20 Aralık 2024 05:35

Şam'da neler oluyor?

Şam Emevi Meydanı

Şam’ın merkez meydanlarından biri olan Emevi Meydanı’nda küçüklü büyüklü gruplar sevinç gösterileri yapıyordu.  | Fotoğraf: Hediye Levent

Paylaş

10 Aralık’ta, sabahın çok erken saatinde Şam’a geçmek üzere Lübnan sınır kapısındaydım. Lübnan tarafı yine güvenlik önlemlerini artırmıştı, sınırdan sivillerin geçişlerine izin verilmiyordu ancak Lübnan pasaport şubesinin tam karşısındaki araziden insanlar yürüyerek Suriye’ye geçiyordu.

Nihayet işlemler tamamlandı, Lübnan tarafından Suriye kapısına ilerlemeye başladık. Yol bomboştu, sağda solda devrik yönetimin ve Esad’ın resimleri, önceki yönetimin bayrakları asılıydı. Nöbetçi kulübeleri, gümrük kısmı, pasaport şubesi; her yer boştu. Yol kenarında terk edilmiş, bir kısmı yağmalanmış araçlar vardı. Sınır kapısından Şam’a kadar açık tek bir dükkan, şans eseri etrafta dolaşan tek bir insan görmeden ilerledik.

Şam’ın kent merkezine yaklaştıkça araç ve insan trafiği çok az da olsa göze çarpmaya başladı.

Şam’a doğru yola çıkmadan önce konuştuğum insanlar telefon hatlarının çok kötü olduğunu, internetin düzgün çalışmadığını ve ekmek dahil yiyecek bulmakta zorlandıklarını söylemişti. Beyrut’tan yola çıkarken yanıma sabundan konserve yiyeceğe, yedek pilden alternatif internet hattına kadar birçok şey almıştım. Ancak 10 Aralık’ta, yani Şam’a ulaştığım gün ilk işim elbette telefon ve internet hattı almak oldu. Para birimi neydi, üstünde Esad ailesinin resimlerinin olduğu banknotlar hâlâ kullanılıyor muydu, dolarla alışveriş yapabiliyor muyduk; hepsi cevapsızdı.

Zaten bankalar, döviz büroları, çarşılar, dükkanlar neredeyse her yer kapalıydı. Kimse bir şey bilmiyordu, etrafta soru sorabileceğimiz yetkili, sorumlu birileri de yoktu.

Şam’ın merkez meydanlarından biri olan Emevi Meydanı’nda küçüklü büyüklü gruplar sevinç gösterileri yapıyordu. Muhalifler ve İslamcıların bir kısmı açısından manevi bir anlamı da olan; bir tarafında Suriye devlet televizyonu binası, bir tarafında ise eski yönetimin iktidar sembollerinden biri olan hava istihbarat binası olan meydanın ortasında bir tank vardı. Orada mıydı, sonradan muhalifler tarafından mı oraya getirilmişti bilmiyorum ama çoğu genç erkeklerden oluşan gruplar tankın üstünde sloganlar atıyordu. Aileler çocuklarını tankın üstüne çıkarıp hatıra fotoğrafları çekiyordu. Meydanda çok da göze çarpmayacak sayıda silahlı, kamuflaj kıyafetli gençler vardı. İnsanlarla ilişkileri çok sıcaktı, sürekli birileri ile fotoğraf çekiliyorlardı ya da fotoğraf için silahlarını ödünç veriyorlardı.

Şam’ın merkezinde, Hamidiye Çarşısında, Emevi Camisi civarında ya da Hristiyan mahallesi olarak bilinen Eski Şam’da ne yeni yönetimin geldiğine ne de Esad yönetiminin devrildiğine dair belirgin bir işaret vardı. Hâlâ duvarlar, binalar, dükkan kepenkleri önceki dönemin bayraklarının rengine boyanmıştı. Sokaklarda az sayıda da olsa kadınlar, genç kızlar, erkekler vardı. Az sayıda dükkan açıktı. Zaten akşam 5’ten itibaren sokağa çıkma yasağı başlıyordu, ki bir sonraki gün o da kaldırıldı.

