04 Ocak 2025 06:48

Kent hakkının sınıfsallığı

15-16 Haziran direnişinden

Paylaş

Yeni yılın bu ilk yazısında, radikal kent hakkının sınıfsallığına değinmek istiyorum.

Son iki haftadır, imarın ve kültürel değerlerin sınıfsallığına yer vermiştim. Kentleşmeye ait bu iki olgunun vuku bulduğu kentin kendisinin de bir meta olduğu kapitalist sistemde, kentin kullanım ve değişim değerini tartışmaya açmak elzem. Aynı şekilde kapitalist sistemin kurucu dinamiklerinden olup sistemi besleyen patriyarka, türcülük, ırkçılık vd. söylemleri de kent hakkı bağlamında konuşmak gerekiyor.   

D. Harvey’in ifadesiyle; “Kentleşme her zaman sınıfsaldır. Kapitalizmde kentleşme bir artı-ürünün harekete geçirilmesine dayalı olduğundan kapitalizmin gelişimi ile kentleşme arasında yakın bir bağlantı ortaya çıkar. Sürekli yeniden yatırımın sonucu kapitalizmde kentleşmenin büyüme çizgisiyle paralel olarak artı-üretimin bileşik oranda genişlemesidir.”

Kentleşme, sermaye birikiminin üst sınıflar için inşa edilen kentlere akıtılmasını sağlar. Kentlerde kimlerin yaşayabileceği veya yaşayamayacağı sermayenin yönlendirmesine tabii kılınır. Özellikle sanayinin çözüldüğü yerlerde, işçi sınıfının kentle kurduğu yaşam ilişkileri de dağılır. Yeniden bir çitleme başlar. Ve sınıf mücadelesi artan bir biçimde kentlerde vücut bulmaya başlar.

Yapılı çevreyi iyileştirme ve onarma ihtimallerinden önce yıkıp yeniden inşaya dayanan Türkiye gibi kentleşme pratiği olan ülkelerde, inşaat sektörünün kendisi de türlü biçimlerde can alır. 

Bugün kent hakkını, sistem içinde hak talebine indirgeyen yaygın bir yaklaşım mevcuttur. İşçiler, emekçiler, kadınlar, LGBTİ+ bireyler, çocuklar, gençler, yaşlılar, hayvanlar vb. türlü toplumsal dilimler için kent hakkı talep ederek kentte bir yaşam dengesi kurulmaya çalışılmaktadır. Oysaki sistemin kendisi, krizleri yaratan, sorunun yerini değiştiren ve kök sorunu çözmek yerine, soruna tabii kılan bir yol izlemektedir. Bu bağlamda talep siyaseti de kapitalizmin kurucu dinamiğidir. Tıpkı sistemin ürettiği ayrımcılıklar gibi.

Henri Lefebvre, Sel Yayıncılık’tan çevirisi “Şehir Hakkı” olarak yayımlanan kitabının giriş kısmında bir “uyarı”da bulunur ve şöyle der;

Bu yazının saldırgan bir biçimi olacaktır (kimileri belki aşağılayıcı bulacaktır). Neden?

Çünkü muhtemelen her okurun kafasında zaten sistematikleşmiş ya da sistematikleşme yolunda bir dizi fikir vardır. Muhtemelen her okur bir “sistem” arar ya da kendi “sistem”ini bulmuştur. Terminoloji ve dilde olduğu kadar düşüncede de bir sistem rüzgârı esmektedir.

Oysa her sistem düşünümü sonlandırma, ufku kapatma eğilimindedir. Bu yazı sistemleri parçalamak istemektedir; onların yerine başka bir sistem koymak için değil, ufku ve yolu gösterip düşünceyi ve eylemi olasılıklara açmak için. Biçimciliğe yönelen bir düşünüm biçimine karşı, açıklığa yönelen bir düşünce bu mücadelede başı çekecektir.

Şehircilik de neredeyse sistem kadar modadır. Şehircilikle ilgili soru ve düşünümler, avangard olma iddiasındaki teknisyen, uzman ve entelektüel çevrelerden çıkıyor…”. 

Lefebvre’in işaret ettiği gibi, kentleşme adına da düşünce ve eylemi olasılıklara açmak için, sistemin sunduklarını iyileştirmek ya da bazı adil kırıntılar bahşedilmesini talep etmek aynı çukurun içinde debelenmeye neden olacaktır. Başka bir kentleşme tahayyülü için, önce bu çukura düşmemek gerekir.  

Bu nedenle gündelik hayat praksisi içinden, yurttaşlık/tür/patriyarkal vd. yapısal sorunları ortadan kaldıracak şekilde güç ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyerek, kenti ve kendimizi, başka bir dünya yolunda, yeniden kurmayı tahayyül etmek, radikal bir kentleşme politikasını zorunlu kılar. Ve hakkı bir yaratım olarak ele alıp mevcut paradigmadan çıkmak gerekir.

Geçen haftaların söylemini yenileyeceğim;

Kent hakkını inşa etmeye çalışan kentsel-toplumsal hareketler, aynı zamanda bir sınıf hareketidir. Kadın, LGBTİ+, hayvan, etnik, sistemin gücüne karşı çıkan biyopolitik düzlemdeki her türlü mücadele de sınıfsal karakter içerir. Zira kenti başka şekilde tahayyül etmek, halihazırdaki kapitalist kentleşmeye güç veren patriyarkayı, ırkçılığı, türcülüğü ve bunun gibi canlı sistemi parçalayan ayrışmaları da ortadan kaldırmayı mesele eder.

Yazının görselindeki eylem afişinde geçen; “gücümüz birliğimizden gelir” sözleri, kentsel mekândaki türlü mücadelelerin biricikliğini, çoğulluğunu ve ortaklığını gördükçe anlam kazanacaktır.

Öte yandan kentsel-toplumsal hareketler halihazırda ağırlıkla sermaye birikimine tepkiye dayalı ilerliyor. Ancak bunun ötesine geçerek, kentin tüm bileşenlerinin yarattığı öznelliklere odaklanarak, birliği kuracak güç ilişkilerini hedef aldığında; sınıfsız toplum yolunda, hareketin mekânı da özgürleşecektir…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa