Mesele sadece Erdoğan'ın adaylığı mı?
Fotoğraf: Doğukan Keskinkılıç/AA
MHP Lideri Bahçeli’nin PKK Lideri Öcalan’a yönelik çağrılarıyla başlatılan yeni süreçle ilgili en çok gündeme getirilen iddialardan biri “Bu sürecin asıl hedefinin Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı için yeniden adaylığın yolunu açmak” olduğu iddiasıdır. Özellikle ‘ulusalcı sol’ ve seküler-milliyetçi çizgide yayın yapan medya organlarında her gün bu iddiaları gündeme getiren yazı, haber ve değerlendirmeler görmek mümkün. Ancak bu yorum ve değerlendirmelerin asıl dikkat çekici yönü; iktidarın Kürt sorunundaki istismarcı politikalarını değil, “iş birlikçilik” iddiası üzerinden Kürt hareketinin bileşenlerini eleştirmeyi görev edinmiş olmalarıdır. Öcalan’ı “Cumhur İttifakının yeni ortağı” olarak ilan edenlerden Cumhur İttifakı ve DEM Parti arasında “İslamcı-Kürtçü ittifakı” kurularak cumhuriyet değerlerine saldırıldığını söyleyenlere kadar yapılan bütün değerlendirmeler meseleyi Erdoğan’ın adaylığına bağlıyor ve Kürt hareketinin yapılan/yapılacak pazarlıklar üzerinden bu hedefe yedeklendiği/yedeklenmeye hazır olduğu iddiasını tekrarlıyor.
İktidar blokunun Erdoğan’ın yeniden aday olmasını ve bunun üzerinden iktidarın devamının sağlanmasını istediği konusunda bir soru işareti bulunmuyor. Daha önce iktidar ortağı Bahçeli’nin dillendirdiği bu hedefi en son Erdoğan da partisinin Urfa kongresinde Şarkıcı İbrahim Tatlıses üzerinden gündeme getirmişti. İktidarın ‘İç cepheyi tahkim etme’ olarak ilan ettiği ve bir ucu Kürt sorunundaki yeni sürece de bağlanan politikanın ‘tahkim’den anladığının iktidarı güçlendirmekten başka bir şey olmadığı da açık.
Ancak bütün bunlar Bahçeli’nin sözcülüğüne soyunduğu yeni sürecin asıl olarak bölgesel gelişmelerin bir sonucu ve bu gelişmelerin ülkedeki iktidar ve temsil ettiği tekelci burjuva gericiliğin çıkarları için yarattığı riskleri/tehditleri ortadan kaldırmaya yönelik olarak başlatıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Esad rejiminin düşmesiyle daha da belirginleşen, Ortadoğu’da ABD eksenine karşı rejimlerin/güçlerin parçalanması ve bu temelde bölgenin yeniden dizayn edilmesi politikasında İsrail’in ‘vurucu güç’ olarak öne çıkması, Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP) bu yana “bölgesel lider” olmayı hedefleyen Türkiye’deki iktidarı kaygılandırıyor. Dahası bu yeniden dizayn politikasında Öcalan çizgisindeki bir askeri ve siyasi oluşum olarak Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Rojava Özerk Yönetiminin de rol üstlenmesi, Kürt sorununda sürdürülen politika nedeniyle bir tehdit olarak algılanıyor.
Bu nedenle bir yandan Türkiye’nin maaşa bağladığı cihatçı gruplardan oluşan SMO’nun (Suriye Milli Ordusu) kuşatma ve saldırıları devam ediyor ve öte yandan Öcalan devreye sokularak bir ‘ön alma’ politikası uygulanmaya çalışılıyor. Bu temelde ABD emperyalizmi ile de yapılacak pazarlıklar üzerinden Kürtlerin statü talebi ve kazanımları olabildiğince sınırlanmak ve süreç kontrol altına alınmak isteniyor. Dolayısıyla iktidar her ne kadar sorunu bir “terör sorunu” olarak tanımlamaya devam etse de başlatılan süreç, Suriye ve Irak’a kadar bölgenin geniş alanlarında Kürt sorunu ile karşı karşıya kalınması nedeniyle başlatılmış bulunuyor.
Peki, Kürt hareketinin bileşenlerini iktidar ile uzlaşma ya da iş birliği ile suçlayan söz konusu çevreler, iktidarın Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik saldırıları konusunda ne düşünüyor?
Bu çevrelerin Suriye başta Kürtlerin statü talebinin ve ulusal kazanımlarının ortadan kaldırılması konusunda iktidarın uyguladığı politikaya bir itirazları bulunmuyor. Aksine bu çevreler bir ulusal hak eşitliği ve demokrasi sorunu olan Kürt sorunu konusunda iktidarın ‘doğal’ müttefikleri olarak konumlanıyor.
Zaten bu ulusalcı sol ve seküler-milliyetçi çevrelerin Kürtleri kolaylıkla iktidar iş birlikçisi olmakla suçlayabilmelerinin arkasında Türkiye’nin 100 yıllık Kürt sorunu gerçeğini yadsımaları yer alıyor. Cumhuriyetin kuruluş döneminde ulusal varlık ve talepleri yok sayılan Kürtlerin isyanlarını "Emperyalizmin kışkırttığı gerici kalkışmalar" olarak tanımlayanlar bugün de Kürtleri "cumhuriyetin kazanımlarına" karşı gerici ittifaklar kurmakla suçlayabiliyorlar.
Oysa cumhuriyet rejiminin Kürtlerin ulusal demokratik haklarına karşı baskı ve asimilasyon politikasını uygulayıp ulusal kalkışmalarına karşı feodal güçlerle uzlaşması, daha en başından demokratik ve seküler karakterini önemli oranda sınırlamıştı. Buna karşın öncesi bir tarafa 1960’lı yıllardan bu yana sürdürdükleri ulusal-demokratik mücadele ile Kürtler, ülkedeki demokratik ve seküler güçlerin önemli bileşenlerinden biri konumunda bulunuyorlar. Bu gerçeği görmeden ve Kürtlerle ortak mücadeleyi esas almadan “Cumhuriyetin kazanımlarını koruma” adına savunulan politika, en çok mevcut iktidar blokunun, ülke gericiliğinin işini kolaylaştırıyor.
Kürt sorununda kırk yıldır çatışmaların devam etmesine yol açan çözümsüzlük politikası, yirmi yıldan fazla bir süredir AKP-Erdoğan iktidarı eliyle sürdürülüyor. Eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in “son Kürt isyanı” olarak tanımladığı bu çatışmalı süreç konusunda bugün devleti kim temsil ediyorsa Kürtlerin muhatabı da odur. Dolayısıyla arkasındaki niyet ne olursa olsun eğer ortada sorunun çözümü adına bir süreç başlatılmışsa Kürtler için muhatap elbette ülkedeki iktidar olacaktır.
İktidarın bu süreci istismar etmesine, kendi çıkarları için kullanmak istemesine karşı tutum almanın mümkün olduğunu 2013-2015 arasındaki çözüm sürecinde gördük. Bu süreç, iktidarın hesaplarının aksine Kürt hareketi ile ülkedeki demokrasi güçleri arasındaki ilişki ve iş birliğinin gelişmesi bakımından önemli bir birikim ve olanaklar yaratmıştı. Bu nedenle bugün bu süreci halkların eşit haklar temelinde birlikte yaşayacağı demokratik bir gelecek hedefine doğru ilerletmek için yapılması gereken Kürtleri suçlamak değil, demokratik taleplerini sahiplenip birlikte mücadele etmekten geçiyor.
Eleştiri elbette gereklidir. Geçmiş süreçte Kürt hareketinin Gezi-haziran direnişinde aldığı tutum ya da “çözüm süreci”nin kapalı kapılar ardında yapılan görüşme ve pazarlıklar üzerinden sürdürülmesi konusunda yapılan eleştirilerin haklı olduğu da görüldü. Bugün bu süreçten alınan derslerle ilerlemek ve sürecin şeffaf yürütülüp geniş toplum kesimlerinin tartışmalara dahil edilmesi büyük önem taşıyor. Ancak Kürt sorunu gibi 100 yıllık bir sorunu ve onun demokratik çözümü için yapılması gerekenleri görmezden gelip meseleyi sadece Erdoğan’ın yeniden aday olmasına bağlamanın ve bu temelde Kürt hareketini peşinen “iş birlikçilik” ile suçlamanın en çok iktidarın işini kolaylaştırdığı da tecrübeyle sabittir.
- Adsız süreç, çözümsüz barış! 14 Ocak 2025 05:00
- Trump, Erdoğan’ı niye övüyor? 10 Ocak 2025 04:40
- Türkiye-İsrail rekabeti ve Kürt sorunu 07 Ocak 2025 05:30
- Suriye’deki gelişmeler ve kapısı aralanan yeni ‘süreç’ 03 Ocak 2025 07:30
- Öcalan'ın mesajı ve yeni sürecin işaretleri 30 Aralık 2024 12:47
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 06:20
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45