Duvarların ve hayatların katmanları, bilmediğimiz Haydarpaşa

BAĞLANTILAR - 31

Bu duvarda neler oluyor? Belki bu tahmin edilebilir ama nereye ait bir duvar olduğunu kestirmek hiç kolay değil. Bu defa Bağlantılar bir duvardan başlayan yolculuk üzerinden aksın.

*

Sadece İstanbullular değil, kılcal damarlarla Anadolu'dan ona uzananlar ve trenle sık seyahat edenler dahi Haydarpaşa Garı'nı, içinde bulunduklarından daha fazla dışarıdan görmüştür. Bazı yapıların böyle içi hiç yokmuş gibi gelir, fakat bu eksiklikten ziyade başkaca sunduklarının fazlalığındandır.

Neredeyse 4300 gündür kapalı olan Haydarpaşa Garı'nın Türkiye sınırlarının ötesine de uzanan gar fonksiyonu bile isteye çökertildi. Sermayeyle tecrübemiz, gar binasının Kültür Bakanlığı'na devriyle bahsi geçen “kültür” işlevinin ancak “tüketim kültürü” olabileceğini getiriyor akla. Sadece biz ona uzaktan bakanlar değil, gar içinde çalışanlar da başlarına ne geleceğini bilmiyor.

Haydarpaşa Garı'nın yolcularının da bilmediği bir içi var. Bu fotoğraftaki, Haydarpaşa Garı'nın koridorlarından bir duvar.

*

Restorasyon perdesi değil, dev bir otomobil markasının reklamı için sokulduğu kılıfın arasından geçip Müracaat'a kimliğimi bırakıyorum. Vitraydan süzülen oyuncaklı ışık ve yükselen merdivenlerdeki bordo halı zaman ayarlarımı o salise yeniden düzenliyor. Merdiven boşluklarındaki duvarlarda, büyük çerçevelerin içinden dumanlar arasında kara trenler geçiyor. Bu yağlıboya resimlerden bazılarını bizzat Yedikule Cer Atelyesi'nde çalışan Hekim Yusuf yapmış.

Gar işlemese de TCDD 1. Bölge Müdürlüğü, ki Kapıkule'den Eskişehir'e uzanan bir alandır, hâlâ burada faaliyet gösteriyor. Şöyle düzeltmeli, bir süre sonra, Şubat deniyordu, şimdi Mart'a kalmış, gar arazisinin Kadıköy ucunda bir alana çelik konstrüksiyondan inşa edilen bir yapıda mesai yapacaklar. Bu, her biri karakter sahibi odalardan çıkıp döner sandalyeli bir açık ofise geçecekleri anlamına geliyor. Her gün böyle bir yapının içini soluyarak çalışanlar için bu düpedüz sürgün demek.

*

Yukarıdaki katlarda yerde halı varsa üst düzey yöneticilerin bulunduğu koridordasınız. 1977'den beri “demiryolcu” olan, 1988'den beri Haydarpaşa Garı'nda çalışan ve şu anda da Trafik ve İstasyon Yönetimi Bürosu'nda büro şefi Tugay Kartal'ın odası floresanlı çıplak koridorlardan birinde. Bu kısım eski okulları, hastaneleri andırıyor daha çok. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) İstanbul 1 No'lu Şube İşyeri Temsilcisi ve Haydarpaşa Dayanışması'nın demirbaşlarından olan Kartal'ın masasının arkasında, Abbas Duman'ın heykeli denize bakıyor. Dayanışma'nın maskotu olan kedi Abbas Duman ölünce sanatçı dostlarının hediye ettiği bu heykel uzun süre Gar Lokantası'nın önünde durmuş. Oranın da akıbeti belirsiz, lokanta tekrar açılırsa Tugay Bey Abbas Duman'ı ait olduğu yerde bırakacak. Yok açılmazsa, o nereye giderse onunla.

*

Tugay Bey sayesinde, garın o şahane kulelerinden birinden açılan balkona çıkıyorum. 2017'den beri kurulu olan restorasyon iskelesinin kadrajından şimdiye dek görmediğim bir Marmara açısı seriliyor önüme. Güzel ama bir eksiklik hissi uyanıyor, gözlerim Haydarpaşa Garı'nı arıyor.

Restorasyon ekibi, koridorların bazı kısımlarında duvarın şimdiye dek kaç kat boya gördüğünü anlamak için böyle kartelalar çıkarmış. Bazı duvarlarda 13-14 kat boya var. Gözlerimi alamıyorum.

*

21. yüzyıl nalbur estetiğinden birden nefis 19. yüzyıl ferforjelerine uzanabilen koridorlar, asma katlar, 2010'daki yangın söndürülürken göçen duvarlar, kabarmış tavanlar, kör koridorlar arasında gezerken, Tugay Kartal nadir türde bir rehberlik yapıyor bana. Birden kilitli bir kapının camından tavan rölyeflerini, eski abajurları işaret ediyor mesela. Permi odasıymış, personelin ücretsiz seyahat belgelerini aldığı yer. Sonra heyecanla bir odaya sokup tavandaki demirden askılığı gösteriyor; eskiden burası personel polikliniğiymiş, o rayda da eski tip röntgen makinesi asılıymış.

Kendisinin kırk yılı aşan Haydarpaşa tecrübesi dışında, babası da burada çalıştığından, duvar boyasının katlarını bu defa insan hayatlarından kazır gibi anlatıyor Kartal. Tarihi yarımadaya bakan üçüncü kattaki yuvarlak salon babası zamanında personelin dinlendiği lokalmiş, onun döneminde eğitim salonuna çevrilmiş. Keza onun yıllarca yemekhane diye bildiği yer, babası zamanında revirmiş. Katmanlar açılıyor.

*

Kartal'a Platonov'un bir makinisti anlattığı, çok sevdiğim “Muhteşem Vahşi Dünyada” öyküsünden söz açıyorum. Edebiyatın hasının hayatın içinde nerede durduğunu bilenlere özgü bir hediye veriyor, Haydarpaşa-Ankara hattını metre metre ezbere bilen, Haydarpaşa Depo'nun en hızlı makinisti Haşim Beşik'i anlatıyor. 

1990'lar, Süreyya Plajı'ndan minibüse binmiş, arka dörtlü koltukta. Küçükyalı'ya yaklaşırken Ankara Yataklı Ekspresi lokomotifinin uzun uzun korna çaldığını duyuyor, bakıyor Makinist Haşim camdan kafasını çıkarmış, hadi gel diye el ediyor. Minibüsten atlayıp Küçükyalı istasyonuna, perona koşuyor ve lokomotife atlayıveriyor. “Hat kenarındaki serçeyi olmasa da” minibüsün arka koltuğunda oturan Kartal'ı görmüş Makinist Haşim Beşik.

*

Tam 680 haftadır “Haydarpaşa gardır gar kalacak” demek üzere yılmadan buluşan Haydarpaşa Dayanışması'nın birkaç yıl önce kendi imkânlarıyla yayınladığı “Yaşayan Haydarpaşa” kitabında, makinistinden farklı servislerde büro çalışanlarına, bizzat emekli demiryolu çalışanları tarafından kaleme alınmış yazılarda yine Platonov'un dünyasını anımsatan bir şey seziliyor.

Platonov'un sürgün mühendis olarak biriktirdikleri arasında dev inşaatlarda, fabrikalarda çalışanların, keza demiryolcuların devrim coşkusu, o adanmışlıkla çalışmanın haleti ruhiyesi de vardır; okuyanın içine işler. Bu kitaptaki kimi anılar da başka yüzyılda kalmış görünen bir ücretli emek modelini hatırlatıyor insana. Romantik tren güzellemeleri, bunu tarif etmeye sığ gelir. Bazı yazılardaki nostalji, evet insanların doğrudan kendi çocukluğuna, gençliğine özlem düpedüz. Ama bazılarında, misal Eskişehir Ekspresi'nde yemek vagonunun sorumlusu Ercan Göktaş'ın sabah 06.35 seferinin açık büfe kahvaltısını anlatış biçimi, 11'de Haydarpaşa Garı'na varmaları, tren temizlenirken akşam 19.05 dönüş seferi için Kadıköy çarşıya alışverişe inişleri, eve misafir gelecek gibi hazırlanışları, kendisine vakit kalınca Eminönü'ne geçip balık-ekmek yiyişi, hayattan duyduğu bu sevinç, Tahtakale'den kahvedir, kuruyemiştir yine yolcular için alışverişi bitirip gara dönüşü, akşam yemeğini yine nasıl özenerek hazırlayışları. Burada başka bir aidiyet, başka bir anlam var.

İçki servis etmemek için konvansiyonel trenlerde yok edilen yemekli vagonlar; bugün “turistik” adı verilen, çok daha pahalı ve kamu taşımacılığı sayılmayacak seferlerde mevcut. Ki mesele sadece yemek değil malum.

*

L'Illustration dergisinin 17 Ekim 1908 tarihi sayısının kapağında üç büyük fotoğrafla Haydarpaşa-Bulgurlu Grevi var. Halep'ten gelen trenin önünü kesen işçiler “Geçmeyecek... ya da üzerimizden geçecek!” diyor. 1870'lerle başlayan işçi hareketliliğinin, grev dalgasının önemli halkalarından biri bu grev. Keza 1986 Haydarpaşa Grevi de aynı kaynaktan beslenmiş.

Nostaljik güzelleme, demiryolu çalışanlarının mücadele geleneğini hakkaniyetle hatırlamaya da engel olabilir. Bugün Haydarpaşa Dayanışması birçok kent mücadelecisini barındırsa da aslen bu inadın kökeninde bir direniş kültürü var. Yine kitaptaki birçok hatıra, kurumda revizör, gardfren, tren şefi, kondüktör, makasçı, manevracı gibi çok çeşitli çalışanın arasındaki statü ve çalışma koşulları farkını gidermek, grev hakkı kazanmak için verdikleri mücadeleyi de yad ediyor.

Yazılarda bazen mesela bir cümle “sonra bilmem nereye sürgün edildim” geçiyor. Birinin sendikalı olduğu ya da makbul çalışan sayılmadığı için sürgünü, koca bir aile için değiştirilen kentler, sarsılan hayatlar demek.

Babası da demiryollarında çalışan, 17'sinde yaşını büyüterek Sivas'ta Demiryolları Tesisler Servisi'nde telefon santralinde çalışmaya başlayan Hale Engin'in hikâyesi aklıma yer etti örneğin. Yöneticileri rahatsız eden fikirleri dolayısıyla burada kadın çalışamaz denerek o yaşta tek başına Samsun'a sürülüyor. Samsun TCDD'de o vakit çalışan tek kadın yok, birlikte sürgün edildiği bir kadın çalışanla ona uzaktan bakmaya gelirlermiş, “sürgün kadınlar geldi” diyerek. Hale Hanım 1981'den sonra Haydarpaşa'da telefon santralinde çalışacak, hep dönemin işçi örgütlenmeleri içinde yer alacak.

*

Tugay Kartal'ın odasında bir duvarda çöpten bulduğu Haydarpaşa Garı'nın çok daha eski bir fotoğrafı var. İskelelerin, kubbelerin hallerini kerteriz alarak 1933 ile 1955 arasında bir tarihten olduğunu söylüyor. Kıyıya paralel ahşap iskeleyi görmek ilginç; vagonlardaki yüklerin küçük mavnalarla Sirkeci'ye taşındığı iskele. Resim rutubetten cama yapışmış, çıkarıp mesela daha güzel bir çerçeveye koyamıyor. O fotoğrafı ancak böyle görebiliriz.

Haydarpaşa Gar binasının en eski çalışanlarından Tugay Kartal da bu yıl Mayıs'ta emekli olacak. Şu anda BTS'nin garda kaç üyesi olduğunu soruyorum. Atelyeler kapanmış, ne manevracı var ne makinist. “Şöyle söyleyeyim” diyor, “şu an çalışanlardan bazıları hayatında trene binmemiş.” Bu da son katman.

Not: Haydarpaşa Dayanışması'nın çıkardığı “Yaşayan Haydarpaşa” kitabı Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası'ndan edinilebilir.

Evrensel'i Takip Et