Sokaklarda kitlesel bir hezeyan, linç dalgaları, taşkınlıklar yoktu. Zaten Şam’da milyonlarca insan evlerinden çıkmamayı, sessiz kalmayı ve gidişatı izlemeyi seçmişti. Bu durum en azından benim Şam’da olduğum 1 hafta boyunca devam etti.

Aslında insanlar şoktaydı, durumu anlamaya, gidişatı algılamaya çalışıyordu.

Sanırım en hızlı kendine gelenler kayıp yakınları oldu. Suriye on yıllardır BAAS iktidarı altındaydı ve insan hakları-hukuk, işkence gibi konularda sicili oldukça karanlıktı. İnsanların önünden geçmekten bile korktuğu cezaevleri, istihbarat şubeleri vardı. Şeffaflığın esamesinin okunmadığı ülkede elbette düzgün işleyen bir adalet sisteminden de bahsetmek mümkün değil. On yıllar içinde on binlerce insan kayboldu Suriye’de. Kimisinin ailesi, kayıp yakınının nereye, hangi şubeye ya da cezaevine götürüldüğünü bile öğrenemedi. Kimilerinin ailesine sadece kimliği gönderildi. Suriye’de gözaltında ya da tutukluyken öldürülen, infaz edilen ya da bir şekilde ölen kişilerin cenazesi verilmezdi, sadece kimliği gönderilirdi.

İnsanlar hapishanelere, istihbarat şubelerine akın etti. Ellerine geçen bütün defterlerde, kayıtlarda, evraklarda yakınlarına dair izler aramaya başladı.

Karanlık ünü bütün Suriye’de bilinen cezaevlerinden en büyüğü Sednaya şüphesiz. Oldukça büyük bir arazi üzerine inşa edilmiş hapishanenin planları da kayıp, 24 saat mahkumların izlendiği kamera kayıtları ve mahkumlara dair dosyalar da. Eski mahkumların bir kısmı hapishanenin altında 3 ya da 6 kat daha gizli hücrelerin bulunduğu bölümlerin olduğunu söylemeye başladı. Hapishanede hâlâ gizli hücrelere dair aramalar devam ediyor ancak gerçekten bunlar varsa bile oralardaki insanların günlerdir kapalı olan havalandırma sistemi, açlık ve susuzluk gibi sebeplerle ölmüş oldukları kesin.

Sednaya dahil birkaç hapishaneye ve istihbarat şubelerinin tutuklu merkezlerine gittim. Kadın ve çocukların da olduğu bu merkezlerde ne yatak vardı, ne de şilte ya da battaniye. Nemden çürümüş duvarlar, ışık görmeyen hücreler, koridorlara sinmiş yılların ağır kokusu, duvarlarda “Annem ve babam, sabırlı olun” notlarından zülfikara, Mescid-i Aksa tasvirlerinden takvimlere kadar kazınmış birçok şey vardı. Hücrelerin çoğunda iki PET şişe vardı, biri tuvalet diğeri su içmek için… Bir plastik tabak dışında bir şey görmedim.

Elbette bu hapishanelerdeki herkes masum değildi. Onlarca kişinin faili IŞİD militanları da vardı hapishanelerde, arkadaşlarının yanında ettiği bir lafı çarpıtan birinin yazdığı rapor yüzünden mahkemesiz, duruşmasız yıllarca hapis yatan da…

Kayıp yakınları hapishanelerden serbest bırakılanlara da akın ettiler. Şam’daki Ibn Nefis Hastanesinde Sednaya’dan serbest bırakılan bir adam karısının elini tutmuş, diğer kolunda serum, kayıp yakınlarının gösterdikleri fotoğraflara teker teker bakıp sorulara cevap vermeye çalışıyordu. Odası ağzına kadar doluydu ve kayıp yakınlarını bir kez daha yıkan cümleleri defalarca tekrar etti: “2017’den önce tutuklananlar öldü, boşuna aramayın.” Doğru mu değil mi bilmiyorum ama konuştuğum kayıp yakınları hâlâ az da olsa ümitliydi. Birçoğu “Ölü mü, sağ mı bileyim yeter” dedi.

Her geçen gün telefon hatları ve internet biraz daha düzeldi, Şam içindeki yollarda insan ve araç trafiği artışı gözle görülür hale geldi, dükkanlar açılmaya, fırınlar çalışmaya başladı. Şam içinde bir yabancı ve kadın gazeteci olarak kendime yönelik olumsuz bir şey ile karşılaşmadım, karşılaşanı da duymadım. Ancak şehirler arası yollar ve diğer şehirler için durum aynı değildi. Mesela Şam-Halep kara yolunda küçüklü büyüklü çetelerin araçlara saldırdığını, insanları soyduğunu duymaya başladık.

Yine Hristiyanlar, Aleviler gibi azınlıkların olduğu yerlerde, özellikle köylerde silahlı grupların baskınlar yaptıklarına, insanları tehdit ettiklerine dair görüntüler çoğaldı.

Şam merkezde içkili mekanlar, bayiler açıktı. Büyük otellerde, sokaklarda, restoranlarda, Hristiyan mahallesinde yılbaşı ve Noel hazırlıkları, süslemeleri devam ediyordu ancak Şam kırsalındaki neredeyse 2 bin yıllık Hristiyan kasabası Malula tedirgindi. Daha önce Nusra Cephesinin; HTŞ’nin isim değiştirmeden önceki versiyonunun saldırısına uğrayan kasabada örgüt tarafından rahibeler dahil insanlar kaçırılmış, antik kiliseler yakılmıştı. Malula’ya pazar ayini sırasında gittim. İnsanlar tedirgindi, kameralara konuşmaktan çekiniyordu, en fazla “Hepimiz için hayırlısı olsun” diyordu. Ancak ayinin başladığını haber veren çanlar çalarken kasabanın ortasına iki devasa hoparlör kuran gençler tekbirlerin de olduğu İslami müzik yayını yapmaya başladı. Kilise çanlarının seslerini bastıracak kadar açmışlardı sesi.

Esnaf ve insanlar kayıt dışı sohbetlerde motosikletli gençlerin kasabaya geldiklerini, “İçki içmeyeceksiniz, ayağınızı denk alacaksınız” diye tehdit ettiklerini anlattılar. Kimdi bu gruplar, HTŞ tarafından mı gönderilmişlerdi, yoksa ferdi olaylar mıydı kimse bilmiyor ancak bilinen tek şey azınlıkların korku içinde oldukları!

HTŞ’nin Suriye’nin bir kısmının yönetimini ele geçirmesine Suriye içinde ve dışında yaşayan Suriyeliler arasında sevinç ve rahatlama yarattığı kesin ancak mesela HTŞ’nin ilk cuma namazında ben izdiham bekliyordum, en az yarım milyon insanın sokağa ineceğini düşünüyordum, olmadı. Cuma namazı kalabalıktı ancak Sünni kenti olarak bilinen, baskıdan ve savaştan yılmış milyonların yaşadığı Şam’da ilk cuma namazına 50 bin kişinin bile katılmaması tedirginliğin ve temkinliliğin önemli bir göstergesi.

Mesela Türkiye’de “Esad devrildi, Suriyeliler artık döner” dalgası esiyor ama bu gerçekçi değil. Çünkü Suriye’de binlerce tamamen harap mahalle, köy, kasaba var. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinin yanı sıra okulların, hastanelerin, kamu hizmetleri verecek binaların, yolların yeniden inşa edilmesi gerekiyor.

Sorun yeniden imar ile de bitmiyor ki! Ekonominin canlanması, fabrikalar dahil istihdam yaratacak çarkın yeniden çalıştırılması lazım. Bütün bunlar için para lazım. Para için Suriye’ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılması gerekiyor, ki HTŞ hâlâ ABD’nin terör örgütleri listesinde. Gerçi bunu halletmek çok zor değil; örgüt isim değiştirir, bilinmeyen isimler öne çıkarılır vs. vs. ancak ekonomi ile istikrarın, istikrar ile güvenliğin ayrılmaz olduğu da bir gerçek.

Bu çerçevede yeni yönetimin en büyük handikaplarından biri devlet kurumlarını yeniden inşa etmek olacak. Halihazırda HTŞ kontrolündeki bölgelerde ne polis teşkilatı var ne de ordu! Sevinç sarhoşluğu yavaş yavaş yerini kaotik bir boşluğa bırakmaya başlayabilir ki bu da elinde silah olan herkesin kendi çetesini kurması demek.

Bu arada HTŞ de ülke yönetimini devralma konusunda çok hazırlıklı değilmiş anladığım kadarıyla. Şam’da HTŞ içindeki isimlere “Suriye’yi nasıl yöneteceksiniz? Ekonomi politikanız ne? Dış politikanız nasıl olacak?​” diye sordum ama ellerinde bir plan olmadığını öğrendim.

Para biriminden müfredata, iç güvenlikten tarım politikasına, dış politikadan bankacılık sistemine kadar aklınıza gelebilecek her konuda oturup konuşup karar vermeleri gerekiyor. Peki HTŞ’nin elinde bunca iş yükünün altından kalkabilecek yeterli insan gücü var mı? Şu anda yok ama bulması çok zor değil. Savaş döneminde ülkeyi terk eden çok sayıda farklı konularda uzman var; onlarla iş birliği yapılabilir ki, Türkiye başta olmak üzere birçok ülke bu konularda destek vermek için oldukça da hevesli.

Ancak HTŞ’nin muhtemelen ayağına bağ olacak ve ileride iç çatışmalara kadar varabilecek en önemli sorunlardan biri elbette yabancı cihatçılar ve radikal Arap cihatçılar meselesi…

HTŞ yıllardır birlikte savaştığı binlerce cihatçı ile ne yapacak? Şam’dan verilen mesajlara bakılırsa yeni Suriye’de bu insanlara yer yok ancak HTŞ içindeki bu kesimden tek hamlede kurtulmak o kadar da kolay değil.

Azınlıklar, kadın hakları, demokrasi gibi konular hâlâ belirsiz.

Bu yazıyı yazarken Şam’da Emevi Meydanı’nda Seküler Suriye Gençliği adlı bir grubun gösteri çağrıları yapılıyordu. Şam’da konuştuğum insanlar kendilerinden emin bir şekilde “Eski rejimi tekrar edeceklerse istemiyoruz. Laik yönetim istiyoruz, şeriat istemiyoruz” diyorlar ancak El Kaide kökenli bir örgütten ‘laik’ yönetim beklemek ne kadar gerçekçi; zaman gösterecek!

HTŞ’nin önündeki en önemli konulardan biri de “Eski yönetim ile hesaplaşma” söylemi! Bu durumda HTŞ Lideri Golani’nin bizzat kendisinin hesap vermesi ve hesaplaşmaya babası ile devam etmesi gerekiyor. Sonuçta on yıllardır devam eden bir sistemden bahsediyoruz. Suriye içinde eski yönetim ile birlikte isteyerek ya da istemeyerek çalışmamış tek bir insan bulmak mümkün değil.

Eski yönetim söylemini Alevilerle ve belkide önümüzdeki günlerde diğer azınlıklarla özdeşleştirip intikam hezeyanlarının önünü açmak ise ülkeyi bir kere daha kanın gövdeyi götürdüğü günlere sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Elbette HTŞ’nin Suriye Kürtleri ile ilişkileri, İsrail saldırıları ve Türkiye ile yakınlaşması gibi meseleler de var ancak bu konuları önümüzdeki haftalarda konuşuruz. Suriye’yi uzun bir süre konuşmaya devam edeceğiz!

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa