Tasfiye edilen bilim

Fotoğraf: İstanbul Tabip Odası

Üniversitelerde 2016 yılı ile başlayan çok kapsamlı ve ağır bir tasfiye süreci yaşandı. Bu boyuta ulaşmış mıydı önceki tasfiyeler, emin değilim. Darülfünun 1933 reformuyla modern üniversite olarak kayda geçtiğinde, hatta ilmiyeden mülkiyeye geçiş dahi sanki bu denli pervasız adımlarla karşımıza çıkmamış yazılanlara baktığımızda. Darbeler coğrafyasında her darbenin ardından olanları da aşan bir süreç oldu 2016 tasfiyeleri. Her tasfiye eğitimin aldığı derin yaralarıyla bizi baş başa bırakıp, doğasının gereksinim duyduğu özgürlükleri, içinde barındırdığı renkleri kökünden silip atmayı hedefleyerek, bilimsel refleksleri zayıflatsa da bu kez neoliberal kapitalist ekonominin bizi hak öznesi olmanın, insanlığın dışına atıp, sermayeye teslim edeceği yolun tüm engellerden temizlenebilmesi için çok etkili bir araca dönüştü.

Üniversiteler kuraklaşırken, her köşe başına açılan gökdelen “üniversite yerleşkeleri” hakikat ötesinin yolunu döşemeye devam ediyor. Artık herkes üniversite mezunu ama aktarlar eczanelerden daha çok rağbet görüyor, Eminönü Çiçek Pazarı’nda çiçekten çok sülük satılıyor, aşı reddinden, tarama testi kaçınmalarından çocuklar ölüyor. Bilimsel bilgiyi reddedip insanları ölüme götüren öneriler sunan bir hekimin bilim dışı yaklaşımı hekimlik faaliyetinin yanlışı değil, ifade özgürlüğü sanılıyor. Hekimlik doğrudan insana, yaşama temas ettiği için daha fazla hissediyor olsak da taş ocağından altın aramalara, depremlerin felaket olarak karşımıza çıkardığı enkaza dönüşen kentlere, yangınların yok ettiği hayatlara her birinde bilimsel bilgiden uzaklaşan üniversitelerin doğayı da yaşamlarımızı da sermayeye teslim edecek dönüşümünün rolü var. Hem mezuniyet öncesi hem de sonrasıyla tıp eğitimi en çok yara alanlardan elbette. Eğitimin hizmet üretimi ile iç içe geçmiş doğası hizmeti satmanın türlü yollarını kullananların ağzının suyunu akıtıyor. Her kamu hastanesini Sağlık Bilimleri Üniversitesi adı altında tıp eğitimi yaptıkları iddiasıyla eğitim araştırma birimlerine dönüştürmekle övünenler, o eğitimin temel bilimler ayağını yok sayan, bilimsel akademik gelişim sürecini görmezden gelen ve hizmeti sonsuz kılacak bir değişim hedefliyorlar.

İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, 28 Ocak 2025 tarihinde Kamu Hastaneleri Hizmetleri Başkanlıklarına “3. basamak sağlık tesislerinin eğitim kliniklerince düzenlenen haftalık eğitim toplantılarının, hizmeti aksatmayacak şekilde 1 saat olarak planlanması gerektiği” yönünde bir yazı gönderince, Kamu Hastaneleri Hizmetleri Başkanlıklarınca 5 Şubat 2025 tarihinde “MHRS yoğunlukları kapsamında tüm eğitim ve araştırma hastanelerinin poliklinik hizmetlerinde, bazı branşlarda yarım gün, bazılarında 2 saat ve üzeri eğitim amacıyla polikliniklerin kapatıldığı tespit edilmiştir. Poliklinik odalarının tam kapasite ile kullanılarak hizmetlerin kesintisiz sürdürülmesinin sağlanması adına eğitim kliniklerince eğitim faaliyetlerinin haftalık 1 (bir) saat poliklinik kapatmayı geçmeyecek şekilde planlanması” talebi gelmekte gecikmemiş elbette.

Bu yazı üzerine İstanbul Tabip Odası 11 Şubat’ta bir açıklama yaptı: “Eğitim kliniklerinde poliklinik hizmetleri, ağırlıklı olarak asistanlar (tıpta uzmanlık öğrencileri) tarafından veriliyor. Bir eğitici gözetiminde olmak şartıyla zaten böyle olması gerekiyor. Bunda bir sorun yok. Sorun asistanların neredeyse tüm zamanlarını sağlık hizmet sunumunda, çoğunlukla da polikliniklerde geçirtilmeye çalışılması. Hükümet, kendi eliyle yarattığı krizi, bu sefer de asistanlar üzerinden çözmeye çalışıyor. Oysa tıpta uzmanlık eğitimi, mevzuatlarla düzenlenmiştir. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un ek 14. maddesinde: “Uzmanlık dallarının eğitim müfredatları ve bu müfredatlara göre uzmanlık dallarının temel uygulama alanları ile görev ve yetkilerinin çerçevesi Tıpta Uzmanlık Kurulunca belirlenir” deniyor. Tıpta Uzmanlık Kurulunun (TUK) görevleri, tıpta ve diş hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği ile düzenlenmiş olup; tıpta uzmanlık eğitiminin standartlarına, süresine, müfredatına ve niteliğine ilişkin her türlü kuralı TUK’un belirleyeceğini söylüyor. Sonuç olarak, il sağlık müdürlüklerinin, tıpta uzmanlık eğitiminin esaslarını, süresini, müfredatını, rotasyonlarını vs. belirleme yetkisi bulunmamaktadır. Aslında mesele mevzuatı bilmemek değildir. İktidar sağlıkta yaşanan krizden çıkış yolu bulmak için tabiri caizse tüm tuşlara basmaktadır. Şimdi en zayıf halka gördüğü asistanlara ve asistan eğitimine saldırmakta çareyi görmüştür. Ancak zarar gören yalnızca asistanlar değil ülkenin sağlıktaki geleceğidir.”

Neyse ki bilimsel bilgide ısrar eden, hakikat ötesine geçmemek için mücadele eden bir meslek örgütümüz var. Tüm baskılara direnebilme gücümüz oradan geliyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

Türkiye’de siyanür kullanılan 24 maden var. Bunların 10’u fay hattı üzerinde.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et