Tartışmalar "Sadece Türkiye’nin Kürt sorununun demokratik çözümü" kapsamını aşıyor
Eski yılın son günleri ve yeni yılın ilk günleri, sadece nüfusun yaklaşık 30 milyonluk kesimini doğrudan ilgilendiren asgari ücretin tespiti ve emekli maaşlarının ne olacağının tartışılması gibi, geniş emekçi yığınlarının 2025’de nasıl yaşayacağının somut olarak gündeme gelmesiyle kalmadı.1 Ekim’den beri yoğunlaşan, Kürt sorunu ve çözümü üstünden yapılan tartışmaların da somut girişimlere dönüşmeye başladığı günler oldu.
Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in 28 Aralık günü İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesiyle başlayan adım, Buldan ve Önder’e Ahmet Türk’ün de katılmasıyla oluşan heyetin, perşembe günü TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaretleriyle sürdü.
Bu ziyaretlerde nelerin konuşulduğu açıklanmadıysa da; DEM Parti heyetindekiler görüşmelerden “memnun” ve “umutlu” olduklarını ifade ediyorlar.
DEM Parti heyetinin pazartesi günü ise AKP, CHP ve SP ile görüşeceği belirtiliyor.
Tabii atılan adımdan memnun olmayanlar da var.
MHP ve birbiriyle de milliyetçilik yarışına girmiş olan İyi Parti, Zafer Partisi, Anahtar Partisi ve Cumhur İttifakı içindeki BBP bu girişime cepheden bayrak açtı. Ama daha da önemlisi AKP, MHP ve CHP’nin de “Kürt sorununun demokratik çözümü” söz konusu olduğunda ciddi rezervleri var.
MHP VE AKP İÇİN ‘KÜRT SORUNU’ VE ‘ÇÖZÜM SÜRECİ’ YOK!
Bu girişimin baş aktörü gibi görünen Bahçeli en baştan itibaren çözüm veya açılım süreci diyenlere “Çözüm veya açılım diye bir süreç yoktur” diye itiraz etti. Bunu yeni yıl mesajında da yineledi. Ama mademki görüşmeler başladı, tarafların görüşleri tartışılmaya başlandı o zaman bu tartışılanların uygulanabilmesi için sahaya da yansıması gerekecektir. Yani Bahçeli “süreç” denmesini yasaklasa da gelinen aşamada yapılanla bir sürecin başında atılan adımlarıdır. Ve her süreç gibi başında bulunduğumuz bu süreç de sadece çağrıdan, laflardan ibaret olmayacak, tarafların müzakere ve mücadelelerinin ifadesi olarak biçimlenecektir. Bu yüzden de sürecin Bahçeli’nin dediği gibi Öcalan’ın örgütünü feshettiği çağrısı yapmasının ötesinde hangi safhalara evrileceğini de bu mücadele belirleyecektir. Tabii Bahçeli’nin, arkasındaki güçler sürecin kendi amaçlarının dışına çıktığını görüp kendilerini sürecin dışına atmazlarsa!
Bahçeli’nin söylediği özet olarak, “Öcalan bizim isteğimiz gibi terör örgütünü feshettiğini açıklasın, umut hakkından yararlansın”dan ibarettir!
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Bahçeli’nin söylediklerinin arkasında olduğunu söylemektedir. “Kürt sorunu yoktur”, “Çözüm süreci yoktur”da Bahçeli ile aynı fikirdedir.
Cumhurbaşkanı, görüşünü yeni yıl mesajında açık biçimde ifade etti: "Ülkemizin önünde yeni bir yol açacak bu sürecin suhuletle, karşılıklı iyi niyet ve anlayış içinde yürümesi için her türlü gayreti gösteriyoruz, ama gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye almaktan da çekinmeyeceğiz.” Eğer istedikleri sonuçları alamazlarsa “Kadife eldiven içindeki demir yumruğu devreye sokma”yı da adeta bir yeni yıl müjdesiymiş gibi sunuyor.
Ama Erdoğan bu vesileyle Bahçeli’nin yönettiği fakat “süreç” demediği girişimler için de, “Bu sürecin suhuletle, karşılıklı iyi niyet ve anlayış içinde yürümesi için…” diyerek, atılan ve atılacak adımların bir “süreç” kapsamında olduğunu, olacağını ifade ediyor.
CHP YENİ BİR ‘YUMUŞAK KARIN’ MI ARIYOR!
Kürt sorunu ve çözümü etrafındaki tartışmalar, son 40 yıldır CHP’nin “yumuşak karnı” olageldi. Önce ANAP bunu kullandı. Ama daha çok da AKP bu “yumuşak karnı” kullanarak CHP ile Kürt yığınlar arasına kapanması zor bir mesafe koyarken AKP’yi Kürtlerin kurtarıcısı bir parti olarak göstermede hayli de başarılı oldu.
Ama son dönemde, en azından 14-28 Mayıs seçiminden beri CHP bu konuda önemli adımlar attı.
Bahçeli’nin, “Öcalan gelsin Mecliste konuşsun” çağrısından sonra, Bahçeli ve Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur. Kürt sorununun çözümü süreci söz konusu değildir” iddialarına karşı CHP Genel Başkanı Özgür Özel; girdikleri yönelimi daha da ileri götürerek; “Kürtlerin sorunu olup olmadığına devlet değil Kürtler karar verir. 'Kürtler sorun yoktur' diyene kadar vardır ve çözülmesi gerekir”, “Terör sorunu ve Kürtlerin sorunu birlikte çözülmediği müddetçe ikisi birbirini doğurmaya devam edecektir…” gibi, Kürt sorunu etrafındaki tartışmalar ve girişimleri “CHP’nin yumuşak karnı” olmaktan çıkaracak, sorunun demokratik çözümüne dikkat çeken önemli açıklamalarda bulundu.
Ama Özel bunları söylerken öte yandan Kürt sorununun çözümü girişimlerinde partisine yeni bir “yumuşak karın” olabilecek bir rezerv koymaya yöneldi. Bu tutumlarını Özel; “Şehit ailelerinin ve gazilerin gözlerine bakamayacağımız hiçbir çözümün tarafı olmayacağız...” diyerek ifade ediyor. Son haftalarda Özel ve CHP sözcüleri, herhalde parti içinde ve dışındaki milliyetçi odakların bakısıyla, her vesileyle daha yüksek bir biçimde bunu tekrar ediyorlar. Ki, bu da CHP’yi sürecin dışına düşürecek bir çizgiye doğru sürüklüyor. Çünkü “şehit aileleri ve gaziler” ne sınıfsal ne de siyasi bir kitle değildir ve Kürt sorunu karşısındaki tutumlarını belirleyen de Kürt sorunu etrafındaki politikanın uygulamasında yakınlarını kaybetmelerinden kaynaklı haklı ve tepkisel tutumudur. Kürt sorunu gibi başka şeylerin yanı sıra Türkiye’nin demokratikleşmesinde de tarihsel önemde bir konuda CHP, önceki çözüm sürecinde olduğu gibi ister istemez sorunun çözümünün karşısına düşer! Bu yüzden de bu tutum ne yazık ki CHP’nin kurtulmaya çalıştığı Kürt sorununu “yumuşak karın” olmaktan çıkarma adımlarını yok eden bir geri adım olacak mahiyettedir. Ki, süreçte CHP’nin olması sadece CHP için değil sürecin iktidar ve aşırı milliyetçi odaklar tarafından istismarının önlenmesi ve ülkenin demokratikleşmesi konusunda çok önemli olduğu da tartışmasızdır.
TARTIŞILAN, AYNI ZAMANDA BÖLGEDE ANTİEMPERYALİST MÜCADELE, BARIŞ MÜCADELESİDİR!
Burada, “Sorunun çözüm yeri Meclistir” denmesi de önemlidir. Önceki çözüm sürecinde Meclisin devre dışında tutulması iktidarın çözüm masasını devirmesini kolaylaştırmıştır.
Şimdi gerek Öcalan ve DEM Parti, gerekse CHP, Meclisi çözüm yeri olarak vurgulamaktadır. AKP ve MHP ise böyle olmaz dememekte, diyememektedir.
Ama şu da bir gerçek ki Meclisin böyle öne çıkarılması sorunun Meclisteki partiler arasında bir al-vere çevrilmesi tehlikesini de taşımaktadır.
Evet Meclis önemlidir, ama daha önemlisi Türkiye’nin halklarının bu konuyu her boyutuyla özgürce tartışması, Kürtlerin talepleri arkasındaki gerekçelerin toplumsal bakımdan içselleştirilmesi, Kürtlerin gönüllü olarak evet diyecekleri bir çözümde toplumsal bir konsensüsün sağlanmasıdır.
Böylesi bir açıklık aşırı milliyetçi odakların provokasyonlarının önlenmesinde panzehir olacağı gibi, iktidarın meseleyi kendi çıkarlarıyla sınırlayıp istismar etmesinin de önünü kesecek önemli bir dayanak olacaktır.
Elbette Türkiye’nin ilerici demokratik güçleri, demokrasi güçleri, sendikalar, emek ve meslek örgütleri, çeşitli türden az çok kitlesel demokratik örgütler, demokrasi mücadelesi içinde yer almış aydınlar, akademisyenler, kültür insanları, insan hakçıları… toplumun tüm dinamik güçleri, Mecliste temsilcileri olsun olmasın tüm siyasi parti ve çevreler burada sadece olup biteni eleştirmekle kalmayıp sorunun demokratik çözümünde üstlerine düşen sorumluluğu pratikte de yerine getirmelidir.
Hiç kuşkusuz tartışılan sorun, sadece Türkiye’nin Kürt sorununun çözümüyle değil; AKP-MHP ittifakının “İç cepheyi güçlendirme” etrafında oluşturmaya çalıştığı dış politikasıyla da bağlantılıdır. Bu yüzden baştan beri sözünü ettiğimiz tartışma ve gelişmeler Suriye, Irak, İran’ı da kapsayan Kürt sorununun bölgesel çözümüyle de bağlantılı olarak iktidarın Ayasofya, Emevi Camii, Kudüs-Mescidi Aksa ile de bağlantı kuran, Musul-Kerkük’ü de hedefe koyan yeni-Osmanlıcı hayalleri canlandırmayı da içeren dış politikasına bağlanacak gelişmeleri de kapsayacak mahiyettedir.
Bu yüzden de süreç aynı zamanda bölgedeki antiemperyalist mücadele eksenli bir barış mücadelesini de kapsamaktadır.
Başında bulunduğumuz süreç bu ölçüde kapsayıcı ve önemlidir.
Evrensel'i Takip Et