22 Aralık 2024

Özelleştirmelerden olağanüstü hale: Grev yasaklarının ekonomi-politiği

Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı “agresif büyüme” modeli her sektörde emeği örgütsüzleştirmeye, ücretleri baskılamaya, çalışma sürelerini uzatmaya dayalı. Türkiye kapitalizminin kovid-19 salgın döneminden bu yana izlediği strateji, küresel tedarik zincirlerindeki yerini sağlamlaştırmak, lojistik kapasitesini artırarak uluslararası ticarette “transit ülke” konumunu korumak.

“Agresif büyüme” doğrultusunda yerli ve yabancı şirketlere sınırsız kaynak tahsisi yapan AKP’nin sermayeye altın tepside sunduğu en önemli şey, kesintisiz üretim. Nitekim salgınla kesişen yıllardan bu yana ucuz meta üretimine dayalı ihracat modeli, Marx ve Engels’in şu saptamasını doğrular nitelikte: "Krizlerde öyle bir toplumsal bulaşıcı hastalık ortaya çıkıyor ki, bu hastalık daha önceki tüm dönemler için saçma görünürdü -aşırı üretim denen salgın hastalık.” Bu saptama doğrudur, zira Cumhurbaşkanı Erdoğan da salgının sona erdiği 2022 yılında Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada "Salgın oldu, üretime ara vermedik; Savaş çıktı, ihracatta gaza basmaktan vazgeçmedik” diyerek bu saptamanın sağlamasını yaptı.

Ne var ki, kesintisiz üretime dönük müdahaleler sadece salgın döneminden ibaret değil. Başka bir (siyasal) kriz evresi olan 2017-2018 yıllarındaki OHAL döneminde de üretim temposunu sürdürmek için emek hareketi üzerinde yoğun siyasal baskı kuruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2017 yılında patronlar örgütü olan TOBB’de yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız.” Yine aynı yıl MÜSİAD’da yaptığı konuşmada “OHAL önünüzü açıyor. Öyle ikide bir grev bilmem ne yok” derken, TÜSİAD toplantısında da “OHAL iş adamlarının neyini engelledi?​” demişti.

Sermaye iktidarının -OHAL ve salgın gibi kriz dönemleri başta olmak üzere- agresif büyüme stratejisini uygularken izlediği yöntemlerin başında emeği “anayasasızlaştırma”, işçi sınıfını hareketsiz bırakma amaçlı grev yasakları geliyor. AKP iktidarındaki 21 grev yasağını hem periyotları hem de yasakların hedef aldığı işçi sayısı açısından OHAL öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayırabiliriz. OHAL öncesinde, Bakanlar Kurulu kararı ile 2003 yılında 2, 2004 yılında 2, 2005 yılında 1, 2014 yılında 2, 2015 yılında 1olmak üzere toplam 8 grev yasaklandı. OHAL’i izleyen dönemden itibaren ise 2021 yılı hariç her yıl 13 grev yasaklandı. Bu yasakların 7’si sadece 2017-2018 yıllarında gerçekleşti. OHAL döneminden önce 2003-2017 yılları arasında yaklaşık 38 bin işçinin grevi yasaklanmışken, 2017-2024 yılları arasında yaklaşık 159 bin işçinin grevi “erteleme” adı altında yasaklandı.[1]

Başta metal olmak üzere, lastik, cam, ilaç, kimya, bankacılık iş kollarındaki 21 grevden 18’i “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklandı. Hukukçu Murat Özveri’nin belirttiği üzere “Milli güvenlik” ve ona eşlik eden “genel sağlık” kavramları bir hakkı sınırlamak için kullanılabilecek netlikte kavramlar değil. Aksine sınırları çizilmesi çok zor, keyfiliğe kapı aralayan kavramlar.[2] Siyasi bakış açılarıyla her tür hukuki görüş dayanak gösterilerek içi çok rahat doldurulabilecek “milli güvenlik” kavramını aslında “sermayenin güvenliği” ya da “üretimin güvenliği” olarak formüle etmek mümkün.

Dönemin TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, Erdoğan’ın grev yasağına destek çıkmış, yasakların gerçek amacına işaret etmişti: “Sayın Cumhurbaşkanımızın söylemek istediği biraz daha farklı bir şey. Grev de tabii ki bir hak. Ama asıl olan şu; iyi ekonomiyi besleyen ana noktalarına bakıldığı zaman işvereniyle işçisiyle bütünlüktür. Topyekûn bakıldığında umuda koşan, iyiliğe koşan ve güçlü bir iş dünyası ekosisteminin tıkır tıkır çalışmasıdır. Yani grev hakkının bu noktalardaki ifadesi olmasa da olur diye düşünüyorum.”

Yabancı yatırımlara, orta ve yüksek teknolojili ithalat girdilerine, sıcak paraya muhtaç Türkiye kapitalizmi, büyük ölçekli özelleştirmelerle kontrolüne geçen sektörlerin korunması için tüm araçları seferber ediyor.

AKP’nin iktidara geldiği yıldan bugüne (2002-2023) 63 milyar 241 milyon dolarlık özelleştirme ölçeğini düşünürsek sermayenin “güvenlik” talebi boşuna değildir. Çünkü patronlar, devleti sermayenin ortak çıkarlarına denk düşen “ideal kolektif kapitalist devlet”in bir uzantısı olarak görürler. Devlet, meta üretiminin, meta mübadelesinin, sermaye birikiminin hem ekonomik hem de hukuki biçimlerini korur. Bu işlevini yerine getirirken farklı araç ve aygıtlarla piyasaya müdahale edebilir; piyasa rasyonalitesi için mali hesaplar ve politikalar yapabilir; bazı şirketleri piyasadan silebilir. Devlet, kendi ulusal sermayesinin çıkarlarını korumanın yanı sıra küresel ölçekte sermaye birikiminin koşullarını sağlamak için diğer devletlerle veya uluslararası sermaye örgütleriyle iş birlikleri yapabilir. Piyasanın kontrolü ve düzenlenmesi için devletin varlığına ve müdahalesine ihtiyaç vardır.[3]

İşçi sınıfının anayasal hakları askıya alınmak suretiyle “sermayenin güvenliği”ni sağlamak amacıyla nasıl müdahalelerde bulunulduğunu, özelleştirilen şirketler ve grev yasakları eşleştirmesi yaparak görebiliriz:

AKP’nin yasakladığı ilk grev, Kırıkkale’deki Petlas lastik fabrikasında “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanan Petrol-İş greviydi. 1997 yılında Kombassan Holdinge satılan şirket, 2005 yılında Abdulkadir Özcan AŞ tarafından 70 milyon dolara satın alındı. Şirket İstanbul Sanayi Odasının 2023 yılına ait 500 büyük sanayi kuruluşu (İS0 500) sıralamasında 16 milyar 621 milyon TL’lik satış hasılatıyla 70. sırada yer aldı.

Kristal-İş’in 2003’te başlatacağı Şişecam grevi yine “milli güvenlik” gerekçesiyle 60 gün süreyle “ertelendi.” Yasağın kalkmasının ardından Paşabahçe işçileri 2004 yılında yeniden grev kararı aldı ama bu grev de “milli güvenlik ve genel sağlık” gerekçesiyle engellendi. Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası özelleştirilmesiyle başlayan süreçle birlikte Adnan Özyalçıner’in tabiriyle “Şişecam’ı kırdılar.” Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ bugün 58 milyar 510 milyon TL’lik satış hasılatıyla İSO 500 sıralamasında 16. sırada.

Türkiye Maden İşçileri Sendikasının Çayırhan Termik Santrali ile Afşin-Elbistan Termik Santralinde aldığı grev kararı 2014 yılında yine “Genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu” gerekçesiyle yasaklandı. Çayırhan Termik Santrali ile Çayırhan Linyit İşletmesi 2000 yılında Turgay Ciner’in sahibi olduğu Park Termik şirketine devredilmiş, 20 yıllık işletme hakkı devri sözleşmesinin sona erdiği 2020’de tekrar devlete geçmişti. Yeniden satışa çıkarılan Çayırhan işletmelerinin satışı işçilerin grevi ve direnişiyle şimdilik ertelendi.

Şu anda Birleşik Metal-İş’in yaklaşık 2 bin işçiyle çıktığı grev yasağı kapsamındaki iş yerlerinin en önemli özelliği ise uluslararası sermayeyle bağlantıları:[4]

  • İstanbul Sanayi Odasının hazırladığı İSO 500 verilerine göre Hitachi Energy 2023 yılında 10.3 milyar TL değerinde net satış yaptı. Şirketin dijital sistemler yenilenebilir enerji ve enerji hizmetleri bölümü 2024’ün ilk 6 ayında ise faiz vergi ve amortisman öncesi (FAVÖK) 107.7 milyar TL kâr etti. Türkiye’deki 4 işletmesinde 500 işçinin çalıştığı şirket Türkiye’de işçi başına 20.2 milyon TL değerinde satış yaptı. Dünya çapında bakıldığında ise, 45 bin çalışanı bulunan şirket çalışan başına 2.4 milyon TL kâr etmiş oldu.
  • General Electric (GE) Vernova bünyesinde faaliyet gösteren GE Grid Solutions 2023 yılında 5.6 milyar dolar (194.6 milyar TL) kâr elde etti. 120 ülkede 75 bin çalışanı bulunan şirketin çalışan başına kârı 75 bin dolar (2.6 milyon TL). GE elektrifikasyon alanında 2.5 milyar dolar değerinde sipariş aldığını, 2024’ün 3. çeyreğinde ise elektrik enerjisi üretimi ve yenilenebilir enerji alanlarında 1 milyar dolarlık kâr artışı sağladığını duyurdu.
  • Schneider Electric 2024'ün ilk yarısında dünya çapında yaklaşık 160 bin çalışanıyla 3.2 milyar avro (116.76 milyar TL) kâr elde etti. Şirketin 2024’ün ilk yarısında bir çalışandan elde ettiği kâr 20 bin avro (730 bin TL).

Orta vadeli programın hâkimiyetinde geçen 2024 yılının, yüksek enflasyon-yüksek gıda fiyatları-düşük ücret sarmalına itiraz eden, sendikal hakları için bayrak açan işçi eylemleriyle bitmesi tesadüf değil. Sermayeye daha çok taviz, imtiyaz ve kaynak sağlamak isteyen iktidar, çarkları her koşulda döndürmek için emeği nefessiz bırakmak istiyor. Bu mücadele sadece grevdeki ve direnişteki işçilerin mücadelesi değil. 2025’te insanca yaşamak istiyorsak işçi sınıfının grevlerden başarıyla çıkması gerekiyor, çünkü grevler işçi sınıfı için bir okuldur ve her kazanım bir sonrakini tetikler. Asgari ücret görüşmelerinin sürdüğü günlerde patronların bir gözü pazarlık masasındaysa, bir gözü de Birleşik Metal-İş’e üye işçilerin grevindedir.

[1] Grev yasaklarının dökümü için Aziz Çelik, “Grevleri şirket kârları için yasaklıyorlar”, BirGün, 16.12.2024

[2] Murat Özveri, “Grev Yasağının Adına ‘Grev Ertelemesi’ Denilmiştir”, Hukuk Defterleri, Dosya, Sayı 8 / Temmuz - Ağustos 2017

[3] Bob Jessop, “Recent theories of the capitalist state”, Cambridge Journal of Economics , December 1977, Vol. 1, No. 4 (December 1977), p 353-73

[4] “Sadaka değil toplu sözleşme: Hitachi işçileri MESS’in sefalet zammına karşı bugün greve çıktı”

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et