Devlet ve riya
Fotoğraf: DEM Parti
Riya, devlet işlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak devlet olumlu görünen bir adımı aslında karanlık hesaplarla attığı zaman dahi, o adımı toptan karalamak yanlıştır. Riya içindeki yöneten kesimle oturup konuşanları bir kalemde silmek de öyle.
Türkiye’de on binlerin, Ortadoğu’da yüz binlerin ölümüne sebep olmuş kuvvetler şimdi çıkmış bize barıştan bahsediyor. Bunu daha önce de yapıp “çözüm” diye başladıkları cümleyi kanla noktalamışlardı. Yine böyle yapabilirler, şaşırmayız.
Yusuf Karadaş’ın geçenlerde hatırlattığı gibi, ilk çözüm süreci de çetrefilli hesaplarla başlatılmış, ancak egemenlerin kontrolünden çıkmıştı. Gezi ayaklanması ve HDP’nin 2015 zaferi Türkiye’ye demokrasi getirmedi ama, yenilgisiyle, kazanımıyla bir tecrübe birikimi yarattı. Bu birikim, günümüze yansıyabilecek mi?
Bugünlerde emperyal güçler, bölgemizde kimin, nasıl devlet olarak tanınacağını, silahlarını ne yapacağını, yani aslında kimin şiddet ve “gerçeklik” üzerinde tekel kurma hakkı olduğunu tartışıyorlar.
Siyaset bilimine girişte, devlet “meşru şiddet”in tekelidir tanımı öğretilir. Weber’in bu tanımı Troçki’nin bir cümlesinden esinlenip, bağlamından kopararak formülleştirdiği pek dile getirilmez. Başıbozuk aşırılıkçılar olarak algıladığı Bolşeviklere karşı bir polemiği de içeren “Bir Meslek Olarak Siyaset” söylevini, Ekim Devrimi’nin nasıl bir stratejik ve taktik dehayla adım adım örüldüğünden habersiz şekilde yazdığından da bahsedilmez. Kitle öz örgütlenmesinin o süreçteki kilit rolü, konuya değinen derslerde hep es geçilir. Weber’in formülünün altındaki, üstündeki kan lekelerini, riyayı, ve sembolik şiddeti ustaca deşen Bourdieu ve Tilly’nin sol-Weberci devlet tahlilleri ise genelde doktora derslerine bırakılır.
Devletsiz ve sınıfsız bir dünya için mücadele ediyoruz. Ancak o noktaya varıncaya kadar, devleti muhattap almak zorundayız. Sınavımız, devletle cebelleşirken toplumun öz örgütlenme reflekslerini, demokrasi kültürünü geliştirmek.
“Barış” sürecini başlatanların niyetleri elbette kirli. Yine de, bu tür süreçlerin oluşturduğu umut ve kaygı ortamları, devletin işleyişini teşhir eder. Devlet adamlığı bir yanıyla, birine “Bebek katili” diyerek halkı kışkırtmak, kin üzerine kariyer kurup sonra yeri gelince o kişiyle masaya oturmaktır. Böyle bir zihniyetle hareket eden kişi, on yıllarca dinmeyecek bir nefret birikimi yaratır. Yerine sahih bir yakınlaşma koymasını da ondan bekleyemeyiz. Onun masalarında barışın tohumları üretilebilir ama, kalıcı bir barış asla. Barışın kalıcı olması için, iki ulusun da birbirine saygı duyması gerekir. O saygının yeşermesinin yoluysa, en tepedekilerin oyunlarından değil, öz örgütlenmelerini kuran halk kesimlerinin etkileşiminden geçer.
“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nın sosyalist gelenekteki merkeziliği, 21. yüzyılın yeni koşullarına rağmen, baki. Lenin’in yüzü aşkın sene önce vurguladığı gibi, ulusların “doğal” varlıkları ve sınırları yok. Bunlar zaman içinde oluşuyor. (Lenin’in konu hakkındaki metni bilinse dahi, bu vurgusu es geçilir çoğunlukla). Bu yine de “Gerçek olmadıkları” anlamına gelmez. Ulusal tahakküm, hâlâ insanlar arasındaki temel tahakküm ilişkilerinden biri. Ve her tahakküm ilişkisinde olduğu gibi, sosyalistler ezilen tarafın yanında yer almalı. (Bir ilişkide ezen, diğer bir ilişkide ezilen olabilir. Dolayısıyla devrimcilerin bölgesel devletlere karşı Kürt hareketinin, dünyanın emperyalist liderlerine karşı ise Türkiye’nin yanında durmasında onarılmaz bir çelişki yoktur, pratikte her ikisini birden yapmak ne kadar zor olsa da).
Gündelik siyasetteki ayak kaydırmalar, samimiyetsizlikler, “şeffaflıktan uzak”lıklar ne olursa olsun, bize 1) Bu oyunlarda ezilen tarafın yanında durmak; 2) Uzun vadede ise, her türlü tahakküm ilişkisine karşı en etkili yolun, tüm ezilenlerin bir tarihsel blokta birleşmesi olduğunu haykırmak; 3) Her gündelik mücadelede, bu blokun kurulmasına su taşımak düşer.
Kürt hareketinin önderlerinin devletle yaptığı pazarlıklardan, hareketin lehine ama genel olarak Türkiye demokrasisinin aleyhine sonuçlar çıkabilir mi? Bu görmezden gelinecek bir ihtimal değil. Ama peşinen, “Evet, kesin öyle olacak” diye geçiştirilecek bir konu da değil.
Ne riya, ne şiddet yarın buharlaşıp uçacak. Bunların olduğu her alanı terketmek veya bunları mazur görmek yerine, ikisini de giderek kuşatan bir duruş kurmalıyız. Riyanın, tahakküm ilişkilerinin, ve şiddetin en örgütlü hali olan devletin “sönümlenme”si, sosyalist bir düzende bile kendiliğinden gerçekleşecek bir şey değil. Tarih bunu gösterdi. Otonomist düşünür Negri’nin de belirttiği gibi, Lenin’in en büyük (Ve en az anlaşılan) katkılarından biri, devletin sönümlenmesini bir “problem” ve proje olarak ortaya koymasıydı. Bugünkü süreçte bu sönümlenmenin ön koşullarını hazırlayacak tavır, devletin temel niteliklerini teşhir etmek, riyayı açığa vurmak, barışı savunmak, ve halkın öz örgütlenmelerinin önünü açmaktır.
- Trump’ın ilk yenilgisi 04 Ocak 2025 06:20
- Göçmen karşıtı göçmenler 21 Aralık 2024 04:29
- Türk sağının Trump coşkusu 07 Aralık 2024 04:55
- Batı solunun açmazı 23 Kasım 2024 04:33
- İşçi sınıfına ihanetin bedeli 09 Kasım 2024 04:16
- Amerikan seçimlerini aşırı sağ kazandı 03 Kasım 2024 04:35
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06