17 Ocak 2025 05:12

Gelişmelerin kısa özeti

erdoğan samsunda

Fotoğraf:AA/Muhammed Selim Korkutata

Paylaş

Ülke önemli bir dönemeçten geçiyor. Bir yanda adı konmayan ama barış ve demokrasi için mücadele eden kesimlerin, barış ve demokrasi süreci olsun dedikleri bir süreç, diğer yanda işçi ve emekçilerin biten dayanma gücü ve sabrının sonunda yükselen ve daha da yükselip yaygınlaşacağının işaretlerini veren kitlesel eylemleri, bir diğer yanda ana muhalefetin “yumuşama, normalleşme” kredisi ile zaman kazanıp, nefes alan, güç topladığına inanan tek adam diktatörlüğünün görevden alma, kayyım, borç sarmalı, gözaltı furyasını genel bir saldırıya dönüştürmesi. Ayrı ayrı gibi görünen bu gelişmeler aslında bir ve tek sürecin unsurları. Aralarında birbirlerini etkileyip tetikleyen, gerekçeler üreten güçlü bir bağ ve nedensellik bulunuyor.

13 Ocak’ta 5 memur konfederasyonunun çağrısı ile memurlar iş bıraktı ve alanlara çıktı. Grev yoğun bir katılımın varlığı ve yaygınlığı ile dikkat çekiciydi. Gebze’de grevci işçilerin desteklerini sunması ve burada “işçi memur el ele genel greve” sloganlarının atılması, işçi ve emekçi hareketini gelişmesi gereken yön hakkında net bir tutumu ortaya koyuyordu. Eylemlerde yapılan konuşmalarda; hayat pahalılığına, yüksek enflasyona, düşük tutulan “zamlara”, adaletsiz vergi sistemine, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkına vurgu yapılırken, özgür ve demokratik bir ülke için mücadele etmeye devam edilmesi, tüm işçi ve emekçilerin birleşik mücadeleye katılması için çağrılar yapıldı. Bu eylemler işçi ve emekçi hareketinin kitlesel gelişme ve mücadele yoluna girmekte olduğunu açıkça gösterdi. İşçi ve emekçi hareketinin bu çizgide ve bağımsız gelişmesi, CHP’nin çaresiz muhalefetinden farklı bir rota tutturması demokrasi ve özgürlükler için mücadelede son derece önemli. Nedeni açık değil mi; iktidar CHP’li belediyelere tek tek saldırırken, büyükşehirlerin ezici çoğunluğunu kazanan CHP elinde yaşamı örneğin bir gün durdurabilecek imkan olmasına rağmen -ulaşımdan diğer hizmetlere kadar eyleme geçmek gibi- kesim bekleyen kurbanlık koyun gibi sıranın bir diğer belediyeye gelmesini çaresizce bekliyor. Oysa işçi ve emekçilerin dişe diş bir mücadeleye ihtiyaçları var.  

Bir taraftan bunlar olurken, diğer taraftan Kürt sorununa ilişkin gelişmeler yaşanıyor. Ülkede 100 yıldır varlığını sürdüren Kürt sorunu son gelişmeler sonrası bir çözüme kavuşacak mı? İktidar bunun bir çözüm süreci olmadığını çünkü Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını, sürecin bir silah bıraktırma, örgütü tasfiye etme süreci olduğunu söylüyor. Görüşme heyetinde bulunan DEM Parti’den Sırrı Süreyya Önder de “Barış süreci ile çözüm sürecinin farklı olduğuna” ilişkin önemli bir -ayrı bir yazının konusu olabilecek önemli bir tespit- değerlendirme yaptı. Bütün bu açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, silah bırakmanın gerçekleştirilebileceği ama Kürt halkının temel taleplerine ilişkin bir ilerlemenin olmayacağını var saymak için ortada epeyce neden var. Ama sürecin bu biçimde noktalanması bile moral ve psikolojik olarak farklı bir atmosfer ortaya çıkaracak, Kürt ve Türk halklarının birlikte demokrasi ve özgürlükler mücadelesi vermesinin zemini alabildiğince genişletecek.

Ancak bu sorunda göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta var. İktidar süreci Suriye’deki silahlı Kürt hareketinin tasfiyesi ile birlikte yürütmek istiyor. Şu anda Suriye’de uluslararası hukuka göre 3 işgalci güç bulunuyor. Bu güçler ABD, İsrail ve Türkiye. Şimdiki yönetimin Türkiye ile ilişkilerinin niteliğinin farklılaşması bu durumu değiştirmiyor. Suriye halkının geleceğini tartışan güçler ise Türkiye ve ABD ile birlikte Batılı emperyalist ülkeler ve Arap ülkeleri. Suriye değişik ulus, mezhep ve dinden meydana gelen Suriye halklarının kendi özgür iradesini kullanmasına başta işgalci güçler olmak üzere, bu soruna dışarıdan müdahil olan güçler izin vermiyorlar. Oysa örneğin Suriye Kürtleri nasıl çözüm istediklerini şu anda merkezi iktidarla aralarındaki görüşmelerin sonucu olarak özgürce karar verilebilmeliler. Ama Suriye’de kendini “zafer kazanmış” sayan iktidarda, ABD’de kendi çıkarlarını güvenceye alacak bir dayatma peşindeler. Ama ortaklaştıkları bir nokta var: O da dayattıkları çözümün biçimi ne olursa olsun, Suriye’nin yağmalanması ile birlikte silahların ortaklaşa İran’a doğru doğrultulması. Suriye Kürtlerinin kaderi üzerine kalem oynatanların hem ülkenin orada işgalci -ilhak emellerini de içinde taşıyan- bir güç olduğunu hem de İran meselesini dikkate alarak değerlendirmeler yapmasında yarar var!

Burada kısaca özetlemeye çalıştığımız bu iç ve dış gelişmeler birlikte ele alındığında, ülkenin önemli bir dönemeçten geçmekte olduğu tespitinin yanlış olmadığı görülecektir. İktidar hem olası bir silah bıraktırmayla hem de “Suriye zaferi” ile moral ve psikolojik üstünlük sağladığını, bastığı zeminin güçlendiğini var saymaktadır. Bunun faturası Türk ve Kürt halkına ekonomik olarak zaten çıkarılmaktadır, politik olarak da açık bir diktatörlük rejimi kurma yönünde ciddi hevesler beslenmektedir ve bu hevesler son dönemde iyice kabarmıştır. Ama evdeki hesabın çarşıya uymayacağını gösteren çok ciddi belirtiler de vardır. Hem işçi ve emekçi hareketinin canlanıyor olması hem de demokratik hak ve özgürlükler için Türk ve Kürt emekçilerini birleştirecek zeminin daha da sağlamlaşması söz konusudur. İktidarın kurguladığı bir “barışın” gerçekleşmesi, demokratik mücadeleye yönelik yapılan tüm demagojileri ortadan kaldıracak -yapsa etki göstermeyecek olan- bir politik ortama kapıyı aralayacaktır. Ülke içini temel alarak söyleyecek olursak; size rahat yüzü yok, tüm gerici hesaplarınız başınıza geçecek ve boşa çıkacaktır. Bunun gerçekleşmesi de uzun zaman almayacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa