4 Şubat 2025

Servis şöförleri / "Direnmek güzeldir"

Güneşin doğmasına saatler kala trafiği yoğunlaştıran unsur servis araçlarıdır ve onların da bir sürücüsü vardır. Pek azı iş yerinin kadrosundadır. Çoğunluğu değişik yerlerden emeklidir, ek gelir için bu işi yapıyorlardır. Servis firmaları düşük, çok düşük ücretle çalıştırırlar; ses çıkaramazsınız zira büronun önünde her meslekten her yaştan işsizler kuyruktadır, bir yer açılmasını beklerler dört gözle. Çalışan da diken üzerindedir haliyle. Çoğu külüstür olan araçlar, küçük bir arıza yaptığında ki yapar, ilgili kişi şoförü suçlayacak, masrafı onun üzerine yıkacak bahaneler için kriminal uzmanlara taş çıkartacak araştırmalar yapar. Ara sıra, kapıda bekleyen işsizleri gösterircesine niye geç kaldın, niçin erken ayrıldın, araç bu kadar fazla yakmazdı, depo yine bitmiş, şurayı bir yere mi sürttün ne?.. Kilometre fazla gösteriyor, yoksa… Dert bunlarla bitmez ki gün yirmi dört saat, her köşe başında hizmete hazır trafik polisleri, incele baba incele, mutlaka bir eksiklik bulunacak… Bir de öğrenci servisi şoförüyseniz karşınıza seviyeyi tutturamayan bazı veliler de çıkar ki illallah edersiniz: Ne var sanki kapının önünde iki dakika bekleyemedin mi? Paranı vermiyor muyuz? Şikayet edeceğim seni!..

                                                                                                               *

“Yapmış olmaktan gurur duyacağınız çok fazla şey olmayabilir hayatınızda. Bunu biliyor olmak sizi huzursuz etse de, düşündükçe kahrolmazsınız en azından. Tersinden düşünün, yapmış olmaktan utanç duyacağınız şeyler varsa ne olacak peki?​”

Selahattin Demirtaş’ın Devran kitabındaki “Direnmek Güzeldir” adlı öyküsü bu paragrafla başlar ve işlediği bu düşünceyi bir fabrika servis aracı şoförünün bakışıyla anlatır. 

Bu işe başladığında “Yıllarca işsiz gezmekten, gündelik işlerde çalışmaktan kurtulmuş-…” olan Tufan, maaşı pek “matah” olmasa da en azından sabit bir işi olduğu için sevinir. Günde iki seferi vardır: Sabah getirmek işçileri, akşam götürmek. İşsizliğin ne olduğunu çok iyi bildiğinden –biraz da mütevazılığından- ilk gün araca aldığı işçileri ayakta karşılar. Araç biraz külüstür olsa da önemli değildir, hem kendisi hem araç çalışıyor ya, önemli olan budur.

Ve elbette gençlikte, orta yaşlılıkta hatta ihtiyarlıkta farklı formatlarda olsa da hayatın yeni bir evresine girildiğinde, hele de bir işe kıyısından köşesinden yeni tutunulduğunda bu sefer kapıyı aşk çalar. Tufan’da da böyle olur: “… işçilerin çoğu sabahları yorgun, uykusuz, bitkin ve neşesizdi. Bir tek Sevtap öyle cıvıl cıvıldı.”

Geçen zaman içerisinde, “gide gele” hem Sevtap’la hem de diğer işçilerle kaynaşır Tufan, onların hikâyelerini dinler, kendisininkini anlatır, “Yoksulların duygu dünyası geniştir, yürekleri bonkör.”

Kendisi aslında yıllardır atanmayı bekleyen bir fizik öğretmenidir. Sevtap’ın iki erkek kardeşi vardır, babası da mürettiptir ama bu meslek ortadan kalktığı için bir fabrikada gece bekçiliği yapmaktadır. Aynı zamanda sendikacıdır Sevtap. Tufan da duyarsız değildir toplumsal olaylara ama üniversitede, daha sonrasında atanmayı beklerken sicili bozulmasın diye hep uzaktan bakmış mücadelelere, eylemlere, haksızlığa karşı tepkiye…  

Üniversitede de bir kez âşık olan Tufan, tek tatil günleri olan pazar gününü birlikte geçirebilmek için sesi titreye titreye, başı önünde öneri götürür Sevtap’a.

 Sevtap anlar Tufan’ın halinden: “Bu kadar sıkma kendini hocam ya! Uzaktan bakan da kız istemeye gelmişsin sanacak, buluşuruz tabii ki, ne olacak”.

  Buluşurlar. Yemek yerler. Sahilde dolaşırlar. Parkta çay içerler. Sinemaya bile giderler. Ertesi gün: “İlk Sevtap bindi yine otobüse. Bana daha bir aşkla baktı ve anladım ki o da dünün etkisindeydi.”

İşte her ölümün erken olması gibi her aşkın da bir sonu vardır. Bazıları başlamadan biter, bazıları ilk kıvılcımlardan sonra, daha daha bazıları da üç beş yılın, otuz yılın sonunda. İlişki vasatlığa da dönüşebilir. Ama yeter ki anımsandığında utanç duyulacak bir şey yapılmamış olsun. 

Duyarlı pek çok insan toplumsal haksızlıklar karşısında çaresiz. O çaresizlik bir ur gibi büyüyor içerisinde. Boğazı her daim düğüm. Bir yumruk, gırtlağını kendine mesken yapmış.  Zaman zaman kimsenin duymayacağı yerlere gidip o güne kadar öğrendiği sövgülerin tümünü yüksek sesle haykırsa da hiçbir şey yapamamış olmanın yükünü omuzlarında taşıyor. Çünkü bireysel gelecek kaygısı var. Bir gün saat beşte evinin kapısının telsiz sesleri eşliğinde çalınmasından korkuyor. Güç bela bulduğu işinden olacağını düşünüyor. Kendi eyleminin yıllardır boşta gezen çocuğunun sicilini etkileyeceği düşüncesinden uykuları kaçıyor. Ve işin en vahimi arkasında duracak, kendisine sahip çıkacak güçlü bir siyasal gücün olmadığını hissediyor; var olanlara güvenmiyor, başına gelenle kalacak. 

İş çıkışı içlerinde Sevtap’ın da olduğu birçok işçinin sendikalı oldukları gerekçesiyle işten atıldığını öğrenir Tufan. Yeni filizlenen aşk, ne olacağı belli olmayan bir hüzne yönelmiştir akşamüstü gelen namussuz, rezil bir haberle.

Ertesi gün işçiler fabrika önünde eyleme başlarlar. Tufan onlara katılıp katılmama ikilemi içindedir, garajın içinden olanları izlemeye başlar. Bir süre sonra “… panzerler eşliğinde çok sayıda çevik kuvvet polisi girdi fabrikanın bahçesine.”  “Sevtap’ı uzaktan görebiliyordum.”

 Tufan, her anımsadığında yüzünün kızaracağı, sırtının ürpereceği, utancının doruğa çıkacağı, bir tavır sergiler işçilerle yönetim/polis arasında tercih yapma aşamasında. Üstelik Sevtap o en kritik, yardım edilemese bile isyan edilesi anda göz kırpmıştır kendisine; işte bu dert onu iflah etmeyecektir yaşadığı sürece. 

Evrensel'i Takip Et