Semaver'in Ali'si
"Semaver" kitabının kapağı
Sanırım edebiyatımızın en çok tanınan fabrika işçisi, Sait Faik’in Semaver’inin kahramanı Ali’dir. Böyle dememizin sebebi bu hikayenin ders kitaplarına kadar girmiş olmasıdır. İlk kitabına da adını veren Semaver hikayesinden başka, Sait Faik adına bir yerlerde denk gelen biraz mürekkep yalamış bir kişinin aklına “Hişt, Hişt” hikayesi ile "Yazmasam, deli olacaktım" ve belki de “Bir insanı sevmekle başlar her şey” cümlesi gelir. Ha, bir de “Neydi o hikaye türünün adı? Hah, durum hikayesi. İşte onun edebiyatımızdaki ilk temsilcisi.”
*
İtiraf ediyorum: Bu yazıya başlayana kadar Farsça sandığım “semaver” sözcüğünün Rusça kökenli olduğunu öğrendim; ayrıca, bu araç o kültürün ürünüymüş. Sevanyan Usta da bunu doğruladı.
*
Günümüzde genellikle piknikte, kırsal alanlarda, yazlıkların önünde, tarla veya meyve bahçeleriyle arazide çalışanların yanlarında bulundurdukları; bazı il ve ilçelerde akşama doğru dükkanlarının önündeki kaldırımlarda birkaç tahta parçasıyla ateşlenen ve elektriklisi de olan semaver, mutfakları gaz ocaklı zamanların, parke taş döşeli veya toprak yollu sokaklardaki tek veya iki katlı evlerin, odunla yemek pişirilen dönemlerin zorunlu sayılabilecek çay demleme aracıydı. Hadi ekleyelim: Dışı, odun ateşinden daha fazla deforme olmasın, kararmasın diye külle sıvanmış çinko veya alüminyum çaydanlıkları da analım. Ama o çaydanlıklar, semaver kadar düş gücünü zorlamıyordu demek ki!.. Olsa olsa üst demliği Alaattin’in Sihirli Lambası…
Hayal gücü geniş olanlar somut birçok nesneyi düş dünyasıyla birleştirip yeni şeyler ortaya çıkarmazlar mı? Hele çocuklar… Dirmit Kız… Bahçedeki Tulumba… Sevgili Arsız Ölüm… Latife Tekin…
*
Sait Faik’in Semaver’i fabrikadır. İçinde ateş yanıyor. Tepesinde dumanı tüten bacası var. “Çiko”nun göbeği misali suyu fokur fokur kaynatan ortası geniş bir tasarım. Üzerine demlik, içine su konan, yuvarlak, geniş bir ağız. Musluk. İki kulp.
*
"Ali, semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi”(elde edilirdi, üretilirdi).
Demek ki fabrika, Ali için ıstırap, grev, kaza... Semaverde ise fabrikada olmayan bir güzellik var: Sabahın mutluluğu.
Neşeli, hareketli, -günümüzdeki söylemle- pozitif biridir Ali. Annesinin elini öper işe giderken, sonra dudaklarını yalar; görsel espri. Eve döndüğünde akşam namazını kılan annesinin seccadesinin önünde şaklabanlıklar yapar. Annesinin, namazı bitirdikten sonra “-Ali be, günah be yavrum.” serzenişine karşılık önce Allah’ın affedeceğini söyler ama ekler:“-Allah hiç gülmez mi?” Öyle de saftır.
Temiz yüreklidir: “Ali bütün gün zevkle, hırsla, iştiyakla (istekle) çalışacak. Fakat arkadaşlarından üstün görünmek istemeden. (…) Yoksa işinin fiyakasını da öğrenmiştir.”
Ali polisiye kitap da okur, kahvede pişti de oynar:
Yemekten sonra Ali, bir Natpinkerton romanı okumaya daldı.”
Anasını kucakladıktan sonra, karşı kahveye, arkadaşlarının yanına koştu. Bir pastra oynadılar.”
Semaverden, fabrika önünde bekleyen salep güğümünden, askeri mektebin borazanı ve fabrikanın düdüğünden haz alan Ali’nin biraz da “şairce” olduğunu vurgulayan yazar, bahçesindeki fesleğenlerin çevreye bahar kokuları yaydığı evin bulunduğu çevreyi şiir dizesi gibi anlatır: “Mesutları çok az bir mahallenin çocukları değil miydiler?”
*
Ali bir sabah annesini sandalyenin üzerinde ölmüş bulur, derin bir boşluğa düşer. Günlerce sonra kendine geldiğinde semaverle vedalaşır:
“Bir sabah, yemek odasında karşı karşıya geldiler. O, yemek masasının muşambası üzerinde sakin ve parlaktı. Güneş, sarı pirinç maddenin üzerinde donakalmıştı. Onu kulplarından tutarak, gözlerinin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol, sessiz bir yağmur gibi ağladı. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. / Bundan sonra Ali’nin hayatına bir salep güğümü girer.”
*
Hikayenin son paragrafı, kış ayında yoksullar fotoğrafıdır:
“Yün eldivenlerin içinde saklı kıymettar elleri salep fincanını kucaklayan, burunları nezleli, kafaları grevli, ıstıraplı, pirinç bir semaver gibi tüten sarışın ameleler, mektep hocaları, celepler, kasaplar ve bazen fakir mektep talebeleri, kocaman fabrika duvarına sırtlarını verirler; üstüne rüyalarının mabadi (rüyalarının devamı, artanı, kalıntısı M.Y.) serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi."
*
Annesinden gelen sevgi ışığını semavere yansıtarak mutluluk kaynağı yaratan Ali, annesinin ani ölümünden sonra eski Ali değildir artık. O ışık sönmüştür. Algı değişmiştir. Bir kapı kapanmıştır. Yenisi açılmak üzeredir.
Kim bilir, semaver küçük bir grup ise, salep güğümü toplumdur.
*
Bundan sonraki satırlara gerek kalmadan kahramanımız Ali’yi anlattığımız yazımız burada biterdi. Ancak Nâzım Hikmet’in, Sait Faik’in ilk kitabı olan “Semaver”i ağır eleştirdiği de bilinen bir gerçektir. Kısaca ona da değinmek gerektiğini düşünmekteyiz.
Üstat, Orhan Selim adıyla Akşam gazetesinin 9.5.1936 tarihli sayısında “Bir Tavsiye” başlığı altında toplumsal anlamda iş ve işçi sorunlarına odaklanmayan bu bireyci hikayeyi eleştirdiği yazısında yazarın adına değinmez, ondan “genç bir muharrir / hikayeci” diye söz eder.[1]
Önce umutlanır genç muharrirden, hikaye ilerledikçe umutları söner, Amerikan mizah hikayelerinden adapte edildiğinden kuşkulanır ve sert vuruşu yapar:
“… Anasının namaz seccadesinde takla atan, anasıyla sabahları al takke ver külah şaka eden, semaverine bağlı bir işçi tipi! Uydurmuş genç üstat.”
Yazısını edebi tenkit kastıyla yazmadığını belirten Nâzım Hikmet daha ağır sözler de ettiği hikaye hakkında, kitabı kaldırıp fırlattığını hissettiren şöyle bir cümle de kurar:
“Kitabın ismi bile bu birinci hikâyeden alındığına göre muharrirince en beğenilen bu yazıdır. Gerisini varın siz kıyas edin.”
Amacımız elbette 1950 yılının temmuz ayında tahliye olduktan sonra Burgaz Adası’nda Sait Faik’in konuğu olan, Budapeşte radyosunda onun hakkında güzel sözler söyleyen Nâzım Hikmet’le Sait Faik’i vuruşturmak veya “Bir Tavsiye” aracılığıyla bu iki “gül bahçemizden” birini yüceltmek ya da küçümsemek değil, zaten yazı ortada. Biz de, bizce en çok tanınan Fabrika İşçisi Ali’yi ele alırken bu ayrıntıyı atlamamaya çalıştık, hepsi bu.
[1] Nazım Hikmet / Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil / Yazılar 1, Adam Yayınları, 2. Basım, İstanbul, Ekim 1992, s.163-164
- Panorama: İşsizler ve emekliler 21 Ocak 2025 04:50
- Boyun eğmeyenler: Nef'i 14 Ocak 2025 10:00
- Şeyhi ve Şeyh Bedrettin 31 Aralık 2024 04:15
- Almancılar 24 Aralık 2024 04:15
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca 17 Aralık 2024 12:00
- Sermaye karşısında direnen emekçilerin romanı: Çıkrıklar Durunca 10 Aralık 2024 04:15
- “Solculuk / zor yolculuk”: İhsan Yılmazşamlı 03 Aralık 2024 04:30
- Erol Toy’un ‘İmparator’u ve ‘Arçelik’ 26 Kasım 2024 04:46
- Dolmuş çırakları 12 Kasım 2024 04:30
- Tarladan çıkıp madene inenlerin hikayesi 22 Ekim 2024 04:56
- Narin artık dönmeyecek 09 Ekim 2024 04:15
- Refik Halit’in ‘Fotika’ ve ‘Hasip Efendi’si 24 Eylül 2024 04:43