28 Aralık 2024 04:45

Kültürel değerin sınıfsallığı: Haydarpaşa Garı

Haydarpaşa pankartı

Fotoğraf:@haydarpasadayan/X

Paylaş

Geçen hafta imarın sınıfsallığını açmaya çalışmış ve kısaca şöyle demiştim;

Türkiye’de son 20 yıldır artan oranda uygulanagelen mülkiyet ve sermaye birikimi odaklı imar mevzuatının dayandığı kentleşme politikası özetle şudur; insanı-hayvanı-doğayı zorla yerinden etmek, sömürgeleştirmek, tüketmek, ekosistemi tahrip etmek, bunlarla beraber imar affı/barışı ilan ederek yurttaşı suça teşvik etmek, sisteme tabi kılmak.

İmar faaliyetlerinin sistemi besleyen bu sınıfsallığı karşısında imar hakkı talep etmek, politik olarak aynı çukura düşmek oluyor. Oysa ki, gündelik hayat praksisi içinden, yurttaşlık/tür/patriyarkal vd. yapısal sorunları ortadan kaldıracak şekilde güç ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyerek, kenti ve kendimizi, başka bir dünya yolunda, yeniden kurmayı tahayyül etmek, radikal bir kentleşme politikasını zorunlu kılıyor. Bu nedenle, hakkı bir yaratım olarak ele alıp mevcut paradigmadan çıkmak gerekiyor.

Kentleşmede sınıfsallık elbette sadece imar ile sınırlı değil. Yukarıdaki kent hakkı yaratımı bağlamında, kamusal, kültürel vb. ortak değerlerimiz de yeniden ele alınmayı gerektiriyor. Zira bunlar da aynı imar gibi, çelişki ve çatışma yaratan unsurlar. Kültürel değerlerin korunması, yaşatılması kimin lehine, nasıl sağlanıyor, kararları kimler veriyor, bunlar ne kadar tartışmaya açılıyor, hatta daha da öncesi bir yapıya/alana kültürel değeri kim, nasıl atıyor gibi soruların çoğaltılması, üzerine açık tartışma ortamları üretilmesi lazım.

Canlılar kadar, canlıların ürettiği değerlerin de tarumar edildiği gibi bir sistemde BM’den AB’ye üretilmiş birtakım kabullerle ilerlemek köklü bir değişim yaratmıyorsa, sistem içi onarımlar nafile ise, her olgu üzerinden konuyu yeniden sorunsallaştırmak elzem.

Ben de bu düşünceyle Haydarpaşa Garı örneğini yeniden açmak istiyorum.

Haydarpaşa Dayanışması’nın, yazının görselinde de yer alan şu paylaşımı, bu yazının başlığını çok güzel özetliyor;

KESK’in “geçinemiyoruz” mitinginde BTS İstanbul 1 No’lu Şube “elini, cebimizden, lojmanımızdan, Haydarpaşa ve Sirkeci Garlarımızdan çek” pankartı ile yürüdü”.

Yeni açıklanan asgari ücretin ola ola net 22.104 TL bugünlerde, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun 30 Kasım 2024 tarihindeki kitlesel eyleminde, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası emekçilerinin taşıdığı bu döviz, mimar/koruma alanında “uzmanlaşmış” bir emekçi olarak bana şunu diyor;

Ürettiğimiz, yaşadığımız yeri savunuyoruz, koruyoruz ve terk etmek istemiyoruz. Tarihi değer olarak ulusal envanter listesine girmiş Haydarpaşa ve Sirkeci Garlarının üretim değerini yok etme. Bizi, yaşam alanlarımızdan, iş yerlerimizden, lojmanlarımızdan etme. Bu değerleri var eden emeği yerinden etme. Arkeolojik, mimari, kültürel tüm değerleri ile birlikte yaşat.

Bu döviz üzerinden kültürel değeri açalım;

Her şeyin en temelde kullanım ve mübadele değeri var dersek, kültürel değerin de temelde bir kullanım ve mübadele değeri var. O zaman soralım; Haydarpaşa/Sirkeci Gar ve sahasının özgün işlevi olan üretimi/ulaşımı zayıflatmak, nostaljikleştirmek, buraları kitlesel ulaşımdan, kitlesel kültür-turizm mekânına dönüştürmek neden isteniyor?

Garlarda çalışanlar neden yerinden ediliyor? Neden lojmanlarından çıkarılıyor? O zaman yapılar daha mı iyi korunacak? Bu zamana kadar neden iyi korunamadı da şimdi bu yola gidiliyor?

Her kent içi arkeolojik kazıda olduğu gibi, değerlerin üst üste bindiği durumlarda neden açık bir tartışma olmuyor? Ya da neden alandaki bazı arkeolojik buluntular başka bir yere taşınıyor, bazıları görmezden geliniyor ve bunlar gizlilikle yapılıyor?

Buradaki değerler kimin değeri? Hepimizin ise, neden sadece uzmanlar, merkezi yönetim ve bazı sermaye grupları arasında bu bilgiler paylaşılıyor? Danışmanların, uzmanların, meslek insanlarının raporları neden açık olarak paylaşılmıyor? Bu gizlilik hali kime yarıyor? Bizim eleştiri hakkımız niye yok?

Bu sorular elbette daha da artacaktır. Haydarpaşa/Sirkeci örnekleri endüstriyel değer oldukları için, kapitalist modernite projesinin en çelişkili örnekleri. Bir yandan anıtsallıkları nedeniyle gösterişli yapılar, kentin önemli konumlarındalar. Fiziksel olarak kullanılmak isteniyorlar ancak “anaakım/resmi -yetkili- miras söylemi” bağlamında özgün işlevini nostaljikleştirip, sterilize ederek, sadece yapısal korumaya indirgeyerek bu isteniyor. Uzman hocaların/mimarların danışmanlığı da buna hizmet ediyor. 

9 Kasım 2024’te burada yazmıştım, aslında bu vakada “yaşayan endüstri mirası” öldürülmüyor. Endüstriyel değer, daha baştan miraslaştırılarak resmi miras söylemine havale ediliyor. Ardından bu söylemin gereği olarak, değer, salt yapı ölçeğinde ele alınıyor. Çünkü resmi miras pratiği, yapılı çevreye odaklı. Böylelikle sermaye birikimini hedefleyen sistem lehine, alandaki endüstriyel kültürün el değiştirmesi için hayli elverişli bir zemin kuruluyor. Uzmanlar, akademisyenler, mimarlar, kültür-sanat üreticileri vb. de resmi söylemle paralel hareket ediyorlarsa bu zemine iknalar. Çünkü öncelik yapının fiziksel koruması-kullanımı, “iyi mimarlık, iyi koruma, iyi kültür/sanat”…

Bu mevzu daha da açmaya, derinleştirmeye değer. Yarın, 29 Aralık 2024’te, 13:00-14:00 arasında Haydarpaşa Dayanışması’nın 676. Pazar eylemi var (1). Ardından 15:00-18:00 arasında, benim de emekçileri arasında yer aldığım “Yaşayan Üreten Dönüşen Haliç” görsel belgeleme çalışmasının Haydarpaşa Dayanışması gösterimi olacak, bu konular üzerine bir söyleşi gerçekleşecek (2). İlgili herkesi bekleriz…

 

1. https://x.com/haydarpasadayan/status/1871963441256423820
2. https://x.com/yudhalic/status/1866415498033877435

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa