Yığınların siyasete müdahalesi için...

Fotoğraf: Volkan Pekal/Evrensel

"İhale yolsuzluğu" iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında pazartesi günü gözaltına alınan Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat cuma günü saat 02.00’de tutuklandı.

Cuma günü akşam saatlerinde ise; İçişleri Bakanlığı Rıza Akpolat’ın geçici olarak görevden alındığını açıkladı.

Akpolat’ın gözaltına alınmasının arkasından harekete geçen CHP’nin, bugüne kadar olduğundan daha mücadeleci bir tutum takınacağına dair açıklamalar yoğunlaştı.

Nitekim CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Rıza Akpolat'ın bazı belediye yöneticilerinin tutuklanmasının ardından yapılan MYK toplantısında yaptığı konuşmada iktidarın tutumuna dair; "AKP'nin yaptığı iş CHP'ye düpedüz savaş ilanıdır. Bunu görüyoruz. Bu savaş ilanını görüyoruz ve kabul ediyoruz" dedi.

“Bu süreçlerin sonunda savaş ilan edilen bir taraf ne yapıyorsa onu yapacağız” diyen Özel, “Elbette bundan sonraki süreçte Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı bileşenleri gördükleri cevaptan aldıkları yanıttan memnun olmayacaklar. 2025 yılı içinde o sandık bu milletin önüne gelecek. Bu yaptıklarının hesabını millete verecekler…” dedi.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat'ın gözaltına alınmasıyla ilgili Beşiktaş Belediyesinde yaptığı basın açıklamasında; "Bana hayatı dar etmeye çalışana meydan okuyorum. İşte siyasi yasak davam orada! Madem hedefiniz benim, bari burada mert olun. Onayın benim cezamı, milleti rahat bırakın!" ifadelerini kullandı.

HEDEF İMAMOĞLU MU YOKSA ‘TURPUN DAHA BÜYÜĞÜ’ MÜ VAR?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AKP'nin Konya 8. Olağan İl Kongresinde CHP'li Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat'ın tutuklanmasına ilişkin konuştu. CHP'li belediyelere operasyonların süreceği tehdidinde bulunan Erdoğan, "Onlar da çok iyi biliyor, daha turpların büyükleri heybede. Paniklemelerinin sebebi de budur" dedikten sonra Özel’i savcıyı tehdit etmekle suçladı.

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasından beri CHP medyası ve sözcüleri her vesileyle “Asıl hedef İmamoğlu” diyorlar. Akpolat’ın gözaltına alınmasıyla bu iddia daha da öne çıkarıldı. Erdoğan’ın “Turpların büyüğü heybede” demesiyle “Turpların büyüğü” diyerek İmamoğlu’nu kastettiği öne sürüldü.

Hiç kuşkusuz İstanbul Erdoğan için bir yürek yarasıdır! Bu yüzden de İmamoğlu’nu siyaset dışında bırakmanın da her zaman gündeminde olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Ancak Erdoğan’ın ve ortağı Bahçeli’nin amacının sadece İstanbul ya da İmamoğlu’nu yollarının üstünden çekmek olması; en fazla geçeğin yarısı olabilir. Tersine Erdoğan-Bahçeli ittifakının amacı sadece İstanbul rantı ya da İstanbul’u geri almanın simgesel öneminden daha büyüktür. O da; iktidar seçeneği olmayan bir muhalefeti olan ama seçimi sadece iktidar partisi ve onu tek adam adayını kazandığı bir siyasi sistem oluşturmaktır. Bunun için de muhalefeti kendi içinde bölmek, halk indinde “Bu muhalefet iktidar olmaz” algısı oluşturma amaçlanmaktadır. Bu amaçla da muhalefetin merkezi gücünü oluşturan CHP ve DEM Parti’yi itibarsızlaştırmak, kendi içlerinde kliklere bölerek iç çatışmalara sürüklemek için girişimler yapmaktadırlar.

Kısacası bu ikilinin ve Cumhur İttifakının amacı muhalefetin olduğu, seçime girdiği ama asla kazanamayacağı bir siyasi sistemdir. Tek adam yönetimi artık normal koşullarda bir seçim kazanamayacağını fark etmelerinden beri böyle bir sistemin hayali içindeydi. Ama 14-28 Mayıs seçiminden beri, özellikle de 31 Mart 2024 yerel seçiminden sonra bu amaçlarını hayata geçirecek pratikte adımlar atmaya girmiş bulunmaktadır. Kayyımlar, belediye yöneticilerinin tutuklanması, muhalif belediyelerin SGK’ye borçlarının tahsili üstünden mali olarak çökertilmesi girişimi, belediyelerin kredi almalarının zorlaştırılması hatta engellenmesi…gibi girişimler bu amaçla atılan adımlardır.

HALKIN SİYASETE MÜDAHALESİNİN SON HAKKI OLAN ‘SEÇME VE SEÇİLME HAKKI’ ORTADAN KADIRILIYOR

Avrupa’da siyasi sistemin krize sürüklenmesinin başlıca nedeni olarak halkın siyasete müdahalesini 4-5 yılda bir yapılan seçimlere indirgemiş olması gösteriliyor. Ama bizde siyasetteki krizin nedeni her beş yılda bir yapılan genel ve yerel seçimlerde resmen yasalarda yer almaya devam etse de fiiliyatta yapılan seçimin sonuçlarının kabul edilmeyerek ortadan kaldırılma yoluna girilmiş olmasıdır.

7 Haziran 2015 seçimini kaybeden AKP iktidarının seçim sonuçlarını kabul etmemesiyle tekrar seçim yapılması, sonraki yıllarda yapılan referandum ve seçimlerde “atı alanın Üsküdar’ı geçmesi” yöntemleri ile şaibeli hale getirilmesi, 2019 yerel seçiminde İBB başkanı seçim sonucunun tanınmaması ve seçimin tekrarlanması, 2014 yerel seçimlerinden başlayarak üç yerel seçimin sonuçlarının tanımayarak HDP-DEM Parti’nin seçilmiş yerel yöneticilerinin yerlerine kayyım atanması, Son yerel seçimin arkasından DEM Parti’li belediyelerin yanında CHP’li belediyelerin de eklenmesiyle tüm muhalif belediyelerde seçim sonuçlarının tanınmaması ile genelleştirilme yoluna girilmesi, İktidarın girdiği yolda devam edeceğini bunun için her bahane ve her yolu kullanacağını açıkça ifade etmeye başlaması, halkın siyasete müdahalesinin son hakkı olan seçme seçilme hakkının fiiliyatta ortadan kaldırma yoluna girdiğini açıkça göstermektedir.

‘KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ’SE

Yani tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı, muhalefetin iktidar seçeneği olmadığı bir siyasi sistem kurma konusunda pratikte adım atma aşamasına girmiş bulunmaktadır.

Bunu Özel ve İmamoğlu da son konuşmalarında açıkça ifade etmektedirler. Bunun için de sorun artık sadece İstanbul, belediyeler ya da CHP'nin değil tüm ülke halklarının seçme seçilme hakkının ortadan kaldırılması olduğunu öne sürerek, herkesi mücadeleye çağırmaktadırlar.

Özel ve İmamoğlu başta olmak üzere CHP sözcüleri halkın seçme seçilme hakkına sahip çıkması için tüm halkı mücadeleye çağırmaktadır. Bunu da 1960’lardan beri ilerici, demokrat ve devrimci güçlerin baş sloganı olan “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganını öne çıkararak yapmaktadırlar.

Bunun gereği ise siyaseti patiler arasında polemik, bir itiş kakış, pazarlık ya da kavga konusu olmanın aşılarak yığınların siyasete hiçbir sınırlama olmadan günübirlik müdahale eden bir mücadele hattına geçilmesidir. Ki, bunun pratikteki karşılığı da siyasete müdahalenin sadece siyasi parti ve çevrelerin değil sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin, çevre örgütlerinin, kadın ve gençlik örgütlerinin… tüm dinamik güçlerin harekete geçirilmesidir.

Ve tabii bu mücadelede ileri işçiler ve mücadeleci sendikacılar başta olmak üzere tüm dinamik güç odaklarının inisiyatif almaları, basın açıklamaları, yürüyüşler, gösteriler, mitingler, iş yavaşlatmalar, grevler, genel grev ve çeşitli direniş biçimlerini yaygınlaştırmasının mücadelenin başarısında belirleyici olacağını söylemek yanlış olmaz.

CHP’nin sözünü ettiği “erken seçim”in ne zaman olacağı, demokrasi güçlerinin Cumhurbaşkanı adayının da kim olacağı bu mücadele içinde ortaya çıkabilecektir.

Evrensel'i Takip Et