Türkiye kapitalizminin sınırları, AKP ve asgari ücret
Fotoğraflar: AA, Arka plan: Pexels | Kolaj: Evrensel
Asgari ücret açlık sınırının bir tık üstünde belirlendi. Şubat ayında muhtemelen altına düşecek.
AKP’ye oy veren emekçiler bile tepkili. Suriye’nin “fethi” ile ev kirasının yarışı nasıl sonuçlanacak, hep birlikte göreceğiz.
Peki… Hükümet neden kendi tabanını bile karşısına alacak bir asgari ücret belirledi?
İlk akla gelen, “onlar zaten sermayenin ve zenginlerin hizmetinde.”
Doğru…
Ama eksik…
Bu eksiklik, başka sıkıntılara yol açıyor, sorunu çözmekle yakından uzaktan ilgisi olmayan düzen içi rotaları meşru kılıyor. Böyle olunca, her türden liberal muhalefet, mesela DEVA Partisi bile, hükümeti zenginin yanında olmakla eleştirebiliyor. Asgari ücreti artırmak ya da azaltmak, basit bir politik tercihe, sermaye ya da emek yanlılığına indirgeniyor. Ekonomi ile siyaset arasındaki içsel ilişki, neredeyse sonsuz bir özerklik ve iradecilik lehine yok sayılıyor. Böylece, Türkiye kapitalizminin içsel sorunları AKP’ye boca edilip, sosyal reform (paketi bile değil) imasıyla liberal muhalefet, burjuva siyasetin meşrebine uygun şekilde bağırıyor, çağırıyor, bol keseden vaat dağıtıyor.
MHP ile işbirliği içindeki AKP iktidarı sadece zengin sevdiği için değil, zorunda kaldığı için asgari ücreti düşük tutuyor. Bu parti (ve düzenin diğer partileri), bağımlı bir ekonomi olarak Türkiye kapitalizminin sıkışmışlığını bizzat hissediyor, yaşıyor. Onun dışında değil onun bir boyutu olarak var oluyor. Dolayısıyla, hükümette AKP değil başka bir düzen partisi olsa, benzer bir sıkışıklığı yaşayacak ve benzer uygulamalara imza atacaktı. Hatırlayalım, altılı masanın önerisi de üç aşağı beş yukarı Şimşek yönetiminin hayata geçirdiği programdı. Şimdi bile mevcut Şimşek programına özde bir eleştirileri yok. “Makam araçları ve çifte maaşlar” gibi, “kamu harcamalarını yeterince kısmadığını” vurgulayan, ama eğitimi, sağlığı ve sosyal harcamaları komple bitirme anlamına da gelebilecek yüzeysel ve belirsiz notları var.
BAĞIMLI KAPİTALİZM
Türkiye kapitalizminin temel özelliklerinden birisi döviz biçiminde yabancı sermaye girişine bağımlı olmasıdır. Süleyman Demirel’in özlü deyişiyle, “Türkiye 70 sente muhtaç bir ülkedir”. Katar’dan petro-dolar, İngiltere’den sıcak para, Rusya’dan borç ertelemesi talebinin nedeni budur. Türkiye kapitalizminin ihracatla elde ettiğinden fazla dövize ihtiyacı vardır. Bu keyfi bir ihtiyaç değildir. Sanayi üretimi ağırlıklı olarak makine ve ara malı ithalatına dayalıdır, bunun için döviz lazımdır. Sermaye, üretmek için belirli malları ithal etmek zorundadır. Bu nedenle ekonomi büyüdüğünde ithalat artar, cari açık yükselir. Ekonomik büyüme yavaşladığında ithalat ve cari açık düşer, ki bu da sermayenin birikim mantığına terstir. Sermaye “üretmek için üretmek”, artı-değer elde etmek, bu artı-değeri yeniden iktisadi faaliyete dahil etmek, yani büyümek/birikmek zorundadır. Sermaye birikimi kapitalizmin temel yasasıdır.
Bu bağımlılık ilişkisinin başkaca boyutları da vardır. Ülkeye kredi, portföy ya da doğrudan yatırım biçiminde sermaye girişiyle, bağımlı kapitalist işleyişi sürdürmede ihtiyaç duyulan döviz sağlanmış olsa da, başka sorunlar ortaya çıkar. Döviz cinsinden borçluluk kırılganlığı arttırır. Emekçinin ürettiği artı-değerin bir kısmı, düzenli olarak yabancı sermayeye, yani ülke dışında faiz ve kâr biçimindeki aktarılır.
Dolayısıyla, üretimin ithalata, sermayenin dövize, ekonominin yabancı sermayeye, doğrudan adını koyalım Türkiye kapitalizminin emperyalizme bağımlılığı yapısal niteliklerdir. Bunları dikkate almayınca, yani liberal deyimle “rasyonel” politikalar izlemeyince ödemeler dengesi krizi ya da döviz krizi patlak verebilir. Bu da sanayi üretimini zora sokacağı gibi genel bir ekonomik krize doğru ilerleyebilir.
Bu bağımlılığın temelinde, Türkiye kapitalizminin uluslararası kapitalist işbölümüne, ucuz işgücü (hatırlayalım Avrupa’nın Çin’i tartışmaları), düşük ve orta düzey teknolojili ürün ihracatı ve yüksek teknoloji ürün ithalatı ile eklemlenmesi vardır. Hem yabancı sermaye çekme, hem de ihracatta fiyat rekabetini sürdürebilme açısından “ucuz işçilik” keyfi değil temel bir politika hattıdır.
TEMEL ÖNCELİK SERMAYEYİ BÜYÜTMEK
Şimşek yönetiminin 2023 Haziran’ından bu yana izlediği faiz politikası bu gerçeği ve sınırlılıkları hesaba katmıştı. Bu nedenle Bakan Şimşek, dünyanın dört bir yanında, döviz (yatırım) girişi için adeta yalvardı. Kur güvencesi ve bol faiz getirisi sundu. IMF programını uygulayacağını vaat etti ve son olarak asgari ücrette görüldüğü üzere dediğini yaptı. Yakın zamana kadar politika faizi %50 olduğundan, ünlü carry tradeciler ülkeye döviz sokup, dünyanın hiçbir yerinde bulamayacakları kolay ve yüksek faiz gelirlerini ceplerine koydular. Bol kazancın temel koşulu döviz kurunun kontrol altında tutulmasıydı ve hükümet de bunu sağladı.
Şimşek programının ikinci yönü yüksek faizle ekonomiyi soğutmak ve böylece enflasyonu düşürmekti. Yüksek faiz ile hem yeni yatırımların hem de tüketimin kısılması, böylece talebin baskılanmasını öngörüldü. Ana akım teoriye göre talep düştükçe enflasyon da düşecekti. Ancak, bu politikanın riski, yüksek faiz koşullarında yatırımlar durma noktasına gelebilir ve bu da ekonomik büyümenin durmasına ve bir krize yol açabilirdi. Talebi baskılamanın diğer bir yolu da reel ücretleri düşürmektir. Ücretler düştükçe talebin düşeceği ve fiyat artışının da yavaşlayacağı varsayılmaktadır.
Ancak ne yüksek faiz ne de reel ücretleri düşürmenin enflasyon üzerindeki etkisi beklendiği gibi değildi. Çünkü,
-Yüksek faiz, bilindiği üzere yatırımları azaltır. Böylece arz düşer ve bu da enflasyonist etki yaratır.
-İkincisi, piyasa eşit bireylerden oluşmaz. Farklı sınıf ve gelir grupları vardır. Türkiye’de enflasyonda etkili olan talep, zar zor geçimini sağlayan ve borç içinde yaşayan emekçi sınıflardan değil, faiz artışı ile daha da zenginleşen ve talebini artıran sermaye ve zenginlerden kaynaklanmaktadır. Enflasyonun nedeni emekçiler olmadığı için asgari ücreti düşük tutmanın enflasyon üzerindeki etkisi oldukça düşüktür.
-Üçüncüsü, tekelci sektörlerde talep düşse de, faiz artsa da tekelci şirketlerin kârları baskılanmadıkça fiyat artışı yavaşlamaz.
-Dördüncüsü, temel ve zorunlu tüketim mallarında talep düşmez. İnsanlar fiyat artsa da su içmek, otobüse binmek, akşam ışıkları açmak zorundadır.
Bunlarda sınırlı değil, ana akım enflasyon yaklaşımında göz ardı edilen çok sayıda unsur var. Dolayısıyla faiz arttı, emekçinin tüketimi azaldı, reel ücret düştü diye enflasyon düşmez. Düşse de düştüğü kadarıyla emekçiye fayda sağlamaz. Örneğin ücretlerin yüzde 20 arttığı, yıllık enflasyonun da %30’a düştüğü koşullarda, emekçiler yoksullaşmış demektir.
Bütün bu nedenlerle, hükümetin dezenflasyon politikası, enflasyona yol açan gerçek nedenleri ortadan kaldırmaya yönelmemiştir. Döviz bağımlılığı, tekelci kârlar, şirketlerin enflasyonist ortamdaki olağanüstü kârları, bankaların aşırı faiz gelirleri, en üst gelir grubundan gelen aşırı talep devam ettiği sürece, asgari ücreti sefalet ücreti olarak belirlemenin enflasyona değil sermayeye faydası vardır.
Asgari ücreti düşük belirlemenin temel nedenleri bu çerçevede anlaşılabilir. İlki, düşük asgari ücretle, sermayenin el koyacağı kârı ve sermaye birikimini teşvik edip ekonomik büyümeyi sürdürmek. İlkiyle bağlantı ikincisi, Türkiye kapitalizminin işleyişinin temel bir unsuru olarak uluslararası iş bölümü içinde ucuz işgücüne dayalı rekabetçi konumu korumak.
SINIRLAR
Başa dönelim, asgari ücret, iktidarların keyfince belirlediği, canı istediğinde düşük tuttuğu, gönlü hoş olduğunda yüksek belirleyebileceği bir ulufe değildir. Türkiye kapitalizminin dışa bağımlılık, yabancı sermaye girişine muhtaçlık, ihracatçı sektörlerin ve genel olarak üretimin düşük işgücü maliyetlerine dayalı olması gibi yapısal nitelikleri vardır. Bunlar nesnel sınırlamalardır ve burjuva hükümetlerin özerk alanlarını sınırlar.
Elbette bu sınırlar konjonktürel olarak gevşer ya da sıkılaşır. Örneğin merkez ülkelerde faizlerin düştüğü ve bağımlı ülkelere fon akışının olduğu koşullarda, bu yapısal sınırlara tabi olmakla birlikte hükümetlerin hareket alanı biraz daha geniş olabilri. Ancak, günümüz uluslararası konjonktürü şimdilik böyle bir gevşemeye izin verecek nitelikte değildir. Ayrıca, uluslararası kuruluşlara verilen vaatler Türkiye’nin güncel döviz kur dengesinin güvencesidir. AKP’nin asgari ücretteki sıkışmışlığının temel bir nedeni budur. Yoksa düşen oylarını artırmak üzere asgari ücreti biraz daha yüksek belirlemeyi elbette isterlerdi (daha önce yaptılar, mesela 2016 yılı). Olmayan altılı masa bileşenleri AKP’yi ne kadar zengin yanlısı olmakla eleştirse de, bundan özü itibarıyla farklı bir politikayı hayata geçiremezdi.
Elbette bu, asgari ücretin insanca yaşayacak bir seviyede belirlenmesinin imkânsız olduğu anlamına gelmez.
Mümkündür. Ama mücadele şartıyla…
İki durumda mümkün olabilir.
İlki, emekçi sınıfların sermayenin iktidar gücünü ve tahakküm ilişkilerini zorlayacak bir örgütlülük ve mücadele yolunda adımlar atması, böylece iktidarın neoliberal rasyonalitenin dışında davranmak zorunda kalması. Yani yeni bir siyasal ve ekonomik denge. Elbette bu tartışmalı ve sorunludur, denge olamayan dengedir ve ucu açık bir süreçtir.
İkincisi, ilk seçenekteki güç ve mücadeleye dayanarak, ekonomik büyümeyi sermaye birikimine indirgeyen kapitalist yaklaşımın reddi, emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme, ücretleri arttırma, bankaları ulusallaştırma, tekelci sermaye başta olmak üzere büyük tekelleri ve zaten doğal tekel niteliğindeki şirketlerin kamulaştırılmasını içeren, dışa bağımlılığı ortadan kaldıracak bir iktidar programının yaşama geçirilmesi. Dolayısıyla asgari ücret artışını, emperyalizme bağımlılığı lağvedecek, halk mülkiyetini ve kurumlarını geliştirecek bütünsel bir politikayla birlikte yaşama geçirmek.
Bunun dayanağı olacak devrimci bir siyasal gücün güncel eksikliği bir vaka. Ancak burjuva liberal muhalefetin ve onun cılız sosyal reform önerilerinin sınırları da diğer bir vaka. Mevcut bağımlılık ilişkileri içerisinde ve Türkiye kapitalizminin sıkışmışlıkları bağlamında reformcu bir program, imkânsız olmasa bile epeyce zordur. Referans verilebilecek bir örnek, neoliberal çağda Batı sosyal demokrasinin çöküşüdür. Kendi ilkelerini bile terk edip liberalleşmesinin nedeni sadece ideolojik teslimiyet (solun sağcılaşması) değil sosyal reformların giderek uluslararası kapitalist bağlamda geçersiz hale gelişi ya da zorlaşmasıdır.
Dolayısıyla asgari ücretin bugünkü hali, sadece AKP’nin zengin severliğiyle değil, AKP’yi aşan, bağımlı kapitalist bir ekonominin sıkışmışlıklarıyla ilgilidir. Bu nedenle, liberal muhalefetin eleştirileri bir tür burjuva muhalefet lafzıdır, gök kubbede hoş bir sedadır. Liberal muhalefetin “iktidar programı”, mevcudunkiyle üç aşağı beş yukarı aynıdır. İhtiyaç olan sınıf güç dengelerini değiştirecek bir mücadelenin örülmesidir.
- Suriye’de emperyalizm nasıl yok oldu? 11 Aralık 2024 13:44
- Yenidoğan çetesinin gizlemeyi başardığı gerçek 25 Kasım 2024 04:55
- Aile sağlığı merkezi ticaret merkezi olmasın grevi 11 Kasım 2024 04:57
- Acemoğlu ve arkadaşlarını neden kutlamamalıyız? 16 Ekim 2024 14:59
- Liberallerin emekli düşmanlığı 16 Eylül 2024 05:10
- Cevdet Yılmaz harçlık değil hesap vermeli: İşgücü uyum programı hikayesi 02 Eylül 2024 06:38
- Üç yumruk: Şimşek, Alpay ve Şık 19 Ağustos 2024 04:50
- Vergi değil soygun düzeni 05 Ağustos 2024 04:25
- Çok çalışıyoruz 21 Temmuz 2024 04:18
- Kaynak yok yalanı, vergi soygunu 24 Haziran 2024 05:11
- Özgür Demirtaş ve asgari ücret 10 Haziran 2024 04:48
- Proleterlerin Gündüzü 27 Mayıs 2024 04:50