23 Ocak 2025 04:38

24 Ocak kararları ve Erdoğan-Şimşek programı

Turgut Özal Kenan Evren Süleyman Demirel

Fotoğraf: Turgut Özal, Wikipedia / Kenan Evren (TRT konuşması) / Süleyman Demirel, Wikipedia

Paylaş

24 Ocak kararları olarak bilinen ve Türkiye’yi emekçiler için cehenneme, sermaye ve patronlar için cennet bahçesine çevirmeyi hedefleyen ekonomik kararların üzerinden 45 yıl geçti. 24 Ocak kararlarının sermaye sınıfının çıkarlarının korunup kollanması açısından nasıl sonuçlar ortaya çıkardığını AKP iktidarları sürecinde çok daha somut olarak görmeye başladık. 

24 Ocak kararlarının sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal sonuçları oldu. Emekçi sınıfların çalışma ve yaşam koşullarının kötüleşmesi, sendikal ve sosyal hakların geriletilmesi, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin zayıflatılması girişimleri 45 yıldır kesintisiz sürüyor. 

45 yıl önce kapitalizmin ve Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu koşullarla bugün arasında elbette önemli farklar var. Ancak 24 Ocak kararlarının açıklanmasının ardından tercihini sermayeden yana yapıp, ülke kaynaklarını yerli ve yabancı tekellerin hizmetine sunanlarla bugün benzer bir mantıkla ekonomi politikalarını uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlayanlar aynı kaynaktan besleniyorlar.

Türkiye’nin ekonomik tarihine damga vuran 24 Ocak 1980 kararları, ekonominin serbest piyasa kurallarına göre yeniden yapılandırılmasını amaçlıyordu. Kararların özünde devletin ekonomideki rolünü azaltmak, serbest piyasa mekanizmalarını güçlendirmek ve emeği baskılayıp patronları desteklemek vardı. 24 Ocak kararları sonrasında ülke ekonomisi, uluslararası sermayenin her türlü müdahalesine açık hale gelmesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, sık sık ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı. Son olarak Erdoğan’ın ‘Faiz sebep, enflasyon neticedir’ ve ‘Ben ekonomistim’ inadının bedelini milyonlar yoksullaşarak, kölece çalışma koşullarına ve sefalet ücretlerine mahkum edilerek ödediler.

24 Ocak kararları, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların etkisiyle şekillenen bir ekonomi politikasıydı. Erdoğan-Şimşek programı da benzer şekilde, uluslararası finans kuruluşlarının ve yabancı yatırımcıların talepleri doğrultusunda oluşturuldu. Örneğin, döviz kurundaki dalgalanmaları dengelemek için yüksek faiz politikasına dönüldü. Enflasyonu düşürmek bahanesiyle emekçilerin alım gücünü düşüren düşük zam politikası uygulanması uygulandı. 

24 Ocak kararları, devletin ekonomiden elini çekmesi adına kamunun küçültülmesi ve özelleştirme politikalarının hayata geçirilmesinin önünü açmıştı. Ülke tarihi boyunca yapılan özelleştirmelerin yüzde 90’ı Erdoğan döneminde yapıldı. Kamu hizmetlerine bütçeden ayrılan pay neredeyse yarı yarıya azaltılarak kamu hizmetlerinin kapsamı daraltıldı. Bu durum, bir taraftan halkın temel kamu hizmetlerine erişimini zorlaştırırken, diğer taraftan kamusal hizmetlerin piyasaya açılması ve sermaye için yeni kâr alanlarının yaratılması sürecini hızlandırdı. 

24 Ocak kararlarının en belirgin özelliklerinden biri, sermayenin isteklerinin öncelikli hale getirilmesiydi. Bu dönemde işçi hakları ve en temel sosyal haklar göz ardı edilirken, sermaye gruplarının bir dediği iki edilmedi. Erdoğan-Şimşek programı da benzer şekilde, düşük ücret politikaları, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin artırılması ve kamu-özel iş birliği (KÖİ) projeleriyle halka harcanması gereken kaynakların yerli ve yabancı sermayeye transfer edilmesini sağladı. 

24 Ocak kararları, gelir dağılımını bozan ve toplumsal eşitsizlikleri artıran sonuçlar ortaya çıkarmıştı. Erdoğan-Şimşek programı ise bu konuda 24 Ocak kararlarını gölgede bırakarak yoksulluğu artırdı, yaygınlaştırdı ve gelir eşitsizliğini derinleştirdi. Artan enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında ücretler mum gibi erimeye başladı. Geniş halk kesimlerinin özellikle ücretli emekçilerin ve emeklilerin alım gücü daha önce hiç olmadığı kadar geriledi.

24 Ocak kararlarının izinden gidenlerin hayata geçirdiği dışa bağımlı ekonomik politikaların günümüz itibarıyla geldiği nokta, 45 yıl öncesi ile karşılaştırıldığında çok daha vahim boyutlarda. Ülkenin sadece geçmiş 22 yılı değil, KÖİ projeleri ile en az 25-30 yılı, birkaç neslin geleceği yerli ve uluslararası sermayeye resmen ipotek edildi. 2025 yılının yoksul halk ve emekçi sınıflar açısından son 45 yılın en zor dönemi olacağı konusunda genel bir ortaklaşma var.

Günümüz koşullarında gerek emekçilerin mevcut bilinç ve örgütlenme düzeyi, gerekse bunun siyasal alandaki yansımasının yeterince güçlü olmaması, sorunların ve çelişkilerin giderek derinleştiği koşullarda etkin ve yaygın mücadelelerin verilmesini gerektiriyor. Aşılması hiç de kolay olmayan ve giderek derinleşen çelişkileri içinde barındıran mevcut koşullarda birleşik bir mücadeleyi örgütlemek elbette hiç kolay değil. Ancak tarihin gösterdiği somut bir gerçeği de unutmamak gerek; zor sorunlar, zor çözümleri de beraberinde getirir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa