Deprem(lerin) yıl dönümünde başka bir kentleşmeyi konuşmak

Samandağ Mağaracık Direnişi | Fotoğraf: Asi Gazetesi
Geçen hafta Türk Tabipler Birliği’nin Hatay’da düzenlediği çalıştay TTB, KESK, TMMOB, Hatay Barosu ve yereldeki bazı derneklerden emekçilerin katılımıyla, kentteki sorunların detaylı bir şekilde değerlendirildiği bir buluşma oldu.
Sağlıktan eğitime, barınmadan ekolojiye, ele alınan her bir konu, depremin üzerine geçen iki yılda sorunların giderek katlandığını gösteriyordu. Ve her bir katılımcının dert ettiği şey, bu sorunlar karşısında daha etkili neler yapılabileceğiydi.
TTB’nin ikinci yıl raporuyla takip edilebilecek olan bu toplantıdan hareketle, bu yazıda, barınma sorunları karşısında başka bir kentleşmeyi konuşmanın gerekliliğini açmaya çalışacağım.
Öncelikle TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi’nin iki yeni açıklamasını işaret edeceğim. 28 Ocak 2025 tarihli ilk açıklama “Yaşanan afetlere ve kayıplara rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan imar affı girişimi utanç vericidir” başlıklı (1). Açıklamada 1984’ten bu yana çıkarılan 13 imar affının 8’inin 2002 yılından bu yana olduğu işaret ediliyor.
Bu afların doğa ve yapılı çevreye olumsuz etkilerini vurgulayan metin, 10 Ocak 2025 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulan “İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 31 Aralık 2024 tarihinden önce yapılmış yapılara af getirmekte; mevzuata aykırı ve kaçak yapılara yönelik idari ve mali yaptırımları ortadan kaldırmakta; Devletin yapıların afet risklerine karşı dayanıklılıklarını kamu adına denetim sorumluluğunu yok saymakta olduğunu belirtiyor.
Diğer açıklama da; planlı alanlar imar yönetmeliğinde 28 Ocak 2025 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan değişiklik hakkında bir değerlendirme (2). Bakanlıkça “afetlere karşı daha dirençli yapılar için yapı güvenliğine ilişkin tedbirler” olarak tanımlanan düzenlemelerin uygulama süreleri 31 Aralık 2025 tarihine kadar ertelenmiş.
İmar affının kentsel suçları “normalleştirmesi” ve bu tür suçları yaygınlaştırmasının ötesinde bir etkisi daha olduğunu eklemek isterim. Bu af çıkınca insanlar -buna meslek insanları da dahil- kayıtsız yapıları “kayda girsin” diye, bu “haktan” yararlanmak için başvuracaklar ve -daha önceleri de olduğu gibi- devletin kapma aygıtı tarafından, başka bir kentsel hizmet almaksızın, “kaçak yapıdan kayıtlı yapıya geçmek için”, maddi bedelini ödemek karşılığında sistemce içerilecekler. Karşılıklı bir rıza/arzu üreten düzen, böylelikle toplumsal bir itirazın önünü de kesecek.
O nedenle ilk açıklamanın sonunda yer alan TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkez’inin “yeni imar affının geri çekilmesi gerektiği ve sürecin takipçisi olacağız” ifadesinin, meslek insanları dahil daha geniş bir toplumsal karşılık bulabilmesinin yolunun, takibin ötesine geçebilecek bir kurucu irade de tarif etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Önümüzde 6 Şubat depremlerinin yıl dönümü var. Ardından bu Ağustos’ta Marmara Depremi’nin yıl dönümü gelecek, o da anılacak. Bu depremler gibi Van, Elâzığ, İzmir ve diğer depremlerin de peşine yasal düzenlemeler yapıldı. Mevcut planlama sorunlarını aşmak için de bazı terimler öne çıkarıldı. Gerek akademik araştırmalar gerekse de devlet kurumları bu kavramları, çoğu kez aynı açıklamalar ile kullandılar. Örneğin “dirençli kentler”.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı dirençli kentler için krediler alıyor, akademik etkinlikler düzenliyor. Tıpkı imar planı ve koruma amaçlı planlarının raporlarında geçen bilumum bürokratik terim gibi, tepeden üretilen her terim hızla tüketime sunuluyor, boş gösterene dönüşüyor…
Yaşamda fiili karşılık bulmayan bu tür tepeden üretilmiş kavramlara dikkat etmek gerekiyor. Geçen hafta dediğim gibi, kavram yaşamın içinden üretilmiyorsa, diğer bir deyişle hareketin kendisi bir kavram üretecek şekilde güçlü etkiye sahip değilse kavram, hayatta boşa düşüyor.
Şimdi de sözü yaşam hakları için direnenlere bırakalım. Asi Gazetesi’nden Kenan Cengiz’in haberine göre; tarım arazilerinin e-devlet sistemi üzerinden kamulaştırıldığını öğrenen Samandağ İlçesi Mağaracık Mahallesi halkı, “Depremin hemen ardından bölgemize beton santralleri ve taş ocakları kuruldu. Doğal ve yaşam alanlarımız yok ediliyor” diyorlar (3).
Mahallede kurulan Mağaracık Direniş Platformu’nun dört talebi var;
Zeytinlikler ve tarım arazilerine dokunulmasın: Geçim kaynağı olan bu alanlara yönelik her türlü müdahale derhal durdurulsun.Hukuksuz kamulaştırmalar iptal edilsin: Mahalle sakinlerinin rızası olmadan alınan bu kararlar geri çekilsin.Dayanaksız TOKİ konutları inşaatı durdurulsun: Deprem bölgesinde inşa edilen, deprem güvenliği yetersiz konut projelerine son verilsin.Barınma sorunu yerinde çözülsün: Mahalle sakinlerine, yaşadıkları yerlerde ve ödeme talep edilmeden konut sağlansın.
Yaşamın içinden üretilen bu taleplerin çokça bilim/teknik insanın derdi olduğunu biliyorum. Öte yandan görüyoruz ki, istenildiği kadar esnetilsin, karşı açıklamalar yapılsın, mevcut kapitalist kentleşme pratiği buna izin vermiyor.
Bir devrimsel dönüşümü beklemeden, sistemsel onarımın ötesine geçen bir paradigmayı merkeze alan, anti-kapitalist, anti-patriyarkal bir kentleşme tahayyülünün heterotopyalarını üretmek mümkün. Bunu deneyleyenler var. Depremler bu çabalar için açık bir saha sunuyor. Halkların yanında yer alacak meslek örgütleri de bir potansiyel taşıyor...
1. https://www.mimarist.org/mimarlar-odasi-basin-aciklamasi-yasanan-afetlere-ve-kayiplara-ragmen-turkiye-buyuk-millet-meclisine-sunulan-imar-affi-girisimi-utanc-vericidir/
2. https://www.mimarist.org/planli-alanlar-imar-yonetmeliginde-28-ocak-2025-tarih-32796-sayili-resmi-gazetede-yayimlanan-degisiklik-hakkinda-degerlendirme/
3. https://www.asigazetesi.com/samandag-halki-sesini-duyurmaya-calisiyor-topraklarimiza-el-koydular
Evrensel'i Takip Et