Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var
Geçen hafta yazımı “karar verilen şey 1980 dönüşümüydü” diye bitirmiştim. 24 Ocak bu dönüşümün sembolik tarihidir. Üzerine o kadar çok yazılmıştır ki yeni bir şeyler söylemek oldukça güçtür. O yüzden biz biraz edebiyat biraz müzik üzerinden konuşalım o dönemi…
“YALNIZIM. Devalüasyon. 24 Ocak kararı. Her şey yüzde yüz, yüzde yüz elli arttı. Kâğıt, gaz, yakıt. Ne olacak? Dolar yetmiş lira! Toplu Sözleşme falan para etmez artık. Borç ödemek şöyle dursun, yeni borçlar aramak gerekecek. Sonu nereye? Yakıt kalmamış, apartmanın kaloriferleri buz. Mutfakta havagazını yaktım. Ne yapmalı? Yazı makinesini, küçük masayı mutfağa mı taşımalı?” Böyle not düşmüş Oktay Akbal günlüğüne 24 Ocak Kararlarını…
Akbal’ın günlükleri 1980 başlarında ülkede yanıtlanması gereken ne çok soru olduğu gerçeğini ortaya koymuyor mu? Ne olacak? Sonu nereye? Ne yapmalı? Anlaşılan o ki 1970’li yılların ortalarından itibaren sıklıkla sorulan bu sorulara 24 Ocak Kararları da ikna edici bir yanıt sunamamış Akbal için. Belki çok şaşırtıcı değil ama rahatsız edici olan bu soruların bugün yine gündemde olması. Ne olacak? Sonu nereye? Ne yapmalı?...
Kimi zaman güzel sanatlar çirkin gerçekliği sosyal bilimlerden daha iyi anlatıyor. 1980’de Türkiye’nin halini mesela… Kendini dünyaya açma telaşındaki Türkiye, içinde bulunduğu koşulları anlatma, kaygılarını dile getirme derdine de düşüyor… “Avrupa Avrupa duy sesimizi” kadar meydan okuyucu değil tabii… bir kulak versen sesimize kıvamında…
Eurovision şarkı yarışmasında ülkemizi temsil etmek için üç şarkı elemelere katılıyor. Üçünü de Ajda Pekkan seslendiriyor. “Bir Dünya Ver Bana” bu şarkılardan bir tanesi:
Gördüm, duydum, yaşadım / Sorma sakın ne anladım / Dost kimdi bana / Kimdi düşmanlarım…
Bir dünya ver bana / Gün batınca kararmayan / Bir toprak ver bana / Düşman eli uzanmayan…
Güvenlik kaygıları ve enerji krizi yanı sıra krizin açığa çıkardığı yoksulluk
Nerde şimdi o yıllar / Nerden geldi bu acılar / Her yoksul gibi / İsterdim sorѕalаr…
Seçilen şarkı ise meşhur “Petrol” şarkısı. Sözlerine yakından bakmak ne öğretici…
Aman petrol, canım petrol / Artık sana sana muhtacım petrol / Eninde petrol, sonunda petrol /
Artık dizginlerim senin elinde petrol.
Dizginleri kaptırmış bir ülke neden bunu uluslararası bir ortamda bu şekilde söyleme gereği duyar anlamak zor…
Efendim ecnebiler ne anlayacak Türkçeden demeyin şarkının İngilizce ve Fransızca versiyonları da yapılmış o tarihlerde âlây-ı vâlâ ile. “Loving on petrol” ve “Le roi du petrole”. Bunlar daha cesur… Serbest bir tercüme ile…
Bana elmas yüzük verme çünkü ihtiyacım olan bu değil / Bana biraz petrol ver ve hayallerimi doldur…
Havyar benim tarzım değil ve şampanya da benim işim değil / Ama petrolün tadını aldım ve damarlarımdan akıyor…
Petrolü seviyorum, petrolü seviyorum / Akıyor, esiyor, yuvarlanıyor, cennete doğru gidiyor /
Petrolü seviyorum, petrolü seviyorum / Çok ateşli, durma, hadi, beni sonsuza dek mutlu et
Çarklar dönüyor, enerji yanıyor / Eğer bir kuyu bulursak hep birlikte paylaşabiliriz. / Petrolü seviyorum, petrolü seviyorum / Sadece gaza bas ve tüm dünyanın yanımızdan geçip gidişini izle…
Hiçbir şey petrole olan sevgimizden daha güzel olamaz diye bitiyor, Loving on petrol.
Le roi du petrole için ilk dörtlüğün tercümesi yeterli fikir verecektir diye düşünüyorum.
Elmaslar, inciler, yüzükler ve kolyeler / Kürk mantolar benim işimin sadece yarısı / Bana en büyük zevki veren şey petroldür / En çılgın arzularımın tek nesnesi… şarkıda geçen OPEC ve petrol kralları da cabası…
Sanki Türk sermayesi dile gelmiş Ajda Pekkan’ın ağzından haykırıyor…
Türkiye’nin Eurovision serüveni hep politik olmuştur, galiba o yüzden 2013’ten beri katılmıyoruz. Bugün katılsak nasıl bir şarkı uygun olurdu bilemiyorum ama petrol, gaz derken 1980 yılı ülkeyi yakarak geçti. Ülkeyi sosyolojisinden politikasına, ekonomisinden insanına kadar değiştirecek olan 24 Ocak süreci 12 Eylül’le ete kemiğe büründü. Çok sayıda politikacı ve sermayedar 12 Eylül olmasa 24 Ocak Kararlarının uygulanmasının güçlüğünü çekinmeden dile getirmiştir.
Rahmi Koç mesela: “12 Eylül harekâtından önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ve yönetmelik çıkartmak için aylar geçmesini gerektiriyordu… En büyük fark askeri yönetimin zamanında ve doğru kararlar almasıyla çok değerli zaman tasarrufumuzun olmasıdır”. Alt metin çok açıktır demokrasi sermaye için zaman kaybıdır.
Edip Cansever diyesi “Açın radyolarınızı: eylülün sesi / Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.
Evrensel'i Takip Et