Suriye ve Doğu Akdeniz niyetleri ve gerçekler…
Türkiye’nin Suriye’deki “oyun kurucu” rolü ve etkisine ilişkin bilgi önce Avrupa kaynaklarından geldi. Türkiye ve Suriye’nin yeni egemeni HTŞ Müslüman’dı. Birinin İhvan (Müslüman Kardeşler) diğerinin Selefi oluşu pek önemsenmedi. Üstelik Türkiye başından beri Esad’ın devrilmesi çağrısı yapmış, şeriatçı çetelere karargah ve destek sağlamıştı. Esad Rusya’nın desteğiyle HTŞ ve diğer çeteleri Halep’ten sürdüğünde Türkiye kol kanat gererek, İran ve Rusya ile oluşturduğu “Astana süreci” çerçevesinde “gözetleme kuleleri” kurarak koruma sağlamış, İdlib’de yıllarca hüküm sürmelerini mümkün kılmıştı. Bir “diyet borcu” oluşmuştu, ama Suriye’nin yeni egemeni HTŞ, yine de Türkiye’nin dolaysızca finanse edip örgütlediği SMO değildi.
Ardından “Erdoğan adamlarını farklı oluşum ve isimlerle bölgeye gönderdi ve orayı aldı” diyen Trump’ın pohpohlaması geldi. Hesaplıydı ve Türkiye’yi Amerikan çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye yönelikti.
Suriye’ye ilk gidip Colani’nin kullandığı arabayla dolaşarak Emevi Camisi’nde namaz kılanların MİT’ten İbrahim Kalın’la Dışişleri Bakanı H. Fidan olması da eklenince hüküm neredeyse kesinleşti. Suriye’yi Türkiye yönetmese bile yönetiyor gibiydi!
Emperyalist merkezler şüphesiz gerçeği herkesten iyi biliyor, ancak böyle bir görünümün ortada dolaşması da işlerine geliyor. Önde gelen nedeni, bölgeye asker yığma yerine işlerini başkalarına, bu arada büyük bir bölge gücü ve NATO üyesi Türkiye’ye gördürmeyi tercih etmeleri. Özellikle Trump, İran ve Rusya’yla arasını bozma pahasına “Astana süreci”nin tarih olmasını sağlayan Türkiye’nin bunu “Hak ettiği” görüşünde.
Türkiye, biraz da söylentiye inanarak, niyetlerini gerçekleştirmek üzere en başından beri atakta. HTŞ’yi Rojava sorununun çözümü için zorladığını söylemek bile gereksiz. Hiç zaman kaybetmeden “deniz yetki alanı anlaşması”nı gündeme getirdi. Şimdiden kulisi parlatılan Suriye’nin Akdeniz kıyılarında bir deniz üssü kurma talebi de iletildi HTŞ’ye. Her biri önemleri birbirinden büyük olan Türkiye’nin bu niyet ve taleplerinin gerçekleşmesiyse kolay görünmüyor.
Söylentiler bir yana, Türkiye-Suriye ya da HTŞ ilişkilerinde bir abartı olduğu kesin. Tabii ki araları kötü değil ve Türkiye’nin gerek Suriye gerekse HTŞ ve Colani üzerinde belirli bir etkisi var. Ancak “Böbürlenme padişahım senden büyük …” deyişi de deneylerden süzülme atalar sözü. Türkiye’nin HTŞ ve Suriye üzerinde bir etkisi var, ama bölgenin yeniden dizaynını başlatan ABD’nin etkisinin daha çok ve tayin edici olduğu ve bunun en çok Colani tarafından bilindiği gibi, Suudiler ve BAE gibi bölgenin başka güç merkezlerinin de HTŞ üzerindeki etkisi küçümsenir gibi değil.
Örneğin Rojava Kürtleri sorununda Türkiye ve ABD’nin yaklaşım ve tutumları farklı ve bu konuda karar verecek olanın Colani ve HTŞ olmayacağı tartışmasız. Silahlar çekilmiş bölge yeniden paylaşılırken kararlaştırıcı olan, Lenin’in dediği gibi, sadece güç. Kimin gücü kime yeterse onun dediği oldu bugüne kadar, bundan sonra da öyle olacak. Güçsüzün payına, güçlüye uyum sağlama ya da Esad örneğindeki gibi “müzelik” olma düşecek.
HTŞ’nin “geçici hükümeti”nin iki bakanı Türkiye’ye de geldi, ama bakanları önce Riyad’a gitmiş ve mali destek sözü almış, bağlılık bildirmişlerdi. Türk tekelleri Suriye’nin yeniden imarı açısından çoktan tatlı hülyalara daldı, ancak Colani ve HTŞ, Türkiye’nin kendisinin paraya muhtaç olduğunu ve kredi aradığını biliyor. Bildikleri bir diğer şey paranın petrodolarlarıyla Körfez’de ve Avrupa’da olduğu. Suudilere bu amaçla gitmişlerdi, HTŞ Dışişleri Bakanı Şeybani bu amaçla Davos’ta batılılardan yatırım talep etti.
AKP hükümetinin elini çabuk tutarak kısa sürede çıkar sağlamaya yöneldiği ve Ulaştırma Bakanı A. Uraloğlu’nun imzalanacağını açıkladığı “Suriye ile bir deniz yetki alanları anlaşması” da zor konu.
Türkiye, Libya hükümetiyle bir anlaşma imzalamış, ama hemen hiçbir ülke bunu tanınmamıştı. Şimdi Türkiye Suriye’de rejim değişikliğini fırsata dönüştürerek Doğu Akdeniz’in “paylaşılması” konusunda avantaj sağlama niyetinde, ama Colani hükümeti Trablus hükümetinden farklı olarak, sadece Türkiye’nin değil, ama aynı zamanda ABD, İsrail ve Suudilerin kıskacında.
Doğu Akdeniz’in paylaşılması gerçekte bölgenin enerji rezervlerinin paylaşılması demek ve bu enerjinin nakliyesini de kapsıyor. Türkiye, yetki anlaşmasının Suriye’nin Akdeniz’deki payını artıracağını söyleyip Suriye’yi iknaya çalışırken, Mısır-Ürdün-Suriye arasında döşeli Arap boru hattını Suriye’den -Türkiye’yi gaz merkezi haline getirip- Avrupa’ya iletme alternatifini öneriyor. Ancak bölgeden -ilk ikisi Akdeniz’de enerji üretim bölgelerine sahip- Mısır, İsrail Filistin, Ürdün ve Avrupa’dan Yunanistan, Güney Kıbrıs, İtalya ve Fransa EastMed (Doğu Akdeniz) Platformu etrafında birlik ve İsrail ve Mısır gazını Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden İtalya’ya ulaştırmada anlaşma halinde. Üstelik Türkiye’nin önerisinin bir diğer rakibi Hindistan’dan Suudi Arabistan ve muhtemelen İsrail üzerinden Avrupa’ya uzanacak ABD ve AB’nin desteğindeki “yeni ekonomik koridor.”
Evrensel'i Takip Et