15 Ocak 2025 05:01

Magazin asla sadece magazin değildir

Kamera arkasından oyuncular

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Türkiye’de medya ekonomisini anlamak için, sahiplik yapısına dair Ticaret Sicil gazetesi gibi kaynakların ötesinde, en verimli bilgiler magazin ve ölüm ilanlarından elde edilirdi eskiden. Hürriyet gazetesine verilen ölüm ilanları, bu alanda tartışmasız üstünlüğe sahip olduğu gibi çok da pahalıydı, ülke burjuvazisinin akrabalık, dostluk ilişkilerini görmek açısından bulunmaz bir vahaydı. Siyasi yakınlıklar açısından da öyle. Magazin daha verimliydi. Örneğin Ramsey’in sahibi Remzi Gür’ün Erdoğan’ın çocuklarına burs vermesini Hürriyet Kelebek’te yayınlanan bir magazin söyleşisinde “Normal bir arkadaşlık değil bizimkisi” başlığıyla okumuştuk. 2014’te Sabah-ATV’nin Kalyon Grup’a satışı sırasında kurulan “havuz”, İsmail Küçükkaya’nın Nihat Özdemir’le yaptığı bir telefon görüşmesiyle kanıtlandı:

“İsmail Küçükkaya: Sabah ve ATV’nin yeni patronuna 100 milyon dolar verdiniz mi?

Nihat Özdemir: Evet verdim. Ama borç verdim.

İsmail Küçükkaya: Nasıl ispatlayacaksınız?

Nihat Özdemir: Her şeyi legal, her şeyi temiz yaptık. Ve karşılığında hisselerini aldım.

İsmail Küçükkaya: Sabah-ATV hissesi mi aldınız?

Nihat Özdemir: Hayır başka bir inşaattaki hisseleri aldık.”

Medyada işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak için biraz daha geriye gidelim. Mustafa Karaalioğlu, o dönem muhalif değildi, Star gazetesinin genel yayın yönetmeniydi, 10 Aralık 2012’de “Reklam bütçeleriyle korunan eski medya düzeni” başlıklı bir yazı yazdı. Karaalioğlu, sermayenin yani reklam verenin adil olmadığını söylüyor ve şunu soruyordu: “Mesela neden, Yeni Türkiye’nin en çok kazanan Koç, Sabancı, P&G gibi çok değerli şirketleri hala reklam bütçelerini bu ülkede hiçbir şey olmamış gibi dağıtmaya devam edebilmektedirler?​” Reklam verenin pazar rasyonalitesinden bağımsız hareket ettiği doğruydu, ama Karaalioğlu sistemi sorgulamıyor, daha ziyade nehrin yatağının değişmesini talep ediyordu. Bu talep tehditvari bir üslupla 2014 yılında Erdoğan’ın ağzından döküldü. Gezi Parkı protestoları sırasında katıldığı Fatih Altaylı’nın Habertürk’teki programında bazı aracı kurumların kendisine yakın medya şirketlerine reklam vermeyi kestiklerini iddia ediyor, şirketleri arayıp sorduğunu söylüyor ve en nihayetinde faturayı aracı kurumlara yani planlama ajanslarına kesiyordu: “Gereğini yaparız. Başıboş bırakmayız.” Aracı kurumlar uluslararası ajansların Türkiye şubesi, ama orada esas mesaj sermayedaraydı. Mesaj alındı, nehrin yatağı değişti. O günden beri reyting ölçümlerinde yükselseler dahi muhalif olarak etiketlenen kanallara büyük sermaye doğrudan reklam vermekten çekiniyor. Çünkü her sermayedar ertesi gün kapısında maliye müfettişlerinin belireceğini, güncel terimle ‘silkeleneceğini’ biliyor.

Şimdi gelelim güncel magazin “bombamıza”… Söz konusu bir menajerlik şirketi var. Skandal, bir iş insanının, sevgilisinin promosyonunu yapması için bu şirkete para ödediği iddiasıyla başlıyor. Nasıl faturalandırıldığını bilmiyoruz, orası ayrı, ama ortada bir suç varsa maliyenin ceza kesebileceği bir suç. Muadilleri tarihte çok, daha eğlenceli hikayeler okumak isteyenler Hürriyet’in ilk sahibi Simavi ailesine dair biyografilere bakabilirler. Bir de menajerlik şirketinin ‘popüler oyuncu istiyorsan bu oyunculara da rol vermen gerekir’ baskısıyla oluşturduğu tekelleşme suçlamaları var. O da Rekabet Kurulu’nun konusu. Yapım şirketleri şikâyet eder, Rekabet Kurulu inceler, varsa bir ihlal, ceza keser. Tabi bunun insani boyutu da var, işsiz kalan, sektörden dışlanan oyuncular sosyal medyada bir haftadır yaşadıklarını anlatıyorlar. Lakin, bu ülkede atanamadığı için, yazılı sınavda çok yüksek not aldığı halde mülakatta elendiği için canına kıyan insanlar var. Demek ki “yeni bir sınıf olarak prekarya” değil dümdüz proletaryaymışız hepimiz. Elçin Sangu sektörün acımasız çalışma koşullarını gayet net anlatmış, artık oyuncular, set işçileri için sırada örgütlenme ve mücadele var. Madem Türkiye dizi üretimi ve ihracatında iktidarın gözümüze soktuğu büyüklükte, o zaman işçiler için üretimden gelen gücü kullanmanın tam zamanı.

Ancak gündemdeki dert sektörün tekelleşmesi ya da oyuncuların özlük hakları değil. Bu “skandal”ın ortaya çıkışıyla Gassal dizinin promosyonu arasındaki ilişkiyi iktidar medyasını takip edenler çok net görmüşlerdir. İktidarın yaygın medyaya uyguladığı baskı ters tepti. RTÜK ceza verdikçe reytingler coşuyor, ceza alan diziler daha fazla konuşuluyor, daha fazla izleniyor. AKP’nin tekelleşmeyle hiçbir sorunu yok, sanılanın aksine, kimin tekelleştiğiyle de sorunu yok. Ayşe Barım, görünen o ki, en zayıf halka olduğu için seçilmiş, ona söyleniyor, o hedefe konuyor, daha büyükler anlasın diye. Başından beri içeriği bir türlü doldurulamayan “kültürel iktidar” tartışmasını AKP, yine en iyi bildiği yöntemle, musluğun başını tutan sermayedarla çözmeye girişti. Akarı yok kokarı yok, sabah akşam konuşulsa faydası cabası… Magazin asla sadece magazin değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa