31 Aralık 2024 06:45

Despotik emek rejiminin karanlık yüzü

Fabrikada çalışan bir işçi.

Fotoğraf: Pexels

Paylaş

Modern kapitalist toplumlarda çalışma hayatı, bireylerin yaşamlarını şekillendiren temel unsurlardan biridir. Ancak bu sistem, zaman içinde emekçilerin üretim sürecinde fiziksel ve psikolojik sınırlarını zorlayan bir yapıya evrilmiştir. Bu bağlamda, despotik emek rejimi ve ölümüne çalışma kavramları, günümüz kapitalizminin insan emeğini nasıl metalaştırdığını ve tükettiğini anlamak açısından kritik öneme sahiptir.

Despotik emek rejimi, emekçilerin iş süreçlerinde tam anlamıyla kontrol altında tutulduğu, baskı ve tahakküm yöntemlerinin sistematik şekilde uygulandığı bir yönetim biçimini ifade eder. Bu rejimin kökenleri, kapitalizmin erken dönemlerine kadar uzanır. 18. ve 19. yüzyıllarda sanayi devrimiyle birlikte fabrikalar, emekçilerin yalnızca fiziksel güçlerini değil, aynı zamanda zamanlarını da denetleyen mekanizmalar haline gelmiştir. Marx, bu süreci “Sermayenin emek üzerinde mutlak egemenliği” olarak tanımlar.

Kapitalizmin ilk yıllarında çalışma saatlerinin uzunluğu, düşük ücretler ve emekçilerin sosyal haklardan yoksunluğu, despotik emek rejiminin temel karakteristiğidir. Fabrika disiplini, işçilerin yaşam alanlarını dahi iş süreçlerine entegre ederek onları yalnızca üretim araçları haline getirmiştir.

Ücretli emeğin ana özelliği, onu bağımsız emekten kökten ayıran şey, ücretli işçi ile patronu arasındaki mevcut tabilik bağıdır. Bu bağ, iş sözleşmesinin doğasından kaynaklanır. Tabi olma kavramı, ücretli emekçinin işin yerine getirilmesi ile ilgili emirler veren, işin uygulanışını denetleyen, sonuçları gözden geçiren patronun yönetimi ve otoritesi altına girmesi anlamına gelmektedir. Bu anlamda tabi olma kavramı, belirgin bir sözleşmenin yokluğuyla birlikte görülür ve burada belirgin olan tek şey, emekçinin kendi özerk iradesinden vazgeçip, patronun iradesine bağımlı hale gelmesidir.(1)

Kapitalist denetim, günümüzde sadece basit bir denetleyen-denetlenen ilişkisi düzeyinde değil; ekonomik, sosyal, siyasal ve ideolojik boyutlarıyla ele alınması gereken bir durumdur. Kapitalist emek sürecinde, daha fazla artı değer elde etmek amacıyla emeğin bütünsel denetimi hedeflenir. Sermaye birikiminin istikrarına zarar verecek her türlü bireysel ya da kolektif davranışın engellenmesi veya üretim sürecindeki etkisinin en aza indirilmesi amaçlanır.

Denetimin kapitalist uygulaması ile kapitalistlerin işçiler üzerindeki zorbalığı emek sürecinde iç içe geçmiştir. Bu nedenle zorbalık kapitalist üretim sürecine sadece içsel olmakla kalmamış, koşullara göre ister en kaba ister inceltilmiş biçimleriyle olsun, işçiler üzerindeki baskı ve tahakküm kapitalizmin geçmişten günümüze değişmez karakterini oluşturur.(2)

Despotik emek rejimi, iş gücünün yalnızca fiziksel değil, duygusal ve psikolojik süreçlerini de sistematik şekilde denetleyen bir süreci ifade eder. Bu rejimin sosyopsikolojik boyutu, işçilerin sadece çalışma koşulları ve fiziksel üretkenlikleri üzerinde değil, aynı zamanda duygusal durumları, algıları, tutumları ve davranışları üzerinde de yoğun bir baskı oluşturur.

KAPİTALİST ÜRETİMİN YIKICI ETKİSİ

Kapitalizmin gelişim süreci, kâr maksimizasyonu hedefiyle rekabeti keskinleştirdi ve emek süreçlerini zaman içinde daha acımasız hale getirdi. Günümüzde “performans”, “verimlilik” ve “esneklik” gibi kavramlarla maskelenen bu süreç, emekçilerin fiziksel ve psikolojik sınırlarını ciddi anlamda zorlamaya başladı ve son yıllarda artan kitlesel iş cinayetleri ölümüne çalışma kavramını gündeme getirdi.

Ölümüne çalışma, bireylerin çalışma şartları nedeniyle fiziksel ve ruhsal sağlıklarını kaybetmeleri, hatta hayatlarını yitirmelerini ifade ediyor. Bu kavram, kapitalist üretim ilişkilerinin insan yaşamını bir maliyet unsuru olarak görmesiyle doğrudan ilişkili. İşçilerin sürekli daha fazla üretmeye zorlanması, çalışma sürelerinin uzatılması ve dinlenme haklarının ihlal edilmesi, ölümüne çalışma olgusunu besleyen başlıca faktörler.

Despotik emek rejimi, ölümüne çalışma olgusunun temelini oluşturan bir sistem. Uzun çalışma saatleri, psikolojik taciz (mobbing), yetersiz güvenlik önlemleri, iş-gelir ve sosyal güvenlik güvencesizliği, emekçilerin sağlığını ve hayatını tehdit eden başlıca unsurlar arasında yer alıyor. Patronların işçiler üzerindeki mutlak denetimi, insanca yaşayacak ücret ve çalışma koşullarını iyileştirme taleplerini de bastıran bir etki yaratıyor. İşçilerin yasal sendikalaşma hakkının fiilen engellenmesi, toplu pazarlık ve grev süreçlerinin işlevsiz hale getirilmesini bu açıdan değerlendirmek mümkün.

DESPOTİK EMEK DENETİMİ UYGULAMALARI

Türkiye'de despotik emek rejiminin gerçek yüzü özellikle 2000’li yıllardan itibaren daha net görülmeye başlandı. Üretimde teknolojinin daha yoğun kullanılmasıyla birlikte iş yerlerinde işçilerin fiziksel emeği kadar duygusal ve psikolojik kapasiteleri de yoğun sömürü ve denetime açık hale getirildi.

Despotik emek denetimi fabrika ve iş yerlerinde emekçilerin her an denetlendiği ya da “Göz önünde olduğu” modern bir “gözetim toplumu” yarattı. İşçilerin performans değerlendirme sistemleri üzerinden neredeyse her hareketinin denetlenmesi ve teknolojik gözetim araçlarıyla sürekli izlenme durumunun yarattığı psikolojik baskı işçilerin “performans baskısı” ile “yetersizlik duygusu” arasında sıkışmasına neden oldu. Bu durum kaçınılmaz olarak daha yoğun çalışma pratiklerini beraberinde getirdi.

Son yıllarda hızlı bir gelişme gösteren hizmet sektöründe çalışanlara yönelik despotik emek denetimi uygulamaları dikkat çekici. Şöyle ki, hizmet sektörü çalışanları müşterilerle iletişimlerinde sürekli bir “gülümseme” ve “pozitif davranış” sergilemeye zorlanıyorlar. Bu durum, işçilerin en kötü koşullarda bile kendi duygularını bastırmasına ve yapay bir duygu durumu yaratmasına neden oluyor. Örneğin son yıllarda çok sayıda akademik çalışmaya konu olan çağrı merkezi çalışanları, müşterilere karşı sürekli sabırlı, güler yüzlü ve olumlu bir tavır sergilemek zorundayken, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri ve yoğun stres altında yoğun duygusal emek harcamaya zorlanıyorlar. Bu durum onların ruhsal sağlıklarını olumsuz etkileyerek tükenmişlik sendromu yaşamalarına ve depresyona neden oluyor.

Despotik emek rejimi, işçilerin mevcut düzeni içselleştirmesi ve bunu sorgulamadan kabul etmesi için ideolojik araçları kullanmaktan da geri durmuyor. Türkiye’de bu sürecin genellikle din ve milliyetçi söylemler üzerinden şekillendiği biliniyor. Fabrikalarda, işçilerin işveren tarafından düzenlenen “manevi motivasyon” içerikli toplantılara katılmaları isteniyor. Bu toplantılarda işçilere “Hallerine şükretmeleri” ve “İşlerine sadık olmaları” gerektiği sık sık vurgulanıyor. Özak Tekstil direnişinde görüldüğü gibi, ses getiren işçi direnişlerini engellemek için mülki amirler, müftüler ve cami imamları işçilere eylemlerini sonlandırmaları için yoğun telkinlerde bulunuyor. Bu tür ideolojik manipülasyonlar, işçilerin kendi içinde patrona karşı birleşerek örgütlenme ve hak mücadelesi çabalarını zayıflatmayı hedefliyor.

Despotik emek rejiminde hem toplumsal cinsiyet rolleri hem de iş yerindeki hiyerarşi nedeniyle kadın işçiler çifte baskıya maruz kalıyorlar. Kadınların hem iş yerinde hem de evde üzerlerine yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri, yaşadıkları fiziksel ve psikolojik baskıyı artıran bir işlev görüyor. Kadın işçiler, erkek işçilere göre daha düşük ücretler, uzun çalışma saatleri ve cinsel taciz gibi sorunlarla daha sık karşı karşıya kalırken, iş ve özel yaşam dengesi kurmakta zorlanıyorlar. Kadın işçiler, kendilerine yönelik çifte baskı nedeniyle bir taraftan daha fazla yalnızlaştırılmak istenirken, diğer taraftan bu durum onların birlikte hareket etme ve örgütlü mücadeleye daha istekli katılmalarına neden olabiliyor.

SONUÇ

Despotik emek rejimi ve ölümüne çalışmanın kapitalizmin insan emeğini ve yaşamını metalaştırmasının çarpıcı bir sonucu olduğu çok açık. Emekçilerin fiziksel ve ruhsal sınırlarını zorlayan bu sistem, onların hayatlarını kendileri için yaşamalarını değil, patronlar için tüketmeyi hedefliyor. İşçi sınıfı açısından despotik emek rejimi uygulamalarına karşı birleşmek ve örgütlü mücadeleyi güçlendirmek dışında bir alternatifi yok.

(1) Dominique MEDA, Emek: Kaybolma Yolunda Bir Değer Mi?, çev: Işık Ergüden, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, sayfa: 147-148.

(2) Erkan AYDOĞANOĞLU, Fabrikada Emek Denetimi, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2011, sayfa: 46.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa