17 Ocak 2025 04:35

Serenay'a kayyım atansın olsun bitsin!

Görsel: DHA, Evrensel (Kolaj:Evrensel)

Paylaş

Sosyal medya takip etmeyenlerin de haberi olmuştur herhalde. Bir süredir dizi-film sektöründeki tekelleşmeye karşı, yine bir sosyal medya terimi kullanarak söylersek, aniden ‘duyar kasmaya’ başlandı. Bazı isimler günlerce TT oldu. Popüler oyuncuların aslında ne kadar yeteneksiz, beceriksiz oldukları fakat arkaları güçlü olduğu için bütün dizi projelerinde onların yer aldığı konuşuldu.

Menajerlik ajansı işleten ve yapımcıları, kanalları ve dijital platformları yönlendirebildiği gibi, gözdesi olan oyunculara milyonlar kazandıran onunla iyi geçinmeyenleri sektörden silebilen Ayşe Barım popüler sanat sektöründeki kartelleşmenin-tekelleşmenin günah keçisi olarak hedefe alındı. Muhabbetin içine bir sürü dedikodu, özel hayat didiklemesi, siyasi eğilimler de dahil edildi. Serenay Sarıkaya, Ezgi Mola, Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Hazal Kaya ve daha kimler kimler Barım’ın hiç yoktan yarattığı isimlerdi. Nihayet Serenay Sarıkaya ifadesi alınmak üzere savcılığa çağrıldı. Ayşe Barım’a da inceleme sürecinde yurt dışı yasağı getirildi.

Bu konuyu ilk gündeme getiren kişi öz geçmişinde ‘Samsun doğumlu bir Türk gazeteci’ yazan, daima iktidara yakın yayın organlarında kalem oynatmış Fuat Uğur. Konuyla ilgili ilk yazısını temmuz ayında yazmış ve kartelleşme konusu ilgililer tarafından incelenmeye alınmış… Neyse burası ‘çokomelli’ değil.

Sosyal medyada başlayıp görsel medyada harlanan kartelleşme ‘mücadelesi’ni derinleştirenlerin yöntemi yabancı değil. Belden aşağı vuruşlar, haksız kazanç iddiaları, siyasal eğilim ve etnik kimlik dedikodusu ile başlayıp itibarsızlaştırma ve değersizleştirme ile devam eden ve nihayet bir ya da birkaç kurbanın yargıya taşınmasıyla devam eden senaryo yine çalıştı.

Sanatçılar bu kartel zorlamasıyla Gezi direnişine katılmışlar, yerel seçimlerde ‘Her şey çok güzel olacak’ sloganıyla İmamoğlu’nu desteklemişler ama Suriye’ye yapılan üç operasyonu destekleyen tweet atmamışlar, Disney Atatürk dizisini yayımlamaktan vazgeçtiğinde ses çıkarmamışlar, Filistin’deki katliamlara hiçbir şey söylememişler ama ödül törenlerinde ellerine tutuşturulan kağıtlara yazılı protesto metinlerini okumuşlar. Bu kadar “-mış” “-muş” arasında boşalan öfke güya antitekel, antiemperyalist bir birikimden fışkırıyor. Neredeyse adı geçen sanatçıların yerine kayyım atayalım denecek. İş o noktaya geldi!

Tekelleşmeden ve tekelleştiremeden yapamayan, işi gücü tekelleri ve kartelleri kayırmak olan; her yere kendi tekelci suretini yayan siyasal düzen ve trolleri dizi-film sektörünün işleyişine de kendi mantığıyla müdahale ediyor. Çeşitliliği içinde havuz medyası, TRT’nin bizzat kendisi, filanca konuda ne söyleyeyim diye en yetkilinin ağzına bakan ve İletişim Başkanlığının sloganlarını tekrarlayan kamuoyu yapıcılar bu siyasal tekelin aparatı oldular. Bu antitekel kampanyanın ardında da açıkça onlar var.

Neden şimdi? Çünkü iktisadi kriz istimli tekelleşmeyi de etkiledi. İç pazara yapılan uyduruk tarihi diziler, mafya ve ‘kurt kanunu’ serileri uluslararası platformlarda karşılık bulmuyor, dizi sektörünü döndüren reklam pastasında da daralma meydana geldi. Eldeki hazır senaryoları rakip tekelin yapımcılarına pazarlayamadıkları gibi üç beş holdingcinin pembe hayatlarıyla oyalanabilecek kitlenin ilgisi de kayboldu. Yani açıkçası iç pazarda paranın döndürülemediği, dış pazara yayılmanın kolay olmadığı bir sıkışıklık hali. Tıkır tıkır işler görünen Ayşe Barım tekelinin pastadan aldığı paya göz diken, onu çökerterek pazarına çökmeye çalışan yandaş kültür tekeli kılıç kalkan kuşanmış durumda.

Ayşe Barım’ın medya tekeli içinde çok sanatçının başının yendiği, parlak yeteneklerin elekten geçemediği de doğrudur. Ama tekelleşmenin raconu da budur zaten; gücü olan güçsüzü yutar, işine gelmeyeni yaşatmaz. Popüler sanatçılar ise biraz da bu tekelleşmenin üst üste yığdığı, ölü yeteneklerden oluşan enkazın üzerine basarak yükselir. Ayakta ve hayatta kalmak için olmadık ödünler verilir. Aynı durum yandaş ve emir kulu sektörde de geçerlidir ama. Her türlü devlet promosyonuna, Kültür Bakanlığı teşvikine rağmen ilk ve en mağdurun bu iliştirilmiş sektör olması ise tekelci iktidar siyasetinin bildik jargonudur. Ötekilerin parası ahlaksız kendisininki alın teri! Öyleyse gelsin tek vatan tek millet; asla böldürmeyiz!

Bu işin gerçek mağdurları; hangi tekele dahil olurlarsa olsunlar kaderi dizi sektörünün başına çöreklenmiş CEO’lara, yapımcılara, yatırımcılara bağlı, yaptığı işin parasını alamayan, saatlerce çalıştırılan ve başladığı işin reyting alamamasının bedelini ödeyen sanatçılar, set çalışanlarıdır aslında. Reklam pastası kesilen, dijital platformlara dizi ve film metası satamayan bu yüzden sermayesini katlayamayanlar değil.

Bu tekelleşmeyi doğuran ortam dağıtılmadığı sürece birileri parlayacak diğerleri de sönecektir kuşkusuz. Kendi aralarında örgütlenemeyen sektör çalışanları da filler tepişirken daima ezilir.

Bir de seyirciler tabii. Durmadan çığlık atan kadınlar, bir meseleyi bağırmadan konuşamayan adamlarla dolu şiddet dizileri, tuzu kuruların hayat hikayeleri, entrika, kan, gözyaşı, kıskançlık, komplo hikayeleri; bunlar yoksa hamaset, mehter ajitasyonu ve ata kahramanlıkları izletilen seyirciler. Hayattan kopuk, sabun köpüğü kıvamındaki çerezlerle oyalanan ‘total.’

Sonuç olarak kimsenin tekeli diğerinden hallice değil.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa