Boyun eğmeyenler: Nef'i
Nef'i
Attila İlhan’ın Tarz-ı Kadim şiiri bir yerlerde denk geldi ve şiirin“kim okur kim dinler siham-ı kazayı?” dizesini görünce biz de yapıtın sahibi, onurundan taviz vermektense, “öyle demek istemedim efendim, affedin” demektense ölmeyi göze alarak tarihe geçmiş insanlardan hiciv yani mizah ustası Nef’i Efendi’yi andık.
*
Bu, eğilip bükülmeyen 17.yy Divan şairimiz Erzurumludur ve memleketinin sert iklim yapısını yüzünde taşır; zira iki kaşının birbirinden hiç ayrılmadığını, gözlerinden sürekli kıvılcımlar saçtığını yazar tarihler.
Ters bir adamdır Nef’i, övgü ve sövgüde sınır tanımaz. Bu yüzden de hiç sevilmez: “Lâkin, adı geçen Nef’î, hecv vâdisinde gayet kötü dilli olup, asrında olan büyüklere harfendazlık (sataşmak), ve büyük bilginlerin ve vezirlerin ırzlarını hedme (yıkmaya, itibarsızlaştırmaya) cesaret edip, devrin meşhurlarının pek çoğunu hecvetmişti.”(s.1283). Ama bazen de övüyor mu yeriyor mu belli olmaz. Bu mizahın ciddi bir iş olmasından ileri geldiği gibi okurun da belli bir düzeyde olmasıyla ilgilidir. Örnek:
Savaştan toprak kaybederek (açıkçası yenilerek) dönen bir padişaha onun ne kadar büyük, ulu bir hükümdar olduğunu; düşmanın, yüce efendimizin göklerde şavkıyan kılıcının ışığını görür görmez kaçacak delik aradığını; gökteki bütün yıldızların onun büyük zaferini görünce parıl parıl parladığını falan yazıyorsanız bu baştan ayağa mizahtır ve bunu bilen insanlar gülerler. Bilmeyenler de padişahı övdüğünü sanırlar.
*
Nef’i Efendi mizahın ciddi bir iş olduğunu aynı zamanda şair olan babası Sipahi Mehmet Bey’in evi barkı terk edip, Kırım Hanı’na kapağı attığında anlar ve döktürür:
Saadet ile nedim olalı Peder, Han’a
Ne mercimek görür oldu gözüm ne tarhana
(Babam Kırım Han’ına mutlulukla, bile isteye arkadaş olduğundan bu yana doğru dürüst beslenemedik, aç kaldık, diye serbest bir çeviri yapılabilir.)
Bununla da kalmaz babasının kendisini överek çok büyük bir şairmiş gibi Han’a şiirler sunduğunu söyleyerek ağır biçimde yerdiği şiirinin bir yerinde de şunu söyler:
Peder degül bu belâ-yı siyâhîdür başuma (Baba değil başımın belasıdır.)
*
Hiciv, mizah filan diyoruz ama Nef’i’nin şiirlerindeki psikolojik boyutları; baba düşmanlığının, hemen hemen önüne gelen herkese verip veriştirmesinin, bazılarını aşırı övmesinin, çocukken toplumdan, ailesinden çektiklerini daha sonra nefret diline dönüştürüp, hiciv ile sövgü arasında ikinciye daha yakın durmasının sebeplerini araştırmak, yorumlamak, değerlendirmek sanırım teorik anlamda da edebiyattan anlayan psikologların işi olsa gerek.
*
Erzurum ona dar gelir ve İstanbul denilen büyülü yere gider. Orada bilgi ve yeteneğinin de etkisiyle şiir alanında ünlenir. Dört padişah eskitir. Her birinin döneminde de namını korur.
*
Siham-ı Kaza, kaza okları anlamına gelir. Güya öldürücü gerginlikte olmayan yayı çekmişsiniz, ok fırlamış gitmiş belirlenen yere saplanmış. Acıdan kıvranan hedefe “Yanlışlıkla oldu, ben başkasına atıyordum, birden önüne geldiniz, kazayla size değdi!” anlamındadır; aslında hedef doğrudur, “Niye üzerinize alınıyorsunuz ki?”
*
4. Murat çok sever Nef’i Efendi’yi. Onun bu eserine gülmekten kırılır. Naima Tarihi’nde yazılanlara göre bir kezinde gerçekten kırılıp haybeye gidecekmiş.
*
Bizimki, yani 4. Murat, babası 1.Ahmet’in Beşiktaş’taki köşkünde Siham-ı Kaza’yı okuyup abartılı güldüğünde tarih 24 Haziran 1630’muş ve gökten yağmurlarla birlikte yıldırımlar da düşüyormuş (Naima’da 1629). Bu yıldırımlardan biri de köşkün bahçesine düşmesin mi? Ola ki halkına yasakladığı şarapla iyiden iyiye kendini gülmenin kollarına bırakmış olan 4. Murat’ın beyninde ölüm düşüncesi aniden şimşekleniverir. O hızla elindeki mecmuayı “pareler”. Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, bir an için, bir makam yukarısının kendisini fazla gülmenin iyi bir şey olmadığı konusunda uyardığını düşünür. Suçlu zaten bellidir. Hemen o anda karar verir ve şairin hiciv yazmasını yasaklar.
*
Aradan beş sene geçer. 4.Murat bir eğlence meclisinde şairin ağzını arar:
“-Nef’î, taze bir hicvin yok mudur?” (s.1283)
Nef’i halis muhlis Anadolu çocuğudur. Kendisine yasak getiren adamın o ortamdaki samimiyetini sorgulamaz, “yasakladınız hünkârım, yoktur, affola” diye kıvırtmaz, aynı zamanda –bakar mısınız yiğitliğe- padişahın kız kardeşi Hanzade Sultan’ın kocası olan “Bayram paşa içini yazdığı hecvi pâdişâhın eline verir. Pâdişâh okuyup beğenir. 'Sonra Bayram paşayı çağırıp, kendi hakkında Nef’î’nin yazdığı hecvi gösterip, katledilmesine izin verdiler.” (s.1283)
Sonrası Bayram Paşa’nındır:
“ «Hiciveci bir şâir ki adı Nef'îdir. Onun, dört mezhebe göre de katli, bir yılan öldürür gibi vâciptir.»
Mefhumu üzere; günün bilginleri, kanını akıtmanın mübah olduğunu kabul ettiler. Zavallı fakiri çağırıp, o da hiç bir şeyden habersiz geldikte pek çok azarladıktan sonra:
— Kaldırın!
Deyüp saray odunluğunda haps ve orada boğup denize attılar.” (s.1284)
*
Yine Naima büyüğümüzün aktardığına göre huzurda bulunan Boynueğri lakaplı bir çavuş:
“-Gel Nef’i Efendi, odunlukta hiciv düzecek kişi vardır, gel gör!” (s.1284) diye alay eder.
Nef’i bu, hiç ele ayağa kapanır mı?
“-Yürü, bildiğinden kalma mel’un…”(s.1284), diye başladığı sözlerini, hazinesinden yeni çıkardığı ve parlatıp cilaladığı sövgülerle sürdürmüş.
Su katılmamış Osmanlı olan Nef’i Efendi, Naima büyüğümüzün yazdığına göre “mel’un ” (alçak) sıfatından sonra “Türk” sözcüğünü getirir. Çünkü o dönemde payitahtta bulunan tüm sadık “kullar” gibi cellât da Türk imiş.
Sonrası malûm; neme lazımcı, sus konuşmacı, eğilip bükülüp el ovuşturucu, sana ne’ci, oh olsun’cu, sen dalgana bak, başka işe karışmacı anlayışı yansıtan şu iki dize kaldı geriye:
“Gökten nazire indi Sihâm-ı Kazasına
Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına”
Yani dilini tutsa, kendince doğru bildiğini dile getirmese, eyvallah deyip geçse, gördüğü rezilliklere göz yumsa odunlukta boğularak öldürülmeyecek, cesedi Sarayburnu’ndan denize atılmayacaktı. Sen misin söyleyen? Öyleyse oh olsun!
Son söz Naima büyüğümüzün:
“Asrın bilginleri ve büyükleri, Nef’î’nin öldürülmesinden dolayı sevinip, bilhassa dilinin uzunluğundan yaralanmış olan büyükler ve âyan bu hususta Bayram paşaya pek çok dua ettiler!.” (s.1284)
NOT: Yazıda Naima Tarihi’ne atfedilen yerler için kaynak: “Naima Tarihi, 3. Cilt, Yazan: Naima Mustafa Efendi, Çeviren: Zuhuri Danışman, Zuhuri Danışman Yayınevi, Bahar Matbaası, İstanbul, 1968. s. 1283, 1284”
- Panorama: İşsizler ve emekliler 21 Ocak 2025 04:50
- Semaver'in Ali'si 07 Ocak 2025 04:30
- Şeyhi ve Şeyh Bedrettin 31 Aralık 2024 04:15
- Almancılar 24 Aralık 2024 04:15
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca 17 Aralık 2024 12:00
- Sermaye karşısında direnen emekçilerin romanı: Çıkrıklar Durunca 10 Aralık 2024 04:15
- “Solculuk / zor yolculuk”: İhsan Yılmazşamlı 03 Aralık 2024 04:30
- Erol Toy’un ‘İmparator’u ve ‘Arçelik’ 26 Kasım 2024 04:46
- Dolmuş çırakları 12 Kasım 2024 04:30
- Tarladan çıkıp madene inenlerin hikayesi 22 Ekim 2024 04:56
- Narin artık dönmeyecek 09 Ekim 2024 04:15
- Refik Halit’in ‘Fotika’ ve ‘Hasip Efendi’si 24 Eylül 2024 04:43