18 Ocak 2025

Var mıyız yok muyuz?

DİĞER YAZILARI

Kaç cephede verilir hayat savaşı, kaç kimlikte birden savunabilir insan kendini, kaç yara alır da ayağa kalkar yeniden, kaç tehdit altında devam edebilir yaşam, umut dediğin boşlukta da salınır mı yoksa illa bir insana mı tutunmalı?
Üç tarafı savaşlarla çevrili ülkede, bir sabaha deprem enkazında, şafak operasyonunda, yalnızlığın ortasında, parana el konulmuş, belediyene el konulmuş, okuluna tarikat vakıfları doluşmuş, doktorun görevinden alınmış, avukatın soruşturulmaya başlanmış uyanmak ihtimali ile yaşanır mı?
Sokağında bir kadının dövüldüğünü, şehrinde o gece bir kadının öldürüldüğünü, ülkende onlarca kadının ölüm tehdidiyle geceyi geçirdiğini bilerek yaşamak nedir?
Kim bilir kaç çocuk istismara karşı titreyerek uyuyor rolü yapacak bu gece, kaç kadın evlilik içi tecavüze uğrayacak, kaç çocuk doğacak o şiddetin perdelere bile sindiği evlere?
Kaç evde donmamak için birbirine sarılacak insanlar, kaç kişi işsizlikten çıkışı ölümde arayacak zihninde, kaç dam akacak bu akşam, hangi hane tutuşacak?
Yattığın yerde battığını bilerek nasıl yaşanır, taksimetresi durmuyor garanti geçişlerin, garanti yolcuların, garanti hastaların...
Biz nasıl bir yaşam savaşı içindeyiz, hangi refleksle hayatta kalıyoruz, kaç kılıcımız var elimizde nasıl bir kalkanımız?
Bitmek bilmez bir sınavdan, tüm soruları ezbere bilmesine rağmen hâlâ kalır mı insan?
Kaç kere yenilir ezberine, ne zaman bırakır kavgada başını kollarıyla korumaya çalışmaktan?
İktidarın yöntemleri belli.
Birinin tekrarını yaşıyoruz: Açıklaması uzun sürecek, çok büyük bir suçlamayı ortaya bırak. Bırak insanlar fikir yürütsün, bırak işler kızışsın, sosyal medya dinamiklerine güven, maniple et, kafalar iyice karışsın, bırak herkesin yumuşak karnı iyice hasarlansın, özneler iyice yorulduğunda, vur. Öyle bir vur ki çemberin içinde kimse sağ kalmasın.
Dizi ve sinema sektörü üzerinde yapılan operasyon tam da buydu. Kimse masum değil ki koşulsuz savunasın, herkesin içine atmak zorunda kaldıkları var, zemin yarat ki ortalığa saçılsın, asıl konular kolay kapanır, Narin cinayetini bile magazinleştirenler beyaz perdeyi mi etik tartışacak, yıpratmak kolay olacak. 
Lafı da evir çevir Gezi’ye getir ki sen İmralı ile uğraşırken, Gezi tutsaklarını içeride tutacak malzemenin yolunu şimdiden yapasın, öyle bir ortam hazırla ki Öcalan bile salınıyor da Gezi davası tutsaklarının suçu neydi diye kimseler soramasın.
Ülkeyi öyle bir cahilleştirdiler, particiliği, adam kayırmacılığı, biatı, kadrolaşmayı öyle bir yaygınlaştırdılar ki şimdi çıkıp utanmadan diyebiliyorlar: “Ödül törenlerinde ellerine zorla tutuşturulmuş, özgürlük savunan, İstanbul Sözleşmesi’ne değinen metinleri baskıyla okudular.”
Yok birader o kadar da fikirsiz, tabi, vizyonsuz, kör, sağır değil herkes.
Kültürel hegemonyayı sinema ile sınırladı, bir zümreyi kendi kendine kırdırıp zevkle çöküşü izlerlerken bir yandan ibretlik suçlar yaratılacak. 
Kayyım işi ilk başladığında karşı çıkanlara “Sizin bildiğiniz gibi değil, işin içinde iş var” dediler. Şahsen tanımadığı belediye başkanı için hazırlanan yüzlerce sayfalık iddianameleri okumak zor geldiğinden, belki işin içinde iş vardır neme lazım deyip susanlar oldu.
Kavala’yı tanımıyorsunuz dediler, Gezi’nin sponsoru olamayacağını anlamak için tanımak mı gerekirdi, susanlar oldu.
Demirtaş’ın da yargılandığı Kobanê davası bir hukuk garabetiydi, uzun yıllara yayıldı, takibi zor geldi herhalde, susanlar oldu.
Zaten herhangi bir şeyi savunmak tu kaka edildi, cezası çoktu. Tutuklanmasan bile işsiz kalma riskin vardı.
Onca insan barış istedi diye akademiden uzaklaştırıldı, işinden edildi, komşum açken tok yatılmaz demeyenler oldu, susuldu.
Şimdi sırası geldi; yaşam konforu toplumdan kırk at boyu önde giden camia içinde gümbürtü koparıldı. “Millet aç aç” nasıl da milleti aç bırakanların silahına dönüştü?
Kim nasıl empati yapsın bu düzene de hangi birini savunsun, herkes aç, zaten konfor herkese batıyor artık, netice yine istedikleri oluyor.
Hangi hak kaybını gerçek bağlamından koparılmadan, çözümü ile birlikte tartışabildik, hiç akla gelmeyecek bir yöntemlerle iktidarı şaşırtabildik?
Beşiktaş’ta Belediye Başkanı Rıza Akpolat için toplanan kitle kalabalıktı. Aynı anda 10 belediye için yaşansa kaç kişi kalacak?
Hangi güç bu iktidarı hukuk çizgisine çekebilecek?
İnsanları, bir hak arkasında hep birlikte durabilecek insancıllığa yeniden çekecek adım söylemle mi başlamalı yoksa ümitvar ve şaşırtıcı bir eylemlikle mi?
Bir ülkede dönüşüm vadetmek için önce kendi dönüşümünü gerçekleştirmek ikna edici olmaz mı?
Bu toplumun iyilikten yana bir dönüşüme, manipülasyona karşı dirence, dezenformasyona karşı gerçeğe, yalnız olmadığını hissetmeye, anlaşılmaya ve kendini anlatabileceği, kendini ortaya koyabileceği, savunusunu güvenli sularda sürdürebileceği bir alana ihtiyacı var.
El elin eşeğini ıslık çalarak arar der atasözü, kimse kimsenin eşeğini kerhen bile aramamaya başladı.
İletişim Başkanlığının yüz binlerce taraflı trol hesabı mı var, gerçek insanlardan gerçek savunu için hakikati bağıracak gönüllü sosyal medya ekipleri kurarsın. 
Medya çok mu yanlı? O zaman, zaman zaman eleştirileceğini bilsen de “İşte bunlar gerçek gazetecidir” diye işaret eder, toplumu yönlendireceğin bir teyit mekanizması yaratırsın.
Kaybedilenleri saymak, çaldırılanı anlatmak elbet lazım ama sağır duydu kör gördü, çaresini ortaya koymayınca yılgınlığa sevk eder sürekli elden gidene yakılan ağıt.
Artık biraz da neyin olabileceğini anlatmalı, çıksın desin birileri “Çözülecek, çözeceğiz. Her şeyin bir çaresi var.”
Hep sorun konuşmaktan çözüme sıra gelmiyor, çözümü hep konuşsak, sürekli konuşsak, yere göğe yazsak, binaları kaplasak, günlük hayata yaysak, asıl iktidarın çıkaracağı suni sorunlara yer kalmayacak.
Belediyeye hukuksuz çöktüklerinde mesela, halkın gücüdür ellerini ovuşturarak gelen kayyımın hevesini kursağında bırakmak. Hizmet öyle kolay mı? 
Her gün görüşme için belediye önünde halk kuyrukları yaratan olur, CİMER’i çökertesiye şikayet sıralayan olur, çöpünü sokağa bırakan olur, varillerin yerini kaydıran olur, her gün vidanjör çağıran olur, yaptığı etkinliği yalnız bırakan olur, başkan gelesiye vergilerini ödemeyi askıya alan olur, masasını sehpasını alıp kaldırıma oturan olur, işgaliye de vermez dükkan değil bir şey değil ne bileyim insanların bazen hep beraber öylece durması bile yıldırıcı olur, yaşadık bunu.
Kimse sizden çekinmezse, kimse size “siz” demezse, hep korkutulur, bir sineği bile korkutamazsanız, var olduğunuzdan bile şüphe duymaya başlarsınız.
Birilerinin bu halka “Seçimden seçime değil, her gün varsın”ı hissettirmesi lazım.
Ölmedik daha ama çok yaralıyız, çürüyoruz içten içe.
Sömürü sömürüdür, meblağıyla ölçülmez.
Hak haktır, öznesine göre değişmez.
Adalet herkes içindir, isme özel muamele yapılmaz.
Yalan yalandır, büyüğü küçüğü olmaz, söyleyenin erkiyle de aklanmaz.
Hukuk devletinde gıybetle iş yürümez. 
Hukuk devletinde “oh olsun”lara ve “mübah”a yer olmaz.
Hukuk devletinde hiçbir kamu yetkilisi için iktidar “Benim yetkilim” diyemez, Cumhurbaşkanının bakanı olmaz, herkesin titri halkın yetkisidir, vekil de halkındır, bakan da halk için vardır.
Kudret halktadır.
Varız, bıçak kemikte, can burunda ve akacak mecramız yok.
Benim derdim de bu, bir derman bulana koşasım var.
Bağırmak istiyorum: Varız be varız!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Bütün toplum heybede

Bütün toplum heybede

Emekçileri bastırmak için grevler yasaklandı. “İç cepheyi tahkim” denilerek her kesimden siyasetçi, gazeteci ve aydına yönelik sabah operasyonları, tutuklamalar ve akılalmaz gerekçelerle açılan davalar sürüyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen sendikacılık yaptığı için tutuklandı.

Evrensel'i Takip Et