Doğanın dili
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284065.jpg)
Fotoğraf: AA
“Niyetim felaket tellallığı yapmak değil. Kehanette bulunmak hiç değil. Ancak doğa bize bir şeyler anlatıyor. Ve anlattığı şeyler bizim için hayati önem taşıyor. Peki biz ne yapıyoruz? Doğanın dilini öğrenmeye mi çalışıyoruz? Yoksa kader deyip, üstüne mi yatıyoruz”
Bu cümleler Santorini Adası’nda son günlerde meydana gelen depremlerle ilgili bir değerlendirmede bulunan Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı’ya ait.
“Doğanın dili” ile ilgili benzer bir konuşmayı yaklaşık 15 gün önce Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Bilimleri Fakültesindeki odasında Prof. Dr. Mustafa Sarı’dan da duymuştuk. Müsilajla ilgili yaptığımız çekimlerde Sarı, “Doğanın ağzı, dili yok. Bizlerin yaptığı yanlışlıklara karşı tepkisini ancak böyle gösterebiliyor” demişti.
Doğanın bir parçası olan bizler, insanlar (Ki Mustafa Sarı Hoca ‘İnsan kendisini doğanın sahibi sanıyor. Tanrılığa soyundu’ demişti) doğada yaptığımız yanlışın da doğrunun da karşılığını mutlaka görüyoruz. Meseleye bu pencereden bakınca kapitalist sistemin işleyiş döngüsü gereği aşırı üretim-tüketim, fosil yakıtların fütursuzca kullanıldığı enerji santralleri, ormanların, sulak alanların, bitki örtüsünün yok edildiği, kimyasallarla zehirlendiği madencilik faaliyetleri ve insanın öznesi olduğu daha onlarca etmenin sonucu oluşan küresel ısınma da doğanın kendi dilince bizlere olan tepkisi aslında. Yaşadığımız pandemi sürecini de bu kümeye almak gerekiyor. Doğada, yaban hayatına insanın müdahalesi sonrası gelişen, yaşam alanları insanlarca işgal edilen hayvanlardan insanlara geçen bir küçücük virüstü tüm dünyayı aylarca evlerine tıkayan.
Doğa, yapılan yanlışa kendini uyarlıyor, “Çıktılar girdiye dönüşüyor” ve bu yanlışlığın faailleri olan bizler, insanlar için “büyük felaketler” olarak değerlendirdiğimiz yeni bir ekosistem oluşturuyor. Doğanın dili bu işte. Yaptığımız yanlışlıklarla ilgili onun tepkisini gözlemek, onu anlamak, ondan öğrenmek ve yanlışlığı düzeltmenin yolunu bulmak gibi bir çaba içindeysek dilini çözmüşüz demektir.
Bilim, doğanın kendi dilince anlattıklarını çözmeye çabalıyor yıllardır. Onun verileriyle yanlışlıkları ortaya koyup, çözüm önerilerini de sunuyor ancak, içinde yer aldığımız kapitalist sistem doğayla barışık bir sistem değil. Onu anlayarak, ondan öğrenerek, birlikte-dengeli bir yaşam kurulması gibi bir ülküsü yok. Sömürü, talan, eşitsizlik, çılgınca üretim-tüketim üzerine dönen bir çark.
Yarını düşündüğü de yalan! Düşünse bugünden önüne konan bilimsel gerçeklerin, doğanın anlattıklarının gereğini yapar, kendi felaketine giden yoldan vazgeçip, doğanın efendisi değil sadece küçük ve hatta önemsiz bir parçası olduğunu anlardı.
*
Santorini Adası çevresinde olan bitenlere tekrar dönecek olursak; bölgedeki volkanik hareketlilik nedeniyle şu ana kadar 1000’e yakın en büyüğü 5’in üzerinde, genellikle 2-4 şiddetlerinde depremler meydana gelmiş durumda. Yunanistan sıkıyönetim ilan ederek adayı boşalttı, savaş ve yardım gemilerini bölgeye göndererek bir seferberlik haline girdi.
Fotoğraf: AA
Yunanistan’ın 200 km güneydoğusunda, Ege Denizi’nde bulunan volkanik ada grupları olan Santorini, MÖ1650 - 1450 yılları arasındaki ‘Minos Patlaması’ adı verilen volkan patlaması sonrası çökmüş, adanın 73 km²’lik bölümü denizin altına gömülmüştü. “Nükleer patlamadan 1000 kat daha büyük” olarak nitelenen bu patlama dünyada en büyük volkanik olaylar arasında sayılıyor. Bu patlamanın Mısır’ı da ciddi oranda etkilediği, Santorini’nin ardından Sina Yarımadası’nda püsküren yanardağın Mısır papirüsleri, Tevrat ve Kur’an’da yazan “firavuna karşı tanrının gazabı” olarak nitelenen felaketlerin kaynağı olduğu güçlü delillerle desteklenen iddialar arasında.
Santorini’de yaşanacak bir yanardağ patlaması sonrası olabileceklerle ilgili Prof. Dr. Doğan Kantarcı şunları yazıyor; “Yanardağın püskürmesi ile atmosfere çıkan gazlar ve küllerin sıcaklığı 1000-1200 santigrat derece arasındadır. Bu sıcaklıkta havadaki oksijen yok olur. Havanın yüzde 78’ini oluşturan azot gazı ise azot oksitlere dönüşür. Gazların etki alanında tüm canlılar ölür”
Dokuz Eylül Üniversitesi akademisyenlerinden oluşan bir grubun Santorini Adası’ndaki hareketlilikle ilgili hazırladığı ön değerlendirme raporuna göre ise Santorini Adası’nda meydana gelebilecek 7.5 büyüklüğünde bir deprem, İzmir, Kuşadası ve Gökova Körfezi etrafındaki alüvyonal zemin üzerindeki yerleşim alanlarının bir kısmında 8 büyüklüğünde hissedilecek.
31 Ekim 2020 yılında Yunanistan’ın Sisam Adası açıklarında meydana gelen 6.6 şiddetindeki depremin İzmir’de 117 kişinin yaşamına mal olduğunu, o tarihten sonra kentte başlanan yapı envanteri araştırmasında şu ana kadar sadece Bayraklı ve Bornova’da 100 bin kadar binanın incelendiği göz önüne alınırsa durumumuzun hiç de iç açıcı olmadığı ortaya çıkar...
İnsanın geleceği, doğanın dilini öğrenmek ve gereğini yapabilmekle doğrudan ilintili...
Evrensel'i Takip Et