Edebiyatımızın yetmiş beş yaşındaki beden işçisi: "Seyfi Baba"
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284219.jpg)
Mehmet Akif Ersoy'un "Seyfi Baba"sı
Işıklarda uyuyası hocam M. Orhan Okay’ın İslam Ansiklopedisi’nin “Safahat” maddesinde yazdığına göre Mehmet Akif’in 1908/1910 yıllarında yayınlanan şiirlerinden oluşan ve 1911 yılında yayınlanan kitabında yer alır Seyfi Baba.
Yetmiş beş yaşında, ele güne muhtaç olmamak için komşusunun çatısını kış ayında tamir ederken hastalanan ve on beş gündür yatan Seyfi Baba tam bir toplumsal trajedidir.
Aynı kaynakta, “(…) toplumun alt tabakasına mensup insanların hastalık, ölüm, fakirlik, sefalet, iptilâlar (bağımlılık my.) ve kötü yönetim karşısındaki çaresizliğini, suskunluğunu bir fotoğraf gerçekçiliğiyle ve küçük manzum hikâyeler şeklinde anlattığı şiirleri”nin adları da verilir. Her birinin ayrı değerlendirilmesi gereken bu yoksulluk şiirleri fakir doğup fakir ölen, onurlu Mehmet Akif’in gerçek yüzü ve toplumcu çizgisidir, ideolojisi onu ilgilendirir.
*
Öykünün kahramanı akşam vakti eve geldiğinde öğrenir dostu Seyfi Baba’nın hastalandığını. Hemen yola çıkar:
“Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde; /Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.”
Seyfi Baba’nın uzaktaki evine gidene kadar yoksul, bakımsız çevre fener ışığı eşliğinde betimlenir:
“Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim, / Çifte sandal, yüzüyorduk; o yüzer, ben yüzerim. (…) Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;” bazen de ölgün ışıkları bir mezara, yıkılmış mabetlere, damı çökmüş evlere düşer fener ışığının. İlerledikçe anlatıcı yazar bu kez de oralarda yaşayan insan manzaralarını anlatır:
Sapa yollardan geçmek tehlikelidir, çünkü saçağın altında uyuyormuş gibi görünen evi barkı olmayan binlerce yoksul insanın arasından sataşabilecekler de çıkabilir. Kocasından boşanmış birçok kadın vardır, bu ayrılmalar sonucunda ortada kalan çocuklar… Gece tehlikelidir, her an karşısına çıkabilir insanın:
“Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kâtil...”
Böyle düşünerek ilerleyen kahramanımız, karşıdan üç fener aydınlığını görünce rahatlar, Seyfi Baba’nın evine daha bir güvenle gider. Evi bulur, avluyu geçer, merdivenleri çıkar, odaya girip perdeleri aralarken Seyfi Baba fark eder gelen konuğunu:
“– Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım! / Haklısın bende kabahat ki haber yollamadım. / Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın... / Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.”
Anlatıcı yazar evi görmeye çalışır: Loştur. Aydınlatmak için feneri güç bela yakar ki mumun bile gözüne inme inmiş gibidir; yavaş yavaş seçtiğinde sefaletin apaçık sahnesini görür ve dayanamaz:
“Şâir olsam yine tasvîri olur bence muhâl: / O perişanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!”
(Şairler belki bu perişanlığı betimleyebilir ama ben anlatamam, çünkü hayal gücü o perişanlığı göz önüne bile getiremez.)
Devam edelim:
“Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba, / Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.”
Komşunun verdiği ıhlamuru bulup kaynatır ve içerler.
“Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine (yüzüne) kan. /
– Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? / Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın./
– Mehmet Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için / Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. / Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! / İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. / Hadi aktarmayayım... Kim getirir ekmeğimi? / Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Seyfi Baba, her türlü güçlüğü, işsizliği, yokluğu açlığı, yoksulluğu göz önüne alarak söylemiştir şu iki dizeyi yetmiş beş yaşını da dikkate alarak:
“Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!”
Bu dizelerin ruhundan ötürüdür, bu dizelerden haberi bile olmayan eğitimsiz, lise veya üniversite mezunu işsizlerin inşaat alanlarında, iş cinayetlerinde ölümü.
Daha ötesi de vardır bu hikâyenin. Anlatıcı yazar hasta yatmakta olan dostunu ziyaret edip onun gönlünü almış, rahatlamasını sağlamıştır ama giderken bu yoksulun yoksulu insana birkaç kuruş para bırakmayı da düşünmüştür en azından dayanışma adına:
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî (şu hayat ilkem):
Ya hamiyyetsiz (duyarsız, onursuz) olaydım, ya param olsa idi!
Şöyle bir şey mi oluyor günümüzde, Seyfi Baba gibi insanlar olsun, yoksa özellikle yaratalım ve biz onları konforlu alanımızdan çıkarak ziyaret edip üç beş kuruş vererek ne kadar merhametli olduğumuzu kameralar karşısında gösterelim?
Evrensel'i Takip Et