbakır notlarının sonuncusunu yazarken bir kez daha uğradığım belediyede, şu anda basın danışmanlığı görevini yürüten sevgili dostum ve meslektaşım Sedat Yılmaz ile sohbetimizde de bu öncelikli başlıktı.

Sedat, şu anda ikisi Büyükşehir Belediyesinin biri de Kayapınar Belediyesinin açtığı üç halk lokantasının hizmet verdiğini anlatıyor. Bu ay sonuna kadar Büyükşehir Belediyesinin bir tane daha açacağını söylüyor. Her halk lokantasında günde bin kişi yemek yiyormuş. Diyarbakır’da bulunduğumuz süre içinde halk lokantasında yemek de yedik. Menü için 70 TL ödüyorsunuz. Bir tabak etli yemek, çorba ve pilavın yanında meyve, turşu, tatlı gibi güne göre değişen şeyler oluyor.

Sedat türlü ekonomik zorluklar ve kaynak kullanımı konusunda merkezden çıkarılan zorluklara rağmen, belediye olarak sınırlı imkanlarını, yol, su, kanalizasyon sorunu yaşayan köylerin ve kırsal bölgelerin sorunlarını çözmeye öncelik verdiklerini anlatıyor. Şehir Tiyatrolarının oyun çeşitliliğinin arttığını ve Kent Konseyinin yeniden aktifleştiğini dile getirirken, kayyım konusunda tedirginlik yaşamamanın imkansız olduğunu belirterek ekliyor: “Ama biz, kayyım psikolojisinin belediyenin çalışmalarını etkilememesi için, hiç kayyım atanmayacakmış gibi çalışma ve yarın kayyım atanacakmış gibi de tedbirli olmaya odaklanıyoruz.”

Belediyelere dair dikkat çeken bir nokta da geçmiş dönemlerden farklı olarak, siyasi konularda mesajların partiye bırakılması ve belediyecilik faaliyetleriyle kendini sınırlandırmaya odaklanılması. Bu gözlemimi Sedat ile paylaşıyorum ve o da onaylıyor.

Bazı kentlerin verdiği ses kadar, sessizliği de bir şey de anlatır. Diyarbakır da öyle bir kent. İki dönem kayyım atanmış ve ona rağmen tercihini değiştirmemiş olanlar, bölgedeki kentlerden bazılarına üçüncü kez kayyım atanmasını da Suriye’deki gelişmeleri de günlük olarak izliyor. Kentte, Sur’un etrafı gibi turistik hale gelmiş bölgelerdeki ticari hareketlilik ve kentin diğer merkezlerindeki gündelik hayat rutininde bir kalabalığa rastlıyorsunuz ancak onun yanında görece sakin bir bekleyiş halinin olduğu da söylenebilir. İnsanlarla konuştukça, Bahçeli’nin açıklamaları ve sonrasındaki gelişmelere kadar, olup bitenleri takip ettiklerini ve “çözüm süreci” diye adlandırılan önceki döneme kıyasla endişeli bir ruh halinin hakim olduğunu görebiliyorsunuz.

Ulu Cami’nin olduğu bölgede kürsîlere oturup çay içenlerle ve başka bazı yerlerde insanlarla konuşmaya çalışıyoruz. Gazeteci olduğumuzu söyleyince bazıları kibar bir biçimde uygun olmadıklarını ifade ediyor. İsimlerini almadan sohbet etmek istediğimizi belirtince sessizliğini bozanlar da oluyor.

"ÇÖZÜM OLSA SÜPER OLUR"

Diyarbakır’ın kuzeydoğusunda bulunan ilçelerden Hazro’dan, koruculuğu kabul etmedikleri için 1993 yılında ayrılarak kent merkezine gelmiş olan 46 yaşındaki bir aşçı onlardan biri. Bahçeli’nin açıklamalarından sonra yeni bir süreç başlayabilir mi diye anlamaya çalıştıklarını, ancak iyimser de olmadığını söylüyor. “Çözüm olsa süper olur. Ama Bahçeli ‘Allah birdir’ dese bir ona inanırım” diyor.

Sözü Suriye’de, Türkiye’nin yaptığı operasyonlara getirerek, “Oradaki Kürtler bizim kardeşimizdir. Oraya operasyon yapılınca bizim zorumuza gidiyor. Burada nasıl, Türk, Kürt birlikte yaşıyorsak orada da yaşasınlar. Neden bırakmıyorlar?​” diyor.

Sonra dönüp kendi başından geçen bir olayla devam ediyor: “İstanbul’da tekstil işi yapan bir arkadaşım Mavi’ye pantolon, gömlek yapıyor. Bana da bedenimi sorarak iki pantolon getirmek istedi. Getirdiğinde ben, ‘Emaneti şuraya bırak ben alırım’ dedim. Sonra evim basıldı. Gözaltına alındım. O emanetin pantolon olduğuna polisi, savcıyı, hakimi ikna etmem 12 günümü aldı. Hakim bana ‘Pişmanlık yasasından yararlanmak istiyor musun?​’ diye soruyor. Ya sen beni Kandil’de yakalamadın ki, pantolondan aldın, değil? Polis de ‘Geçen yıl HDP İstanbul il binasında çekilmiş fotoğrafın var’ diye tutturdu. Ben hayatımda İstanbul’a hiç gitmemişim, nasıl orada fotoğrafım olur.”

Dört çocuğu olduğunu ve aylık ücretinin 22 bin lira olduğunu belirterek, “İstanbul’da aşçılık yapsam 50 binin üzerinde olur” diyor. Söz, Kürt diline geliyor: “Abi Allah sana Türkçe, bana da Kürtçe dil vermiş. Sen bana ‘Sen dilini konuşmayacaksın’ diyorsun, bu olur mu? Sonra da seçim zamanı gelip, ‘Ser sera, ser çava’ demesinler.”

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Temmuz 2021 tarihinde Diyarbakır’daki toplu açılış töreninde konuşurken, “Ser sera, ser çava Diyarbekir; nasıl ama biliyorum di mi?​” ifadelerini kullanmıştı. Son yerel seçimlerden önce kente atanmış olan kayyım da halkın sempatisini toplamak için kentin pek çok yerine, “Ser sera, ser çava (Başım gözüm üstüne)” yazısını astırmıştı. Bu sözler buralara da gönderme.

Sözünü bağlarken ekonomik zorluklardan da yakınmayı sürdürüyor: “Askerdeki oğluma 6 ayda 65 bin lira gönderdim.”

Birlikte sohbet edip çay içtiği kişi de sohbetin başında sessiz kalmayı tercih ederken, sonra sohbete dahil oluyor. Onun altı çocuğu varmış. Köyde yaşadığını, 4-5 ineğinin, 20 kadar da koyununun olduğunu söylüyor ve “Diyarbakır’ın arazisi çoktur. Kimse aç kalmaz. Ama huzur yok” diyor. Ama yine de hayat pahalılığından yakınmayı sürdürüyor: “Sen şimdi cebinde 1000 lira olsa iki kişi bir lokantada yemek yiyebilir misin? Bir çay olmuş, 10 lira. Sen içsen, eşine dostuna ısmarlasan, günde 10 çay 100 lira, ayda 3 bin lira eder. Sadece çay.”

"KÜRT ANASINI GÖRMESİN" ANLAYIŞIYLA OLMAZ

Diyarbakır’da konuştuklarımdan biri de kayyım atanmış bir kentin belediyesinde yüksek bürokrat olarak görev yapan uzun yıllardır tanıdığım biriydi. Türkiye’nin imza attığı uluslararası sözleşmelerde de vurgulanan ‘masumiyet karinesi’ni hatırlatarak, kesin hükme bağlanmamış suçlamalarla kayyım atama pratiklerine vurgu yaparak, “Bu kayyımların tamamı siyasidir o nedenle. Hukuksal bir zeminde tartışmak da o açıdan anlamsızdır” dedi. İktidarın, kendini mecbur hissetmediği durumda demokratik çözüm odaklı bir adım atmasını beklemediğini ifade ederek, “Eğer gerçekten bir süreçten söz ediyorlarsa, kayyımları durdurmaları, atanan kayyımları da geri almaları gerekir. ‘Kürt anasını görmesin’ anlayışıyla bir çözüm olamaz” ifadelerini kullandı.

Kendisiyle yaptığımız görüşmeden bir süre sonra da telefonla arayarak, devam eden hukuki süreç bakımından kayyım sürecine dair merkezi açıklamalarla sınırlı bir politika benimsenmiş olduğunu ifade edip yaptığımız görüşmeyi kullanmamamı rica etti. Ben de konuştuğumuz kadar detaylı olmayan en özet haliyle ve kendisini ima etmeden isimsiz olarak yayımlamayı önerdim. Sonuç olarak ismini kullanmamak üzerine anlaştık.

Diyarbakır notlarının bu bölümünü noktalarken şunu da vurgulayalım; kentte uzun yıllara dayalı çatışmaların yol açtığı bir yorgunluk hali ve artık huzur bulma, gün yüzü görme isteği kendini hissettiriyor. Ama yakın dönemde bu açıdan bir ışık görülemediği için, kent sanki bir ‘düşünen insan heykeli’ni andırıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa