27 Aralık 2024 05:25

'Zaferden' işçiye düşen

Erdoğan

Fotoğraf:AA

Paylaş

İktidara ve onun her türden destekçisine ve yalakasına göre Suriye’de bir “zafer” kazanıldı ve bu “zaferde” ABD, İsrail vb. değil de AKP iktidarı belirleyici bir rol oynadı. Şimdiden bu “zaferin” ganimetinden kimin ne pay alacağının telaşına düşüldü. İş birlikçisinden, yerlisine kadar bir yığın tekel şimdiden hazırlıklara giriştiler. Ama sınıf mücadeleleri tarihinin kanıtladığı katı bir gerçek var ki o da şu: Zafer ya da yenilgi farketmez, faturayı halklar, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar öder. Ve bu faturanın ilk taksidi sefalet ücreti olarak asgari ücret biçiminde işçi sınıfına çıkarıldı.   

İktidar ve büyük sermaye, aslında araya koyduğum bu ve fazla, bu iktidar gerçekte büyük sermayenin iktidarı, büyük patronların iktidarı demek meramı daha net anlatabilir. Erdoğan’da zaten net anlatmış: Diyor ki,  “Asgari Ücret Tespit Komisyonumuz çalışmalarını dün tamamladı. 1 Ocak 2025 tarihinden itibaren geçerli olacak net asgari ücret miktarını 22 bin 104 lira olarak belirledik. Bu rakam 2024 yılına göre net yüzde 30 artışa tekabül ediyor. Devletimizin asgari ücretli başına işverene verdiği destek ise 700 liradan 1000 liraya yükseldi. Çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüze bir kez daha sadık kaldık.”

Bu açıklamada iki net gerçek var; birincisi asgari ücretin güncel açlık sınırının altında -B. Kamu-İş araştırması- belirlendiği, enflasyona ezdirmeme sözünün doğru olmadığı, ikincisi ise sermaye iktidarının patronlara daha fazla zam yaptığı. Yani asgari ücret desteği olarak çalışan başına devlet tarafından yapılan ödemenin 700 TL’den 1000 TL’ye çıkarılması. Görülüyor ki patrona yapılan zam yüzde 42, işçiye ise yüzde 30. Asgari yaşam standardını belirleyen yoksulluk sınırının 70 bin TL’yi geçtiği dikkate alındığında, bu asgari ücretin sefalet ücreti olduğu, bir işçi ailesinde iki kişi çalışsa bile gelirlerinin yoksulluk sınırının çok altında kaldığı gerçeği sefaletin ve yoksulluğun boyutunu göstermeye yeter. Asgari ücret bırakalım bir işçi ailesinin asgari ihtiyacını karşılamayı, yine bizzat Türk-İş’in araştırmasına göre bekar bir çalışanın aylık 26 bin 712 liraya yükselmiş olan asgari aylık masrafını -kasım 2024- dahi karşılamıyor.

Buna karşın Türk-İş Başkanı Atalay şunları söylüyor: “Bu komisyon adil değil. Adil olmayan komisyonda maalesef 50 yıldır durduk. Bir daha TÜRK-İş olarak Asgari Ücret Komisyonuna katılmayacağız. Buradan duyuruyorum. Bizi çağırmasınlar burada yokuz artık.” Evet olmadığınızı biliyoruz. Ama sadece komisyonda değil, temsil etmekle görevlendirildiğiniz işçi sınıfının çıkarlarını korumakta da yoksunuz. Öyle anlaşılıyor ki iktidarın ansızın yaptığı son asgari ücret toplantısı her türlü savunmayı ortadan kaldıran, çıplak gerçeği olduğu gibi gözler önüne seren bir rol oynadı. Yıktılar perdeyi, eylediler viran!

Oysa direnmek ve mücadele etmek diye bir yol var ve yasaklamaya rağmen devam eden son metal grevleri, eğer sendika yönetimleri dik durursa işçilerin direnme ve mücadele ederek kazanma kararlılığını açıkça ortaya koyuyor. Türk-İş’in Ankara’da düzenlediği mitinge de, sendika üst yönetimlerinin gönülsüzlüğüne ve çalışmamalarına rağmen 150 bin işçi katılmıştı. Asgari ücret sorunu elbette sadece Türk-İş’in sorunu değil ve asgari ücret mücadelesi sendikalı işçilerin mücadelesinden farklı özellikler taşıyor. Ama bu durum sendika konfederasyonlarının işçi sınıfına karşı olan genel görevlerini yapmaları konusunda bir engel değil. Diğer taraftan işçilerin yarısı asgari ücret koşullarında ücret alıyor ve asgari ücret hemen hemen işçi sınıfı için ortalama ücret olmuş durumda. Üstelik üç konfederasyon temmuzda yaptıkları toplantıda asgari ücret konusunda mücadele için kararlılıklarını dile getirmişlerdi.

CHP yönetimi de asgari ücrete tepki gösteriyor. 28 Aralık’ta Tandoğan’da yapılacak mitinge çağrı yapıyorlar. İyi de “yumuşama, normalleşme” adımlarını atarak iktidarı çukurdan çıkardınız ve iktidar şimdi ayaklarının zemine daha sağlam bastığını düşünerek halka ve muhalefete karşı saldırılarını daha da azgınlaştırdı. Bir yandan işçi ve emekçi halkın tepkisini yedeklemeye ve söndürmeye çalışırken, diğer yandan mücadeleci gözükmenin halka verdiği zarar görülmüyor mü? CHP; ya halktan yanasın ve tutarlı bir mücadele vereceksin, ya da halkın önünden çekileceksin. Ama CHP ikisini de yapmıyor, halkın önüne düşer görünerek onun mücadelesini yatıştırma görevine soyunuyor. Oysa bu mücadelede tereddüde, kıvırmalara, yuvarlamalara yer yok. Mitinge gelince, elbette işçi ve emekçiler tüm güçleri ile katılmalı, seslerini duyurmalı, daha ileri ve düzen partilerinden bağımsız mücadelelerini geliştirmek için yoğun bir çaba göstermeliler.

Gerçek tüm çıplaklığı ile ortada duruyor: Bu iktidar ülkede gerçekleştirdiği yıkımı derinleştiriyor ve ekonomik krizin tüm yükünü işçi ve emekçi halkın sırtına olanca ağırlığı ile yıkıyor. Öyle anlaşılıyor ki Suriye halkı da bu yıkımdan payını alacak. Yıkımın faturasını Türkler, Araplar, Kürtler vb. halklar birlikte ödeyecekler. En azından iktidarın hesabı bu. Ama bunu “Zenginlikleri paylaşma” ambalajıyla kamufle ediyor ve bölgenin önüne kanlı bir gelecek seriyor. İşçi ve emekçi yığınlar ülke içinde iktidarın bu yıkım planını ve krizin yükünün üzerlerine yıkılmasını ancak birleşik ve genel bir mücadele ile püskürtebilirler. Bunun için öncü işçilere, namuslu ve mücadeleci sendika şube yönetimlerine, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin zorunluluğuna inanan tüm kesimlere büyük bir sorumluluk düşüyor.  Bu yola çıkmakta kaybedilen her gün işçi ve emekçilerin sırtına daha ağır yüklerin binmesine neden oluyor.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa