05 Ocak 2025 04:00

Türkiye’de Avrupa provası

Galatasaray Göztepe maçından bir pozisyon

Fotoğraf: Hakan Akgün/AA

Paylaş

Sokağa çıkıp sorsak Rasmus Ankersen kim diye sorsak, “Ankersen Göztepe’nin yüzde 70 hissesine sahip Sport Republic’in CEO’su ve Göztepe Kulübü’nün başkanıdır” diye yanıtlayacak kaç kişi çıkar acaba?

Gelmek istediğim nokta şu: Göztepe, çoğunluk hissesi Avrupalıların elinde bulunan bir Avrupa takımı. Modern bir spor vizyonuyla yönetiliyor ve Süper Lig’de bütçesine göre oldukça iyi işler yapıyor. Kanımca, orta vadede Sport Republic bünyesindeki Southampton FC’nin pilot takımı olarak değerlendirilmez ve yatırım sürdürülürse Göztepe birkaç sezon içinde Türkiye’de düzenli olarak şampiyonluğa oynayabilecek bir kulübe dönüşme potansiyeline sahip.

Ben bu yazıda Galatasaray’ın Göztepe karşısındaki oyununu taraftarın büyük ümitlerle beklediği Avrupa Ligi serüveni üzerinden analiz etmeye çalışacağım.

Açayım biraz; Göztepe Galatasaray’ın Avrupa Ligi sergüzeştinde hep karşılaşacağı türden bir futbol zihniyetine sahip. Göztepe fiziksel kuvvete ve takım oyununa dayalı Avrupa futbolunu ortalama düzeyde bünyesinde barındıran bir takım.

Bunu Göztepe’nin Galatasaray’ın karşısına, Fenerbahçe’yle berabere kalmış, Beşiktaş ve Trabzonspor’a galebe çalmış bir takım unvanıyla çıkmasından da anlıyoruz. Söylemeye gerek yok ki Göztepe üç büyükler olarak adlandırılan takımlara karşı elde ettiği sonuçları doğrudan Avrupa takımı olmasına (fizikselliğine ve takım oyununa) borçlu. Dolayısıyla ben de Göztepe karşılaşmasına bu perspektiften bakarak, Galatasaray’ın fizikselliği ön planda olan bir takıma karşı elde ettiği karne üzerinden bakmaya çalışacağım.

GÖZTEPE'NİN ANA KARAKTERİ

Konuyu ele alış şeklimi daha iyi anlamlandırabilmek için öncelikle Göztepe’nin fizikselliğini ve takım oyununu yansıtan temel özelliklerinden bahsetmek istiyorum.

Göztepe’nin ilk belirgin özelliği ön alanda yaptığı baskı. Bu açıdan Galatasaray’a oldukça benziyor. Göztepe son 60 metrede yaptığı baskı itibariyle ligin en iyi dördüncü takımı durumunda. (Galatasaray ön alan baskısında ligin en iyi ikinci takımı.)

Göztepe’nin bir değer temel karakteri de topu havalandıran bir takım olması. Bunda birincil faktör takımın boy ortalamasının oldukça yüksek olması. Şöyle ki, dün Galatasaray’ın oyuna başlayan ilk 11’inin boy ortalaması 181 santimetreydi. Göztepe ilk 11’inin boy ortalaması ise 185 santimetre. Görüldüğü gibi arada dört santimetre gibi oldukça anlamlı bir fark var.

Görüldüğü gibi Göztepe yaşıyla, enerjisiyle, boyuyla orantılı futbol oynamaya çalışan bir Avrupa takımı. Bu açıdan karşılaşma öncesinde Göztepe’nin nasıl oynayacağı da çok belliydi. Belli olmayan Galatasaray’ın buna nasıl karşılık vereceğiydi.

İKİ BEKLENTİ

Maçtan önce bununla ilgili aklımda iki temel şablon vardı. İlki Galatasaray’ın Göztepe’nin ön alan baskısı silahını elinden almak için Tottenham maçındaki gibi sert bir ön alan baskısı yaparak oynamasıydı. Ancak Victor Osimhen sonrasında Galatasaray’ın ön alan baskısının giderek zayıflamış olması nedeniyle bu şablona ilk planda tutmak pek gerçekçi bir şablon sayılamazdı.

İkinci şablon ise Galatasaray’ın rakibi Göztepe’de olmayan kalitesini sahaya dökecek bir oyun tutturmasıydı. Ancak bu da zor bir yoldu Galatasaray için, zira modern Avrupa futbolunda kaliteyi sahaya dökmek için rakibin fizikselliğine karşı koyabilmek gerekiyor.

Bu da bizi Galatasaraylı futbolcuların 15 günlük aradan nasıl dönmüş oldukları sorusuna götürüyor. Dün gördük ki üç oyuncu dışında (Kaan Ayhan, Gabriel Sara ve Ismail Jacobs) Galatasaray 11’inin geride kalan sekiz futbolcusu verilen arada fiziksel olarak geriye gitmişler.

(Bunu belki de doğal saymalıyız. Çünkü Galatasaray 31 günde sekiz maç yapacak, dolayısıyla Galatasaraylı futbolcuları neredeyse antrenman yapmadan maçtan maça sürüklenecekleri bir süreç bekliyor. Okan Buruk bunu düşünerek takımına 30 Aralık’ta top başı yaptırmış olabilir.)

Fiziksellikteki bu dalgalanmayı ben üç futbolcu üzerinden, Davinson Sànchez, Victor Osimhen ve Gabriel Sara profillerinde analiz etmeye çalışacağım.

SÀNCHEZ'İ DOĞRU TANIMLAMAK

İlk üzerinde duracağım oyuncu Sànchez olacak.

Çoğu futbol yorumcusuna göre Sànchez Süper Lig’in en iyi stoperi. Ben buna biraz kuşkuyla bakıyorum. Çünkü kanımca Sànchez’i parlatan şey biraz da Galatasaray’ın rakibi kendi kalesinden uzak bölgede karşılamayı amaçlayan oyun planı.

Sànchez’in hızı, kesiciliği ve keskinliğiyle Okan Buruk’un oyun planına en iyi yanıt veren stoper olduğu çok açık. Ancak bu onu ligin en iyi stoperi yapmaya yetiyor mu? Bundan pek emin değilim. Çünkü dün de bir kez daha gördük ki Sànchez’in zihinsel açıdan bazı kusurları var. Bu kusurlar da oyun disiplininden uzaklaşarak rakiplerle olan mücadelesini bir düelloya dönüştürmesine yol açabiliyor.

Sànchez’in bu kusurlarını ilk kez Eyüpspor maçında görmüştük. Fiziksel olarak baş edemediği Mame Thiam’a karşı mücadelesini düelloya dönüştürmüştü. Hatırlanacaktır Sànchez o maçta takım disiplininden oldukça uzaklaşmış ve kontrol dışı hareketlere yönelmişti.

Sànchez dün de buna benzer bir profil sergiledi. Maça bir pas hatası yaparak başladı ve her pozisyonda konsantrasyonunu daha da yitirerek takım savunmasını zayıflattı.

KAFA TOPLARINDA SORUN VAR

Bununla ilgili birkaç örnek vereceğim. Dakika 3,20. Göztepe’nin sol kanat beki Djalma Silva’nın ileriye şişirdiği topu Sànchez kafayla ölü nokta yerine tehlikeli yere, merkeze doğru indiriyor (aşağıdaki fotoğraf).

Ancak Sànchez’in topu indirdiği noktada Göztepe’nin forvet oyuncusu Kuruyi Matsuki var. Matsuki topu kazanıp kendi soluna yöneliyor ve Galatasaray kalesine şut atıyor. Bu sert top Sànchez’e çarparak kornere çıkıyor.

Bu örneği vermemin temel nedeni Sànchez’in hava toplarındaki riskli oyunu. Sànchez, rakipten gelen hava toplarını Victor Nelsson gibi kuvvetli bir şekilde karşı alana iade eden bir stoper değil. Kafayla uzaklaştırmalarının menzili bazen kısa kalabiliyor. Ki Göztepe gibi oyun planını havadan oynamak ve buradan seken ikinci topları kovalamak üzerine inşa eden bir takım için Sànchez’in kısa menzilli kafa topu uzaklaştırmaları dün zaman zaman önemli tehlikelere yol açtı.

KAFA BAŞKA YERDE

Geliyorum ikinci örneğe. Dakika 25,53. Yunus Akgün Galatasaray yarı sahasının ortalarında çizgi üzerinde David Tianiç’ten topu çalıyor ve hızla ileriye doğru akıyor, bir yandan da arkadaşlarının saha içi hareketlerini tarıyor. Osimhen’i bu sırada vücudu sağ çizgiye dönük koşarken görüyoruz (aşağıdaki fotoğraf).

Ancak Osimhen sağa doğru koşmayı durduruyor. Böylece bir fırsat penceresi açılmadan kapanmış oluyor. Bu sırada Yunus’un pas açıları tamamen kapalı. Bu nedenle topu sürmeyi devam ettirmek zorunda kalıyor. Ancak bir süre sonra topun kontrolünü kaybediyor.

Göztepe’nin merkez orta saha futbolcusu Novatus Mirochi takım arkadaşı Djalma Silva’nın da yardımıyla topu kazanıp Tianiç’e aktarıyor. Böylece Göztepe en sevdiği şeye, rakibin savunma düzeninin oturmamış olduğu geçiş hücumuna başlıyor. Mirochi Tianiç’e pasını verdikten sonra koşusunu sürdürüyor ve topu yeniden alıyor.

Tam bu sırada Galatasaray savunmasına bakıyoruz (aşağıdaki fotoğraf).

Gördüğümüz şu: Sànchez oyundan kopmuş durumda. Öyle ki savunma çizgisini kontrol etmek ihtiyacı bile duymuyor. Bu nedenle ofsaytı bozduğunun da farkında değil. Mirochi hemen bu durumu fırsata çevirmek için topu Rômulo’nun koşu gösterdiği bölgeye atıyor. Sànchez Rômulo tehlikesini sezerek koşmaya başlıyor, ama artık geç. Topu Rômulo kazanıyor. Daha önce rakibinin solundan koşan Sànchez bu kez sağından yakalamaya çalışıyor (aşağıdaki fotoğraf).

Bu pozisyon bir ay önce yaşansa Sànchez için rahatlıkla Rômulo’yu yakalardı diyebilirim. Ama dün yakalayamadı. Bu nedenle de Rômulo sağ ayağıyla direğin içine gönderebildi topu (aşağıdaki fotoğraf).

 

Söylemeye gerek yok ki bu golde temel hatayı Sànchez yapıyor. Hem de iki kez. İlkinde ofsaytı bozarak, ikincisinde zamanlama hatası nedeniyle rakibini önce solundan, sonra da sağında yakalamaya çalışmasına rağmen bunu başaramayarak. Ofsayt çizgisini bozması zihinsel olarak o an oyunda olmadığını, hız olarak Rômulo’yu yakalayamaması ise Sànchez’in olağan fiziksel atletizmi seviyesinin altında olduğunu gösteriyor bize.

 

Ancak bu golde kanımca az da olsa Osimhen’in de bir kusuru var. Bu hücumda Osimhen hiçbir yöne kesin bir koşu gerçekleştirmeyerek Yunus Akgün’ün kendisine pas verme ihtimalini yok etti. Okan Buruk yapar mı bilemem, ama Pep Guardiola olsa Osimhen’e bu pozisyonda nasıl davranması ve hangi yöne sprint atması gerektiğini sahada fiilen gösterirdi.

Böylece Osimhen faslına gelmiş oldum.

OSİMHEN'LE OYNAMANIN ZORLUĞU

Bilindiği gibi Osimhen’in iki temel özelliği var. İlki patlayıcılığı. Birden inanılmaz bir hız seviyesine (saatte 37 kilometre) çıkabiliyor. Bunun dışında Osimhen aynı patlayıcılığı dikey olarak da gerçekleştirebiliyor ve çok yükseklere sıçrayabiliyor.

Bitiriciliğe ve santrfor koşularına gelince; Osimhen’in karnesinde bu alanlarda yüksek notların bulunmadığı bir sır değil. Osimhen, Icardi gibi golü hisseden ve son anda rakibini ekarte ederek topla buluşacağı noktaya yönelen bir oyuncu değil. Bu nedenle takım arkadaşları ona kilit pas atarken kendilerini sınırlandırmak ve koordinatları çok belirli toplar atmak zorundalar: Ya koşabileceği noktaya yerden pas vermeliler, ya da bulunduğu noktanın biraz yükseğine koordinatları kesin toplar göndermeliler.

Ayrıca hemen eklemeliyim ki Galatasaraylı oyuncular Osimhen’e, eski göz ağrıları Mauro Icardi’nin değerlendirebileceği toplar atıyorlar, onun santrfor koşuları konusundaki eksikliklerini ise ihmal ediyor görünüyorlar. Bu da dramatik sonuçlara yol açıyor Galatasaray’da: İlk olarak Osimhen’i beslemek isteyen Galatasaraylı futbolcular boş yere orta yapmış oyuncu gibi hissediyorlar her seferinde. Bunun yanı sıra Osimhen’i besleyebilmek adına doğru olan oyundan da uzaklaşmış oluyorlar.

Bunu bir örnekle göstermek istiyorum.

Dakika 5,19. Rakip sahada sahipsiz topu kazanan Lucas Torreira sol çizgideki Jacobs’u görüyor. Jacobs topu öndeki Barış Alper Yılmaz’a vererek ileriye doğru koşuyor. Barış Alper Yılmaz burada Jacobs’un bu boş koşusunu ödüllendirmek yerine ceza sahasındaki Osimhen’e orta yapmayı tercih ediyor (aşağıdaki fotoğraf).

Yılmaz’ın bu ortasını Göztepe kalecisi Mateusz Lis kolayca kontrol ediyor.

İSABETSİZ ORTA YARIŞI

Galatasaraylı futbolcuların havadan Osimhen’e beslemeye çalışması dün hiç sonuç üretmedi. Galatasaray ilk yarıda Göztepe ceza sahasına 15 orta yaptı. Ve bunların hiçbirinde isabet sağlayamadı. (Burada tek sorumlu sadece orta yapan oyuncular değil, Osimhen’in kafa vurabileceği yerlere doğru yapması gereken santrfor koşuları konusunda yetersiz olması da ortaların başarısız olmasına yol açıyor.)

Osimhen bahsinde son olarak bir şey söylemek istiyorum: Osimhen’in futbol iştahı ve fiziksel kalitesinde aşağıya doğru giden bir grafik görüyorum ben. Ancak bunun ne kadarı oyuncunun profesyonel olarak yaşamamasıyla (sakatlanma frekansı profesyonel yaşamı hakkında bize önemli veriler sunabilir), ne kadarı Süper Lig’i önemsememeye başlamasıyla ilintili bilmiyorum. Bildiğim tek şey dünkü maçta penaltı dışında Osimhen’in oyunda kaldığı 87 dakika boyunca rakip kaleye attığı tek bir şutunun bile olmadığı. (14 dakika oynayan Michy Batshuayi bu süre içinde rakip kaleye bir kere şut çekebildiğine göre sorun demek ki tek başına Osimhen’i beslemeye çalışan arkadaşlarından kaynaklanmıyor.) Artı, maç boyunca topa 16 kez dokunup yüzde 40 pas isabetiyle oynayıp yedi kez top kaybettiği.

FİZİKSEL GERİYE GİDİŞ

Yazının başında üç futbolcu dışında Galatasaraylı oyuncuların fizik kalitesinin geriye gitmiş olduğunun altını çizmiştim. Bunu net biçimde hem pas isabet yüzdesi, hem de hücum bölgesindeki pas isabetinin düşük olmasında gördük.

Galatasaray Göztepe maçına kadar ortalama her maçta 345 isabetli pas yapan bir takımdı. Dün Göztepe fizikselliğe dayanan baskısı sayesinde Galatasaray’ı 306 isabetli pas yapmaya zorladı. Bu nedenle Galatasaray’ın pas isabet oranı yüzde 73’e düştü.

Galatasaray’da dün Osimhen (yüzde 40), Abdülkerim Bardakcı (yüzde 63), Barış Alper Yılmaz (yüzde 67), Dries Mertens (yüzde 69) ve Yunus Akgün (yüzde 71) isabetli pas açısından takım ortalamasının altında kalan oyuncular arasındaydı. Ki bu tablo da bize Galatasaraylı oyuncuların Göztepe’nin fizikselliğiyle baş edemediklerini yeniden gösteriyor.

İşte tam burada sözü Sara’ya getirmek istiyorum, zira Sara izin döneminde belli ki hem profesyonelce yaşamış, hem de fiziğini yukarı çekmiş.

SARA: GALATASARAY'IN ENERJİ VE AKIL MERKEZİ

Galatasaray’da takımın enerji küpünün Torreira olduğu düşünülür, ama gerçekte takımın bir numaralı enerji kaynağı Sara’dır. Her maçta Galatasaray’ın en çok koşan oyuncusu olan Sara, hem defansta, hem de ofansta yüksek bir performans veren bir futbolcu. Sara bu zor vazifeyi,  sahanın her metrekaresini görev yeri bellemesine, bunu da koşarak yerine getirmesine borçlu.

Ancak Sara sadece enerjik bir oyuncu değil. Aynı zamanda futbolu aklıyla ve pozisyonu okuyarak oynayan bir futbolcu. Bunu tek örnekle göstereceğim.

Dakika 34,04. Torreira orta sahada hızla taç atışını ilerideki Barış Alper Yılmaz’a doğru kullanıyor. Ancak bu topu Göztepe’nin sağ kanat beki Lasse Nielsen ileriye doğru oynuyor. Rômulo da aniden hızlanarak bu topu kontrolüne ediyor, ardından da Galatasaray defansının üzerine gidiyor (aşağıdaki fotoğraf).

Rômulo’nun topuna Sànchez ayağını uzatıyor, ancak açılan topa Rômulo dokunmayı başararak Sara’nın kontrol edememesini sağlıyor. Bu topu geriden gelen Tianiç kazanıyor, onun üzerine Sànchez gidiyor, ama Tianiç topu Djalma Silva’ya vermeyi başarıyor. Bu pas sonrasında Sànchez ileride kalmış oluyor. Ancak Sànchez’in yerini hemen Sara alıyor (aşağıdaki fotoğraf).

Djalma Silva topu öne koşan Rômulo’yla buluşturmak isterken Sara yaşamsal bir hamle yaparak topu kesiyor (aşağıdaki fotoğraf).

Burada gördüğümüz şey çok açık. Sara’nın görev tanımı çok geniş ve bunun içinde eksilen takım arkadaşlarının pozisyonlarını doğru biçimde oynamak da var. Başka bir deyişle Sara maç içinde hem 4, hem 6, hem 7, hem 8, hem de 10 numara oynayabilen bir oyuncu.

Bunu Sara ile Torreira’nın ısı haritasını yan yana koyduğumuzda (aşağıda) daha net görebiliyoruz. Bu ısı haritaları Sara’nın Torreira’dan daha fazla 6 numara görevi yapmış olduğu kadar, hücumda daha çok santimetrekareye de bastığını gösteriyor bize. Bu açıdan Sara için “kutudan kutuya” değil (box-to-box), “çizgiden çizgiye” (line-to-line) görev yapan oyuncu tanımlaması yapmak çok abartı sayılmaz.

İşte böylesine geniş bir görev tanımıyla oynayan Sara dün Galatasaray’ın hem hücum, hem de savunma anlamında görevlerini başarıyla yerine getiren tek oyuncuydu. (Jacobs ve Kaan Ayhan da bahsettiğim gibi fiziksellikleriyle ayakta kaldılar, ancak daha çok savunma görevlerini yerine getirirken hücum anlamında çok etkili olamadılar.)

Bu başlıkta son olarak Sara’nın maç istatistiklerini vermek istiyorum.

Topla buluşma                       93 (takımın en iyisi)

İsabetli pas oranı                   Yüzde 90 (takımın en iyisi)

İkili mücadele                        13/10 (takımın en iyisi)

Savunma aksiyonu                 12 (takımın en iyisi)

Top kapma (tackle)                6 (takımın en iyisi)

Sara üzerinden Galatasaray nasıl oynamalıydı sorusunun yanıtına geliyorum.

GALATASARAY NE YAPMALIYDI?

Dün maç sonunda Okan Buruk kanımca önemli bir şey söyledi: “Top bizdeyken kendi kalitemizi sahaya yansıtmamız gerekiyordu” dedi Buruk, “ne zaman rakibimiz gibi yaptık, biz de uzun toplar oynamaya başladık orada sıkıntı yaşadık aslında.”

Şimdi Galatasaray’ın sahaya akıl koyarak kalitesini sahaya yansıttığı bir örnek vermek istiyorum.

Dakika 59,46. Göztepe kalecisi Lis topu uzun oynuyor. Bu topu Sànchez yumuşacık Torreira’nın önüne indiriyor. Torreira da bu topu gelişine gerideki Kaan Ayhan’a aktarıyor. Ayhan orta sahadaki Mertens’e orta ölçekli bir uzun top atıyor. Bu topu kontrol etmeyi başaran Mertens Galatasaray’ı hızlı hücuma çıkaracakken bekliyor ve takımının sete oturmasını sağlıyor, sonra da Torreira’yı görüyor. Torreira sağdaki Kaan Ayhan’ı görüyor. Bu sırada Gabriel Sara Ayhan’a yaklaşarak topu istiyor ve alıyor (aşağıdaki fotoğraf).

Top kendisine gelince Sara sol ayağının dışıyla Mertens’i görüyor. Top Mertens’e gelince Yunus Akgün hemen öne doğru yöneliyor, Mertens de Akgün’ün bu koşusunu ödüllendiriyor. Yunus Akgün topa hiç dokunmadan dört adım atıyor. Sonra da topa dokunuyor ve ters ayağıyla Göztepe kalecisi Lis’in sağına, uzanamayacağı yere vuruyor (aşağıdaki fotoğraf).

Aslında zor bir vuruş, ama Yunus Akgün bunu hiç zorlanmadan gole çevirerek basit göstermeyi başardı.

Galatasaray’ın sekiz pas sonrasında attığı bu golde dört şey görüyoruz.

1. Kaan Ayhan’ın Göztepe orta sahasını oyundan düşüren pasını (aşağıdaki fotoğraf).

2. Sara’nın yine Göztepe orta sahasını oyundan düşüren dikine pasını. Mertens topu kontrol edince sağda 4’e 2 Galatasaray’ın sayısal üstünlüğü elde ettiğini görüyoruz (aşağıdaki fotoğraf).

3. Sara Kaan Ayhan’dan top isterken aynı zamanda sol kanatta oynayan Yunus Akgün’ün sağ merkeze yöneldiğini, rakip bek (sağ kanat beki Nielsen) onu takip etmeyince futbol tabiriyle demarke vaziyette topla buluşabildiğini.

4. Bu aslında oyun içinde Galatasaray’ın ağırlık merkezini yer değiştirmesi sayesinde elde edilen 4’e 2 sayısal üstünlükle gelen bir gol.

Görüldüğü gibi sağ önde Galatasaray’dan sırasıyla Osimhen, Yunus Akgün, Mertens ve Barış Alper Yılmaz’a karşın Göztepe’den sadece merkez stoper  Héliton ve sol stoper Koray Günter var. Orada olması gereken Djalma ise Kaan Ayhan’ın üzerine çıkıyor. Böylece Barış Alper Yılmaz boş durumda kalıyor.

Bu nedenle Mertens’i tutan Koray Günter daha tehlikeli bulduğu Barış Alper Yılmaz’a yönelmek gereği duyuyor. Böylece iki gezegenin aynı hizaya gelmesi gibi Mertens ve hemen arkasındaki Yunus Akgün demarke vaziyette kalıyorlar.

Bu başlıkta anlatmaya çalıştığım şey basit: Galatasaray’ın Yunus Akgün’ün ayağından bulduğu gol, yenilmiş bir golden daha çok atılmış bir gol. Burada fizikselliği yeterli seviyede tutmak kaydıyla (bloklar arasındaki boşlukları değerlendirmek için boş koşuları yapmak, oyunun sıklet merkezini değiştirmek, hafif tempoda koşarak yer değiştirmek, vb.)  Galatasaray topu yere indirerek ve en önemli değeri olan kalitesini oyuna dahil ederek kolayca bir gol bulabildi.

Bunu şöyle de okuyabiliriz. Göztepe’nin gençliğe ve fizikselliğe dayalı oyunu bu golü yemesini önleyemedi. Dolayısıyla Galatasaray maç boyunca sahaya daha çok akıl koymayı başarabilseydi rakibinin fizikselliğini de tehdit olmaktan çıkaracaktı. Ancak bunu çoğunlukla yapamadı.

SONUÇ

Galatasaray iki haftalık aradan sonra bir Avrupa kulübünün takımıyla karşı karşıya geldi ve maçın büyük bölümünde rakibinin fizikselliğine teslim oldu. Diğer taraftan kendi oyun yapısına dönünce kolayca gol de atabildi.

Bu da bize şunu söylüyor: Galatasaraylı oyuncuları önümüzdeki yakın gelecekte çok sayıda maç bekliyor. Bu açıdan hem lig, hem de Avrupa Ligi’ndeki iddialarını sürdürebilmeleri için Galatasaraylı oyuncuların profesyonelce yaşamaları ve fiziksel kalitelerini daha da yukarı çekmeleri bir zorunluluk.

Dünkü maçı bu açıdan bir test maçı olarak kabul edebiliriz. Bu testte skorbordda 2-1’lik galibiyet yazmasına karşın çoğu oyuncunun geçerli notu almadığını yeniden söylemeye gerek duymuyorum. Futbolcuların maç sonunda Galatasaray taraftarının üçlü çektirmek için Sara’yı tribünlere davet etmesindeki mesajın futbolcular tarafından anlaşılmış olduğu düşüncesindeyim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa