Her yaşam biçimi kapalıdır biraz. Rantiye bir burjuva yaşamı örneğin siyasal olana kapalıdır. Dünyada ne olup bittiğine, güncel siyasete, sanatın politik bir okumasına, faşizme…

Her yaşam biçimi açıktır da biraz. Rantiye bir burjuva yaşamı örneğin inceltilmiş zevklere açıktır. Nerede ne yenilir ne içilir…

Her yaşam biçimi hem kapalıdır hem açıktır biraz…  Tıpkı “İktisat” gibi…

Selim İleri’nin Kapalı İktisat uzun öykü, kısa romanını ilk duyduğumda inanılmaz heyecanlanmıştım. Zira adıyla sanıyla “İktisat” kavramı geçiyordu adında. Edebiyatta benzer bir ismi taşıyan başkaca bir eser duymamıştım. İlk basımı 1980 yılında yapılan Bir Denizin Eteklerinde kitabının içinde yer alan bir uzun öykü Kapalı İktisat. Ben daha sonra müstakil bir kitap olarak basıldığında fark etmiştim bu öyküyü.    

Selim İleri’yi kaybettikten sonra bir kere daha okuma gereği hissettim Kapalı İktisadı... Hayatını kaybeden yazarı bir daha dinlemek, düşünmek, anlamaya çalışmak, vefatının tüm gerçekliğini sorgulanır hale getirmek gibi geldi bana... Sonra okuduğunuz bu yazı çıktı ortaya… İleri’nin söz konusu kitabı için çok sayıda, üstelik farklı alanlardan isimlerin değerlendirme, eleştiri yazılarını bulmak mümkün. Ben de köşe yazısı ölçeğinde küçük bir iki not düşmek istedim kendimce…

Eserde baş karakter ve aynı zamanda anlatıcı kendisine kalan mirasla hayatını yaşayan, tabiri caizse rantiye bir burjuvadır. Kendini şöyle tanıtır: “Bir zamanlar ölçülü bir burjuvaydım. İki yabancı dil -Fransızca ve İngilizce- biliyorum. (Sonradan… Latinceye de merak sardım ve az buçuk bir şeyler öğrendim.)”. Başka bir yerde de kayıtsızlığını gösterir ifadeleri: “Ne komünizm ne de faşizm ilgilendiriyor beni.” Ancak kitabın ortalarından itibaren baş karakterde bir değişim göze çarpar: “Artık sabahları erken kalkıyordum; yeniden piyanoya başlamıştım, gazeteleri daha ciddi okuyor… yaşadığım ortamın sorunlarını öğrenmeye uğraşıyordum”. Baş kahramanımız sorgulama gereği duyuyordu artık. Kafamdaki soru burada belirdi. Rantiye bir burjuva neden sorgulamaya başlar? Kendisi için kapalı olanı neden açma gereği duyar? Ancak belki de daha önemli soru, yazar eserinde neden böylesi bir karaktere aslında onun dünyasına kapalı olanı, siyaseti, faşizmi, dünyada, ülkede ne olup bittiğini düşündürme, sorgulatma gereği duyar?

Bu sorunun yanıtının, eserin 1970’li yılların sonlarında yazılmış olmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu yılları düşündüğümüzde politik olanın sanattan edebiyata, fabrikalardan üniversitelere, sokaklardan evlerin içlerine kadar sirayet ettiğini, ülkenin en önemli gündeminin politik/sınıfsal mücadeleler ve bu mücadelelere eşlik eden ekonomik zorluklar olduğunu hatırlamamak mümkün değildir.   

Bu ortamın olguları radikalleştirici, dolayısıyla işaret edici, gösterici, göze sokucu niteliği, rantiye bir burjuvayı bile sorgulamaya yöneltebiliyor. Evet, insan görür, her zaman görür, ama gördüğünü algılaması ve onu anlamlandırması toplumsal olanın izlerini taşır. 1970’lerin sonlarında toplumsal/politik olan insanın gözüne gözüne giriyor, olanı anlamlandırma üzerinde de aynı şekilde belirleyici oluyordu. Baş karakterimizin ifadeleriyle daha önce “Dışımdaki olaylar, toplumsal çalkantılar buraya yansımamıştı ki ... Evet, tümü bu kadardı. Üzüntülerim, ilgilerim, görüşlerim kısıtlıydı; hayatın büyük anlamı neyse ... benim dışımda gelişiyordu”. Ama artık durum değişiyordu, göz kapamak mümkün olmuyor, baş karakterimizin görme ve anlamlandırma süreci dönüşüyordu. 

O gün gibi bugün de herkes görüyor şüphesiz, ama gördüğünü algılama, anlamlandırma sürecini koşullayan toplumsal ortam ve politik söylem iktidarın politik izlerini taşıyor. İnsanların gördüklerini algılama süreçlerine, eleştirel bir yeniden inşa perspektifiyle yaklaşmayı mümkün kılacak güçlü bir çaba şüphesiz iktidarın bu belirleyiciliğinden özgürleşmeyi de mümkün kılacaktır.  

*

İleri’nin kitabının adı malum Kapalı İktisattır. Sanırım eserin bu adı almasında ders kitaplarındaki kapalı iktisat modelinden daha ziyade bu dönemde hâkim görünen Türkiye ekonomisinin kapalılık niteliğine dair yapılan tespitlerin önemli bir rolü vardır. Görünenin algısı ve dolayısıyla anlamlandırılması burada bir kez daha karşımıza çıkar.

Bu dönemde gerçekten de Türkiye ekonomisinin “dışa açılmasını”, devletin ekonomideki ağırlığının azaltılmasını, piyasanın alanının genişletilmesini, kısaca neoliberalizmi krizden çıkış yolu olmanın yanı sıra yeni bir gelişme/sanayileşme stratejisi olarak da ortaya atan söylemin en önemli argümanı, tespiti Türkiye ekonomisinin kapalı bir ekonomi olduğudur.

Kapalı olarak nitelenen İthal İkameci Dönem- kabaca 1955-60, 1980 arası- yalnızca dünya ekonomisi ile kurulan entegrasyonunun yeni bir evresine işaret eder. Bu evrenin niteliği, kapitalizmin gelişiminde üretken sermayenin uluslararasılaşması aşamasına uygun bir şekilde, uluslararası sermayenin, nihai malların ihracatından ziyade- tabii ki onu dışlamadan-, ara ve sermaye malları ihracı ve/ya da doğrudan uluslararası yatırımlar yoluyla değerlenme arayışına girmiş olmasıdır. Sürecin geç kapitalistleşen bizim gibi ülkeler için anlamı ise büyük oranda bağımlı bir sanayileşme olmuştur.

Şunun altını çizmek gerekir. Nihai mal ithalini sınırlamak ya da korumacı önlemler uygulamak başlı başına kapalı bir ekonomi olmak anlamına gelmez. Türkiye’de de bu dönem nihai mal ithalatı sınırlanmış ama ara ve yatırım malı ithalatı devam etmiş, üretimin bağımlı niteliği perçinlenmiş ve yerli yabancı ortaklı şirketler iç pazara yüksek kârlarla üretim yapmışlardır. Öyleyse bu döneme kapalı demek kapalılığa çok spesifik bir anlam yüklenmedikçe mümkün değildir. Asıl olarak mesele açıklık ya da kapalılık değildir. Mesele Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine değişen entegrasyon biçimleridir. Bu entegrasyon biçimleri geç kapitalist bir ülke olarak Türkiye’nin iktisadi gelişme politikalarının tayininde büyük ölçüde belirleyicidir.

Ama bu entegrasyon biçimleri nasıl oluşur? Nasıl belirlenir? Selim İleri eserde Amerikalı bilim adamı Cek Cansın’a “Çoktan karar verildi ne yazık ki” dedirtir. Baş karakterimiz ise “Bu konuşmalar 197* yılında geçiyordu. Çoktan neye karar verilmişti? Yarına, yarının bizden çok başka nitelikli insanlarına bırakıyorum bu sorunun yanıtını” der. Türkiye’nin iktisadi gelişimi bağlamında yanıt bugün açıktır: Karar verilen şey 1980 dönüşümüdür.     

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Emekçiye sosyal konut yok, zengine ‘yatırım fırsatı’ var

Emekçiye sosyal konut yok, zengine ‘yatırım fırsatı’ var

Türkiye’de ev sahipliği oranının sürekli azalmasına ve konut krizinin süreklileşmesine rağmen bir sosyal konut projesi hayata geçirilmiyor; fahiş kiralar nedeniyle halkın barınma sorunu derinleşiyor. Özelleştirilen Emlak Konut ise ‘yüksek gelir grubu’ için düşük faizli, ucuz kredili ‘yatırım fırsatı’ projesi yapıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
21 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et