Heybedeki büyük turptan ötesi
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/283161.jpg)
Fotoğraf: Evrensel
Ekrem İmamoğlu’nun düzenlediği ‘turpun büyüğü’ başlıklı basın toplantısına, anında açılan soruşturma ve cuma günü alınan ifadesiyle cevap verildi. Daha önce Barış Pehlivan, Seda Selek, Serhan Asker ve Kürşad Oğuz uzun saatler boyunca gözaltında tutulduktan sonra adli kontrol uygulamasıyla serbest bırakıldı. Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklandı. Aynı haftanın başında Ayşe Barım Gezi protestolarının planlayıcılarından olduğu iddiasıyla tutuklanmıştı. DEM Parti’li Siirt Belediye Eş Başkanı Sofya Alağaş, yargılandığı davadan aldığı ceza gerekçe gösterilerek görevden alındı, yerine kayyım atandı.
“Eski defterler”in keyfi bir biçimde açıldığı bu dönemde, sindirme ve ortak mücadele imkanlarını yok etme gayreti yoğunlaştığı gibi, bu durumun artarak devam edeceği görülüyor. Muhalefet yaratıcı ve birlikte mücadeleyi öne çıkaran yöntemlerin arayışı içinde. İmamoğlu’nun “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” vurgusu, CHP yönetiminin cumhurbaşkanlığı seçimi için adayını ön seçimle belirleme kararı, Tülay Hatimoğulları’nın Siirt Belediyesine kayyım atanmasından sonra “Yüreği demokrasiden yana atan herkesi irade gasbına karşı durmaya, halkların iradesine sahip çıkmaya çağırıyoruz." sözleriyle yaptığı davet bunun işareti.
* * *
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda Batı’nın dünya düzleminde estirdiği burjuva demokratik rüzgarların yerinde yeller esiyor. Dünyanın dört bir yanında otoriter ve faşizan yönetimlerin yükselişine tanık oluyoruz. Otoriter rejimler, siyasal sistemlerindeki boşluklardan yararlanarak kurumları yozlaştırıp, seçimle geldikleri iktidarı aynı yolla devretmemek için ellerinden geleni yapıyor.
Diğer yandan hukukun yürütmenin tacizinden nasıl kurtulacağı, siyasal kurumların nasıl güçlendirileceği, devlet terörüne karşı atılacak cesur adımların nasıl atılacağı soruları giderek daha sık soruluyor. Faşistlerin dünya düzlemindeki birleşik saldırganlığına karşı; sahte seçimleri, hukuk darbelerini ve her hafta yeni bir biçimi icat edilen baskıları geri püskürtmek için çareler aranıyor.
Siyaset Bilimci Aris Trantidis bu arayışa ışık tutacak bir biçimde, 1990’larda her ikisi de tek adamlarca yönetilen Belarus ve Slovakya’yı karşılaştırıyor. Benzeri sosyoekonomik özelliklere sahip bu iki ülkeden Slovakya’nın 1998’de tekçi cendereden kurtulmayı başarıp görece demokratik bir yönde nasıl ilerlediğinin, Belarus’un bu prangayı neden kıramadığının gerekçelerini araştırıyor. Trantidis’in “Otoriter bir rejim inşa etmek: Belarus ve Slovakya'da otokratikleşme ve direniş stratejileri” başlıklı makalesinin temel sorusu otoriter liderlerin demokratik direnci bertaraf etmeyi ve otoriter bir yönetim kurmayı nasıl başardıkları ve bunlara karşı geliştirilen muhalefet stratejilerinden hangilerinin başarılı olduğu.
Trantidis’e göre rekabetçi bir sistemden tek siyasal gücün hakim olduğu bir rejime geçişte şu üç boyutlu kuşatma etkili: Kamusal meşruiyet sağlayacak adımlar, siyasal baskıyı artıran uygulamalar ve siyasal muhalefeti başarıyla yönetmek (kooptasyon). Slovakya ve Belarus’un kaderini belirleyen ayrımın da kooptasyon yani muhalefetin yönetilmesi/maniple edilmesi noktasında ortaya çıktığını söylüyor.
Trantidis’in araştırması, Lukashenko yönetimindeki Belarus’ta otoriterliğin kalıcı bir hale gelişinde, devletin ekonomideki baskın rolünü işaret ediyor. Bu güç, devlete bağımlı sosyal ve siyasal aktörleri yaratmak, onların sadakatini sağlamak, muhalefeti uslandırarak şekillendirmek için kullanıldı. Bu yöntemle, tek adama teslim olmamış muhalif güçlerin iktidara karşı birleştiklerinde bile etkili bir rakip olarak hareket etme kapasiteleri zayıflatıldı.
Buna karşılık, Slovakya'nın bu türden bir gücü otoriter liderin eline bırakmayan sosyoekonomik dinamikleri, yurttaşlara daha fazla özerklik ve muhalefete desteğini açıkça gösterme özgürlüğü verdi. Böylece, Slovakya’da muhalefet, iktidar koalisyonuna karşı başarılı bir kampanya yürütmek için yeterli kaynağı toplayabildi ve mafyatik bağlantılarıyla bilinen Vladimir Meciar’dan kurtulmayı başardı.
* * *
Ülkemizde baskı düzeyinin giderek arttığı, baskıcı uygulamaların gündelik hayatın parçası kılındığı bir dönemden geçiyoruz. Bu demokratik erozyon sürecinde siyasal aktörler güçleri elverdiğince çıkış stratejileri geliştirmeye çalışsa da bunların henüz tehlikenin büyüklüğüyle orantılı olduğunu söylemek mümkün değil.
Muhalif faaliyetler daha çok siyasal baskıyı deşifre etmekle sınırlı kalıyor. Oysa, siyasal değişimi yönlendiren rant mekanizmalarına karşı eldekinden daha gelişkin bir strateji oluşturmak büyük önem taşıyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2025 ocak ayı istatistiklerine göre, Türkiye’de 16.9 milyon işçiden yalnızca 2.5 milyonu sendikalı. İktidarın kooptasyon uygulamalarıyla, muhalif kesimin zaaflarıyla oynayarak ayakta kaldığı bu süreçte, Emek Partisinin ‘Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş’ kampanyasında olduğu gibi demokrasi ve hukuk mücadelesini sınıfa doğru genişletmek, heybedeki büyük turptan ötesini düşünmek gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et