21 Aralık 2024 04:36

Emek zulmü meselesi irdelenmelidir

Van'da eyleme polis müdahalesi

Fotoğraf: MA

Paylaş

Evrensel gazetemizin, diğer yayın organlarından ayrılan en önemli özelliği emek konusuna ağırlıklı yer vermesidir. Ekonomik kriz derinleşirken sıkışan sermaye emek üzerine giderek daha yoğun baskı uygulamaya başladı. Hükümet, Avrupa Birliği’nden aldığı rüşvet karşılığında yabancı unsurlara şefkatle kucak açarken, aynı zamanda ülke emekçilerini baskılayıp, verimsiz sanayi yapısına müzaherette bulunmuş oluyordu. Sermaye kesimi hükümetin bu jestini algıladı ve onu mükafatlandırdı da. Emekçi dostlarımıza gelince, bu nasıl bir bağnaz sadakat anlayışıdır ki, alnının secdeye değdiğini zannettiği siyasileri yere göğe koyamadı! Sonuç; giderek derinleşen kriz karşısında daha çok sayıda emekçinin üretim dışına atılmasına, asgari ücret tuluatında emekçilere ağır baskı uygulanmasına rağmen, hükümet de Ortadoğu ve Suriye meselesinde ne kadar isabetli politika izledikleri tuluatını ısıtıp ısıtıp halkın önüne koyarak iktidarda kalma süresini uzatacaktır.

 Sorunlarımızı adım adım irdeleyelim. Birinci sorun olarak, kriz ekonomik küresel kapitalizmin meselesi olmakla beraber, Türkiye’nin bu denli çukura düşmesi, küresel sorundan farklı olarak büyük siyasi iktisatçıların ekonomist olarak ülkeyi felakete sürüklemesinin sonucudur. Peki, o büyük iktisatçılar neden bugünü göremediler? Çünkü 2000 IMF-Derviş programının siyasi özünü anlayamadılar. AKP dönemimi olumlu-olumsuz olarak iki döneme ayırma eblehliği ile yatıp-kalkan iktisat uleması bu süreci anlasaydı zaten şaşardım! Henüz kalkınmasını tamamlayamamış bir ekonomiyi kapsamlı planlama olgusundan çıkarıp, finans parazitlerine uygun yüzeysel program kavramına oturtulmasının encamını anlayamamış ekonomistlerin aklı da, gücü de ancak bu kadardır. Özetlemek gerekirse, evet küresel kriz var ve Türkiye’yi de etkiliyor, ancak bugün Türkiye’nin bu denli savrulmasının sebebi dış etmenlerden çok iç nedenlere bağlıdır. Şöyle ki, Batı dünyasında atıl kalan küresel finans ve reel sermaye çevrelerinin, kendilerini ekonomist olarak akıllı zanneden cin siyasileri kandırarak yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı projelerini halkımıza yedirmeleridir, bugün içine düştüğümüz krizin sebebi. Diğer bir sebep ise, bu manevraya kanıp ülkeyi sömürgeleştirerek gerçekleştirilen bu projelerle övünüp firavunlaşan iktidar çevresinin, ülke yararı aleyhine kişisel ve kurumsal saltanatla ülkeyi israfa sürüklemesidir. Böylesi ağır yükü kaldıramayan verimsiz sanayi yapısı ise, tüm sürecin çürük altyapısını oluşturmaktadır.

İkinci soruna geldiğimizde, ülkenin bu denli küresel kapitalizmden de ayrışarak derin bir krize saplanması her geçen gün ayan beyan ortada olup da, toplumun siyasi kanaatı bunu telafi edecek şekilde değişmiyor ise, sebepleri ekonomide değil, sahte siyasette aranmalıdır. Bu bağlamda köleleştirici, siyaset manevralarına göz atacak olursak; halkın bir bölümünün yoksulluk yardımı çerçevesinde köleleştirilmesi, bir başka bölümünün adeta kendisini yüce yaratıcı makamında görerek (hâşâ!) siyasileri alnın secdeye değmesi ölçütü ile değerleyecek kadar körelmesi, bir üçüncü bölümünün ise, çeşitli sendikal girişimlere rağmen, örgütsüzlük ve çaresizlik içinde pasifize edilmesidir.

Üçüncü sorun ise, emekçi direnişlerinden siyasi çevrenin korkmamasıdır. Emekçiler mücadelelerini sendikal halklar çerçevesinde yürütmektedir. Sendikal mücadele emek-sermaye mücadelesini yansıtır. Ne var ki, sermayenin arkasında ona güç veren sistem ve sistemin bekçisi devlet vardır. O nedenle, mücadelenin sisteme karşı yapılması gerekir. Sisteme karşı mücadele sermayeyi ve onun siyasi temsilcisi hükümeti/devleti ürküttüğü içindir ki, sendikaların sistem lafını etmesi yasaktır. Emekçiler ve halk adına sistem mücadelesini sol siyasi partiler yapar. Sol partiler, kendi aralarındaki teorik tartışmalarını yapmakta doğal olarak serbesttirler, fakat toplumsal talep karşısında birleşik cephe oluşturarak siyaseti etki ve baskı altına almaları birinci derecede zarurettir.

Dördüncü olmakla beraber içinde sürüklendiğimiz en zorlu dönem Ortadoğu meselesidir. Ortadoğu’da kaynayan kazanın sonucu şimdi ya da ileri bir zamanda hem emekçileri hem de tüm halkımızı vuracak gibi gözükmektedir.

Değerli okurlarımın bugünkü yazımın konusuna ilham oluşturan şu videoya bir göz atmalarını rica ediyorum:

Buradaki metnin başlığı şöyle: “U.S. & Israel’s Hidden Agenda” (ABD ve İsrail’in Gizli Planı).

Öyle anlaşılıyor ki, İsrail-ABD gizli planı, halkların malumu değildi, ancak ta işin başında, Türkiye’nin devlet başkanı olarak seçtiği bir kişinin, ABD tarafından Ortadoğu’nun eş başkanı seçilmesi döneminde başlatılmıştır. Hatta çok muhtemeldir ki, işin başında görev tanımı dahi yapılmıştır. İsrail-ABD örtülü hedefinde Türkiye’nin önemli bir yeri olduğu, savaş döneminde tüm itirazlara rağmen İsrail’e ihracatın dolaylı yoldan da olsa hız kesmeden sürdürülmesinden anlaşılıyordu. Nitekim İsrail-ABD gizli planında Türkiye gözükmemektedir. Bu durumda, muhtemeldir ki, Türkiye’ye Ortadoğu eş başkanlığına yaraşır bir görev verilecektir!       Türkiye, ağırlığı ile Sünni, İran ise ağılığı ile Şia’dır. Umarım her iki taraf da, Batılıları, emperyalistleri sevindirecek basiretsizlikte bulunmaz. Bunun tek yolu, her iki tarafın da laik davranarak, mezhepçilik yapmayarak, Suriye’nin ve İran’ın devlet ve ülke bütünlüğüne saygılı davranmasıdır. AKP kadrolarının, Suriye masasına oturmaya hevesli olduğu açıktır. Hatta Suriye bir komşu ülke olarak, Türkiye’nin masada yer alması doğaldır. Ancak masada Türkiye’nin güdümlü bir ajan konumunda değil, özgür iradeli komşu devlet konumunda bulunması dileğimizdir.

AKP bu karmaşık sorunu tek başına çözmeye kalkacaktır. Bilinmelidir ki, ABD-İsrail kafasındaki Kürdistan alanı, Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarını kapsamaktadır. Masada Ortadoğu’da yeni bir devlet, Kürdistan’ın kurulma olasılığı güçlü gözükmektedir. Suriye’nin karıştırılmasında baştan beri aktif rol oynamış ve ABD-İsrail planına hizmet etmiş bir parti olarak AKP, masada Kürt kozu açıldığında tüm tutarsızlığının sonucunu iliklerine kadar yaşayacaktır. Belki de ilk anlarda gönlünde parlayan erken seçim hevesleri kursağında kalacaktır. Her şerde bir hayır vardır!

Emek konusundaki yazının son paragrafında, uluslararası emperyalist mücadelesinde yaşamını kaybeden askeri personelden söz etmek kaçınılmazdır. Her kademede askeri personel de emektir, hem de emperyalistin en ağır yükünü, gereği durumda canı ile çeken!   

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa