Türkiye-İsrail rekabeti ve Kürt sorunu
Benyamin Netanyahu ve Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: DHA
Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinden sonraki en dikkat çekici açıklamalardan birini İsrail Başbakanı Netanyahu yapmıştı. Netanyahu, “Esad rejiminin yıkılması, İsrail’in İran ve Hizbullah’a vurduğu darbelerin doğrudan bir sonucu” demişti. Öte yandan Dışişleri Bakanı Fidan da “yıllardır HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) ile iş birliği yaptıklarını” açıklayarak Türkiye’yi “zafer”in arkasındaki güç ilan etmişti. Bu açıklamalar hem İsrail ve hem de Türkiye’nin Suriye’deki rejim değişikliğinde büyük bir paya sahip olan ve “kazananlar” hanesine adını yazdıran güçler olduğunu ortaya koyuyordu. Ancak Suriye’de rejim değişikliği gerçekleştiği halde Türkiye ve İsrail’in askeri müdahalelerini sürdürmeleri, “kazananlar” tarafında yer alan bu iki ülkenin aynı zamanda burada rekabet halinde bulunduklarını da gösteriyor. İsrail’in Suriye Kürtleri (Suriye Demokratik Güçleri-SDG) ile ilişki geliştirmeye yönelik hamleleri ve Erdoğan iktidarının bir yandan SMO (Suriye Milli Ordusu) üzerinden Rojava’ya yönelik kuşatma ve öte yandan Öcalan’la görüşme üzerinden süreci kontrol altında tutmaya yönelik girişimleri, Kürt sorununun bu iki güç arasındaki bölgesel rekabette önemli bir rol oynayacağına işaret ediyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu, geçtiğimiz yılın eylül ayında yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki konuşmasına elinde iki harita ile çıkmıştı. Haritaların birinde Ortadoğu’da İsrail’le iş birliği yapan rejimler yeşil (Mısır, Ürdün, S. Arabistan, BAE, Sudan ve diğer körfez ülkeleri) ile ve diğerinde ise, İsrail’in düşman olarak tanımladığı rejimler siyah (Suriye, İran, Irak ve Lübnan) ile gösteriliyordu. Netanyahu’nun BM’deki konuşmasından birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM’nin yeni yasama yılı açılış konuşmasında “İsrail’in Türkiye’nin topraklarına gözünü diktiğini” söylüyordu. Erdoğan’ın “İsrail tehdidi”nden söz ettiği gün iktidar ortağı Bahçeli, TBMM’de Dem Parti grubu ile tokalaşarak yeni bir sürecin ilk adımlarını atıyordu.
ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), İran’ın başını çektiği ‘direniş ekseni’ gibi ABD çıkarları için sorun/tehdit yaratan rejimlerin yıkılmasını ve bölgenin ABD’nin çıkarları ve İsrail’in “güvenliği” temelinde yeniden dizayn edilmesini amaçlıyor. Son dönemlerde Hamas ve Hizbullah’a vurduğu darbeler ve Suriye’deki rejim değişikliğinde oynadığı rol, İsrail’i bu yeniden dizayn politikasının vurucu gücü olarak öne çıkardı. Bu yeni durum, zamanında kendisini “BOP’un eş başkanı” ilan eden ve “bölgesel liderlik” hevesiyle Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunan Erdoğan iktidarını kaygılandırıyor ve sözcülüğünü yaptığı tekelci burjuva gericiliğin yayılmacı emelleri önünde engeller yaratıyor. İşte Erdoğan’ın İsrail tehdidinden söz etmesinin nedeni de İsrail’in, Türkiye’nin bölgesel rolünü/pozisyonunu “çalması”ndan duyulan kaygıdan başka bir şey değildi!
ABD emperyalizminin öncülüğünde Çin’in ‘Yol-Kuşak projesi’ne karşı 2023’te açıklanan ‘Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomi Koridoru’nda (IMEC) Türkiye’nin Baypas edilmiş olması, Erdoğan iktidarı ve Türk burjuva gericiliğin kaygılarının kaynağı konusunda açıklayıcıdır.
ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden dizayn etme politikasının vurucu gücü olarak öne çıkan İsrail’in bölgedeki yönelim ve rolünün anlaşılması bakımından dikkat çekici açıklamalardan birini de dışişleri bakanlığı görevini geçtiğimiz kasım ayında devralan Saar yapmıştı. Saar, İsrail’in bölgede Kürtler ve Dürzilerle ittifak halinde hareket etmesi gerektiğini söylüyordu. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından İsrail’in bu konudaki politikası daha görünür hale geldi. Bir yandan savaş uçaklarından hava savunma sistemlerine, silah fabrikalarından donanmaya kadar Suriye’nin askeri teçhizat ve altyapısını büyük oranda ortadan kaldırıp stratejik noktalarını işgal eden İsrail, öte yandan da Suriye’nin güneyindeki Dürziler ve kuzeyindeki Kürtlerle iş birliğini geliştirmeye çalışıyor. Bu nedenle İsrail, ABD’nin “IŞİD ile mücadele stratejisi” kapsamında Suriye Kürtleriyle yaptığı iş birliğini yeni dönemde de sürdürmesini istiyor.
İsrail Dışişleri Bakanı Saar, geçtiğimiz günlerde Rojava Özerk Yönetiminin Dışişleri Büro Eş Başkanı İlham Ahmed ile bir telefon görüşmesi yaparak iş birliğini geliştirme yönünde yeni bir adım atmış oldu.
Şurası açıktır ki, Kürtlerle iş birliği hem Suriye’deki yeni İslamcı yönetimin kontrol altında tutulması ve hem de Türkiye ve İran başta bölgesel aktörlerle rekabet bakımından İsrail için ‘kullanışlı’ bir politika olarak öne çıkıyor.
Tam bu noktada İsrail’in ittifak politikası üzerinden Kürtlere saldıranlara şu uyarıyı yapmak gerekiyor: Kürt sorunu, önemli bölgesel sorunlardan biri olarak duruyor ve Erdoğan iktidarı bugün bu sorunun çözümsüzlüğünde belirleyici bir rol oynuyor. Dolayısıyla İsrail ya da başka bir gerici gücün bu sorunu kendi çıkarları için kullanmasının önüne geçilebilmesinin yolu, her şeyden önce Erdoğan iktidarının sürdürdüğü politikaya karşı çıkmaktan; Suriye’de Kürtlerin ulusal varlıklarına ve kaderlerini tayin hakkına saygıdan ve ülke içinde de sorunun eşit haklar temelinde demokratik çözümünü savunmaktan geçiyor.
Başka bir deyişle sorunu yaratanlara bir şey demeden sorunu istismar etmek isteyenler üzerinden mağdurlara kin ve düşmanlık kusmak, çözümsüzlüğün ve sorunun istismarının devamını istemekten başka bir anlama gelmez.
Bahçeli’nin sözcülüğüne soyunduğu adı konulmamış süreci ve bu süreçte Öcalan’ın devreye girmesinin istenmesini de bu gelişmelerle bağlantılı olarak okumak gerekiyor. Türkiye egemenleri, bölgedeki yeniden dizayn ve paylaşım mücadelesinde karşı karşıya kaldıkları riskleri ortadan kaldırmaya ve bu süreci bir avantaja dönüştürmeye yönelik bir ‘ön alma’ politikası geliştirmeye çalışıyor.
Ancak burada da tartışmayı iki şeyi birbirine karıştırmadan sürdürmek gerekiyor: İktidarın bu sorun üzerinden dış politikada yayılmacı emellerine alan açmak ve iç politikada yeni anayasa üzerinden kendi ömrünü uzatmak gibi gerici hesaplar yapması, sorunun eşit haklar temelinde demokratik-barışçıl çözümünün ülke ve bölge için bir ihtiyaç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu nedenle emek, barış ve demokrasi güçleri, iktidarın gerici emellerine karşı çıkarken ülkede demokrasi ve bölgede barış için sorunun tam hak eşitliği temelinde çözümü yönünde mücadeleyi de sürdürmelidir.
- Suriye’deki gelişmeler ve kapısı aralanan yeni ‘süreç’ 03 Ocak 2025 07:30
- Öcalan'ın mesajı ve yeni sürecin işaretleri 30 Aralık 2024 12:47
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 06:20
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20