Yeni anayasanın sınıf vektörleri
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284029.jpg)
Fotoğraf: AA
Türkiye’de kurumsal siyaseti ve iktisadi ilişkileri belirleyen iki temel vektör bulunuyor. İlki, gerek üretim ve ticaret kapasiteleri, gerek uluslararası kapitalizme eklemlenme şekilleri, gerek küresel tedarik zincirlerindeki konumlarına göre farklılık gösteren sermaye grupları. Burjuva siyasal yapıyı oluşturan sermaye gruplarının siyasi aidiyetleri ve eğilimleri homojen değil. İkinci vektör, bu sefer “sermayenin kişilikleşmiş” formu olarak karşımıza çıkan, siyaset ve hukuk alanını sermaye gruplarının taleplerine, burjuva temsil ilişkilerine ve kendi iktidar çıkarlarına göre düzenleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Liberal teorisyenlerin Türkiye’ye dair okumalarındaki başlıca körlük, iki vektörü birbirinden bağımsız değişken gibi ele almaları, ikincisini her şeyin üstünde görmeleri, Erdoğan ile sermaye arasındaki bağlantıyı kesip atarak siyaseti öznel-idealist bir noktadan kavramaları. Tüm düzenlemeleri “şahsına” endeksleyerek yeni tip “sultancılık” okumalarında ısrar etmeleri... Max Weber’in otorite (Herrschaft) teorisinden beslenen bu yoruma göre, Türkiye kapitalizminin iç ve dış dengeleri, idari ve hukuki kurumsal yapı sadece Erdoğan’ın “keyfi” ve “şahsi” çıkarlarına göre belirlenir. Bu sorunlu kavrayış yeni anayasa tartışmasında da karşımıza çıkıyor.
Yeni anayasa tartışmalarına şahsileşen “otoriterleşme” perspektiften bakan liberal yaklaşım, kurulan ittifakları ve gerilimleri “saray-sultan” ikiliğine indirgiyor. Liberal “otoriterleşme” teorisindeki zayıflığın nedeni, Erdoğan’ın otoriter davranış sergilemesi ile devlet aygıtlarının otoriterleşmesini aynı ve özdeş kılmaları, temsil ilişkisini yok saymaları.
Anayasanın sınıf karakteri
Karl Marx’ın “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”nın ön sözünde yazdığı gibi, hukuk sistemi, hakim üretim biçiminden ve üretim ilişkilerinden bağımsız değildir; her üretim biçimi kendine özgü hukuk kurumlarını yaratarak yönetim tipini oluşturur. Anayasa metinleri de bu oluşuma uygun olarak egemen olan ideolojik yapının ve üretim ilişkilerinin normatif ifadesidir. Anayasalar; kurumları, bürokrasiyi, sermayenin kendi içindeki dengeleri, devlet ile halk arasındaki ilişkileri, piyasanın işleyişini, mülkiyetin, üretimin, bölüşümün yapısını düzenler.
Server Tanilli’nin “Devlet ve Demokrasi” adlı eserinde belirttiği üzere, hukuk ve anayasanın asli niteliklerinden biri devlet iktidarının sınıfsal kuruluşunu, kurumsal işleyişini ve meşruiyetini sağlamasıdır. Anayasal biçimler demokratik olabileceği gibi, otoriter ve diktatoryal yönetim tiplerinin iz düşümleri de olabilir; ancak bu durum şahsi arzulara ve kaprislere göre değil, sınıf mücadelesinin yoğunluğuna, devlet biçiminin yapısına, üretim ilişkilerinin karakterine göre belirlenir.
Yeni anayasanın sınıf karakteri
2017 yılındaki anayasa değişikliği referandumu ile Türkiye’nin siyasi rejim yapısı değiştirilerek başkanlık sistemi yürürlüğe konsa da hukuksal kuruluşu tamamlanamadı. 1982 Anayasası’nın kolonları üzerine inşa edilen başkanlık rejiminin “atipik” olmasının nedeni, sistemin “de facto” (fiili) ve “de jure” (hukuksal) açıdan uyumsuzluğu. Erdoğan imzasıyla yayımlanan cumhurbaşkanı kararnamelerinin yine cumhurbaşkanı kararnameleriyle değiştirilmesinde, idarenin eylem ve işlemlerinin pek çok durumda Anayasa’ya aykırı oluşunda, Anayasa Mahkemesi ile yürütmenin karşı karşıya gelmesinde temel faktör, başkanlık kodeksinin bulunmaması.
Başkanlık rejiminin kapitalistler açısından siyasal anlamı, sermaye birikiminin tüm aşamalarında bürokratik ve demokratik sürtünme katsayısını azaltmak. Doğayı ve emeği sömürürken ortaya çıkan risk ve zararın toplumsallaştırılması -yani halka yıkılması- ve kârların özelleştirilmesi; anayasaya aykırı eylemlerin gerçekleştirilmesi, soruşturmalarda ya da ihalelerde komisyonlarda ve oylamalarda vakit kaybedilmemesi için, “etkin” bir devlet iktidarına ihtiyaç vardır. Sermaye birikiminin siyasi ve hukuki ön koşullarını hazırlarken hukuki ayak bağlarının ortadan kaldırılması gerekir veya -grev yasaklarında olduğu üzere- emeği hareketsiz kılacak operasyonel işlev güçlü olmalıdır.
Yeni anayasa; başkanlık sisteminin hukuki kodifikasyonunu tamamlayacak ve Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarına doğrudan cevap verecek, hakim ideolojiye göre yapılandırılacak “yeni” kurucu perspektif arayışıdır. “Anayasasızlaştırma” tartışmalarındaki eksik kısım da bu aşamada kendini gösteriyor: Erdoğan, Türkiye’yi anayasasız şekilde değil, başkanlık kodeksine sahip bir anayasa olmadan yönetmekte. Bu da devlet mekanizmaları içerisinde ve devlet-sermaye ilişkilerinde kimi zaman gerilimlere yol açıyor.
Burjuva siyasal alanı biçimlendiren büyük sermaye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan vektörlerinin kesişiminde yer alan yeni anayasa, iktidarın ömrünü uzatmak dışında, hegemonya kuracak proje olarak tasarlanıyor. Poulantzas’ın kritik ayrımıyla düşünürsek, yönetici sınıf her zaman hegemonik sınıf olmayabilir: Hegemonik sınıf diğer sınıflar üzerinde özel bir egemenlik kurabilir, iktidar blokunu biçimlendirebilir; iktidar blokunun yapısındaki değişim devlet biçimini de etkileyebilir. Özetle yeni anayasanın TÜSİAD’ın da aralarında olduğu büyük sermaye ile siyasi iktidar arasındaki gerilimlerin sona ermesi için vesile olduğu, tekelci burjuvazinin doğrudan konumlandığı daha monokratik sermaye iktidarına giden yol olduğu kolayca görülebilir.
Emekçiler geçim sıkıntısıyla boğuşurken, düzen muhalefeti seçim derdine düşmüşken, iktidar anayasa tartışmasını gündemi değiştirmek amacıyla açmıyor; siyasal rejim değişikliğindeki eksik noktaları kapatıp devlet-sermaye ilişkilerini iktidar lehine düzenlemeyi hedefliyor.
Evrensel'i Takip Et