13 Ocak 2025 04:07

Piyasalaşma ektiler, biçilen sağlığımız oldu

döviz tutan hekimler

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Farkında mıyız; aile hekimlerinin grev gerekçeleri ile yenidoğan ölümleri ve sağlıkta çeteleşme birbirinden bağımsız değil. 
Geçtiğimiz iki ayın bu iki önemli gündemi, halkın sağlık hakkı bağlamında çok katmanlı soruların cevabını içinde barındırıyor.
Bir soru ile başlayalım: Sezaryen ile doğum oranlarında ülkeyi dünyada ilk sıralara yerleştiren bir süreci bu iki başlıktan ayrı düşünebilir miyiz?
Nasıl oldu da insanlık tarihinin başlangıcından bu yana doğal bir süreç olan doğum, Türkiye’de her iki çocuktan en az birisi için cerrahi bir işleme dönüştü? Bu bir sonuç değil ideolojik bir tercih. 
Misal 2017 yılında “Türkiye’de 100 doğumdan 53’ü sezaryen ile gerçekleşirken bu oran Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yüzde 28” idi. 
Aile hekimliği modelinde ebelerin alanı daraltıldı. Bebek izlemlerinde olası yoğun bakım gereksinimi için aile hekimlerinin sevk edebileceği kamu sağlık kurumu bebek yoğun bakım yatak kapasiteleri ve teknik donanımı geriletildi. Alan özel hastaneler marifeti ile taşeronlara bırakıldı. Şimdi sistemin öz eleştirisini yapması gereken muktedirler, tek bir dava ile meseleyi sönümlendirmek istiyor. Yenidoğan bebeklerin ölümüne yol açan mahkeme süreci bu hafta da devam edecek.
Birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleri arasında sevk zinciri; 2005’te ‘Sağlığı tek elden yöneteceğiz’ denerek sağlık ocaklarının kapatılıp SSK işçi hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri ile fiilen ortadan kaldırıldı. Kanser hastasının randevu alamadığı ama iki gündür kabız olan bir kişinin üçüncü basamak sağlık kurumlarında, misal üniversite hastanelerinde muayene olduğu bir iklim yaratıldı. Şimdi siyasal bir tercih olan bu iklimin faturası aile hekimlerine kesilmek isteniyor: Yılda belli bir oran üzerinde sevksiz giden her hasta için maaştan kesme cezası!
“İsim müsemmâyı çeker” der eskiler. Yani bir ismin manası, o ismi taşıyanın üzerinde tesirini gösterir derler. Hadi şimdi aile hekimliğine bir bakalım. Dört kişilik bir aile düşünün, her biri ayrı bir aile hekimine bağlı olabiliyor şimdilerde. Hani ailemizin doktoru idi!
Şimdi bu aileye dönüp bakalım: Hepsi ishal, hepsinde yüksek ateş var, hepsi aynı şüpheli yemeği yemiş olsun. Ama her birinin aile hekimi mevcut hali ile farklı olabiliyor. Hepsi aynı aile hekimine bağlı olsaydı ikinci vaka ile birlikte tüm aile mercek altına alınır, tümü hızla tedavi edilirdi. Ha şimdi?
Kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması, çeteleşme ve yaşam hakkı ihlalleri gelinen noktanın özeti. Gazeteci Bahadır Özgür’ün de belirttiği üzere “Türkiye’de neoliberalizme geçişle birlikte suç örgütlerinin de önü açıldı. Çeteleşme bir çürüme değil, gücünü iktidardan alan bir yapılanmadır.”
Yenidoğan krizinde, sağlıkta çeteleşme yargı sürecinde edilgenleştiriliyoruz. Dile kolay, Türkiye’nin en büyük kentinde eski sağlık bakanlarından birisinin de patronlar arasında yer aldığı on hastane bir gecede yolsuzluk iddiası ile kapatılıyor. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim üzere biz sanık kürsüsünde ambulans şoförü, birkaç hekim ve hemşire dinliyoruz. Hani patronlar, hani Sağlık Bakanlığı ve SGK yönetici eliti, hani siyaseten karar vericileri?
Bir yönü ile emek mücadelesi, bir yönü ile halkın sağlık hakkına sahip çıkma: Aile hekimlikleri ardışık grevler yaparak sağlık hakkı ve emek mücadelesi başlığını toplum için görünür kılmaya devam ediyor. Mesele bir gruba daraltılamayacak kadar girift. Tüm emek ve demokrasi yapılanmalarının süreç içinde yer alması elzem. 
Yine sağlıkta çeteleşme mevzusunun mahkeme salonlarına sığmayacağını hatırlamakta yarar var. 
Sağlıcakla kalın. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa