25 Ocak 2025
DİĞER YAZILARI

Yaşamak arzusu kritik anlarda tüm riskleri aldıran, olmazı olduran bir reflekstir insanda.

Bu yüzden nefesini tutarak ölemez tek bir kişi bile.

Diyarbakır Cezaevinden, 12 Eylül işkencelerinden sağ çıkanlarda gördüm bunu, en derin acılara bile direniyor insan, en utanç veren işkencelere de.

Enkazda sağ kalmak için idrarını içebiliyor insan, hayatta kalmak için And Dağlarında düşen uçağın kazazedeleri gibi, ölülerini bile yiyebiliyor. Bir yerden kurtulabilmek için kendi uzvunu kör paslı demirle bağıra çağıra kesebiliyor.

Hayatta kalmak adına hayatta yapamam dediklerini yapabiliyor insan.

Kartalkaya’daki yangında, bebeğini battaniyelere sarıp yaşatmak için camdan atabiliyor, metrelerce yükseklikten bir çarşafa tutunup inebiliyor.

Bu ülkede felaket anında insan yine insana tutunabiliyor. Yangından kurtulanların çoğu başkalarının kaçarken kapılarını yumruklayıp haber vermesi sonucu hayatta kalabilmiş, birilerinin dışarıdan ip atıp çekmeye çalışmasıyla, camdan atlayanları tutmaya çabalamasıyla.

İnsan insana zor günde el veriyor bu coğrafyada, en ölümcül kriz anında.

Depremde aç susuz uyumadan günlerce tırnaklarıyla beton kazabiliyor insanlar, hiç tanımadığı bir can için, hiç bilmedikleri insanlara yuvasının kapısını açabiliyor. Sel sularına atlayabiliyor bir çocuğu çekip çıkarabilmek için.

Zor çıktığı yangına geri dalabiliyor bir imdat sesiyle.

Yaşamadığımız felaket mi kaldı bizim, ölünmeyecek her yerde ve durumda öldürülmedik mi şimdiye kadar?

Kaç kere sorduk kendimize:

Devlet nedir, ne işe yarar?

Bu devlet denen aygıt bizim hayatımızın neresinde?

Yaşatması gerekenlerin yüzünden bu kaçıncı ölümdür?

Neymiş: “İnsanların acısını siyasete alet etmeyin.”

Bekleyelim de acılarımızın üzerine kat çıksın o zaman bunlar.

Önlenebilir her ölüm sosyal bir cinayettir ve fazlasıyla katil dolaşıyor aramızda, büyük salonlarda birbirlerini ağırlayıp varaklı koltuklarda palazlanıp parmak sallıyorlar üzerimize.

Mayın tarlasında yürür gibi yaşıyoruz, araba altında kalabilir, tren kazasında parçalanabilir, mafyanın kör kurşununa denk gelebilir, iş yerindeki patlamada yok olabilir, evimiz başımıza çökebilir, havaalanında taranabilir, eğlence mekanında kurşuna dizilebilir, maç çıkışı bombalanabilir, barış isterken harcanabilir, alevlerde tutuşabilir, ilaçsızlıktan, açlıktan, evsizlikten ölebiliriz.

Kim döşüyor bu mayınları? Ne işe yarıyor devlet?

Bu ülkede milyonlarca insan, öyle buyuruldu diye değil, yüreğinden kopan sevgi ile çocuk getirdi dünyaya, onlara dünyayı güzel etmek, dünyayı da bu çocuklarla güzelleştirmek arzusu ile.

Sevgiden kopuk insanlar değiliz hepimiz, evlatlarımızın başını koklaya koklaya getirdik bugüne, hepimizin sığındığı sineler oldu, birbirimize sarılarak sağalttık kendimizi bunca sene.

Kolay mı bir sevgi inşa etmek, kolay mı evlat büyütmek bunca mezbelede?

Kim ne hakla alır çocukları elimizden?

Nasıl da kolay çıkıyor ağızlarından hem de kaçıncıya ölenlere rahmet kalanlara başsağlığı? Başımız sağ değil, kalanlar birer paslı çivi artık. Rahmet değil adalet istiyoruz ölenlerimize.

Şimdi aynı döngüye sokacaklar bizi, acımıza siyaset karıştırmayalım derken kendileri siyasetlerine alet edip sorumluluk atacaklar üzerlerinden. İnsanların tepkisini-tepkisizliğini yarıştırıp bizi birbirimizden soğutacaklar.

Süre isteyecekler, süre uzatacaklar, zamana yayacaklar, hafızasızlığa güvenecekler. Baktılar olmuyor, bir başka büyük acı ya da hak gasbı koyacaklar ortaya. Ona döneceğiz yüzümüzü, küller ardımızda kalacak.

Bu kaçıncı?

Bu ülkede hak mücadelesi verenler, kavgalarının ve isyanlarının sınırlarını iktidarların belirlemesine izin vermediler.

Yasımızın sınırını da bize bu acıları yaşatanların çizmesine izin vermemeli.

Üzüntü, bir ağır uyuşturucu toplum üzerinde, yara topluyoruz harekete geçmemek için adeta.

Üzüntülüyüz ve bunu atlatır gibi olduğumuzda başka bir şeye üzülerek evlerimize kapanacağız yine. Ölen öldüğüyle kaldığı sürece bir sayıdan ve kayda geçmiş birer T.C. kimlik numarasından ibaret olacağız.

Hiç yaşamamışız, hiç sevmemiş, sevilmemiş, hiç gülmemiş, güldürmemiş, hiç başarmamış, hiç kazanmamış gibi kaybedeceğiz. Var olmamış gibi gideceğiz, varız oysa.

Yaşamak arzusu bir reflekstir insanda, ölümcül durumda devreye girer.

Anlamamız gereken henüz ölmemiş olmamız ölümcül bir halde olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

Ölüm şah damarımız kadar yakın bize, kimse istisna değil.

Üzüntü yerine öfke koymalı. Bir yalımdır insan bedenini diri tutan.

Gözlerimiz tek noktaya bakmalı: Fail kimlerse oraya.

Ve soru, “Bu toplum nasıl bu hale geldi” değil, biliyoruz nasıl olduğunu.

Asıl soru: Devlet nerede?

Metrelerce yükseklikten atlayamaz mısın, boğazına kadar balçık suya akıntıya karşı dalamaz mısın, daracık bir delikten beton yığınına sızamaz mısın, kendini başkası için riske atamaz mısın, konfor alanından çıkamaz mısın, korkularının üzerine gidemez misin? Yaparsın kardeşim, ölümle yüz yüze gelince her şeyi yaparsın yaşamak ve yaşatmak için.

Anlamamız gereken tek şey: Artık her saniye ölümle yüz yüze olduğumuz.

Kalkın.

Yaşamak istiyoruz!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Padişah yetkisi

Padişah yetkisi

Devlet Denetleme Kuruluna verilen sınırsız kayyım yetkisiyle Cumhurbaşkanı, bir talimat vererek kamu kuruluşlarından belediyelere, sendikalardan meslek odalarına ve barolara kadar tüm kurumların yönetimlerini, yargı kararına gerek olmadan görevden alabilecek. Prof. Dr. Metin Günday “Bu bir kayyım yetkisi. Anayasa’ya aykırı” dedi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Kara Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin nedeniyle 5 teğmen ordudan ihraç edildi.

Evrensel'i Takip Et